Yukarıdaki söz, Osmanlı Devleti'nin son dönem maliyesi için kullanılan bir deyimdir ve kımıldayan ölü anlamına gelir. Yazının giriş bölümü olarak kısaca son dönem Osmanlı mali durumunu izah edeceğim, bakalım günümüzle benzerlikler bulabilecek mısınız?

Osmanlı maliyesinin 1854’te almaya başladığı dış borçlar 1954'te anca bitirebilmiş yani 100 yılda...1840’larda İç borçlanma başlamış, dış devletlere iç ve dış ticarette aşırı imtiyazlar verilmiş, demiryolları yabancılara peşkeş çekilmiş, İngiliz sermayeli Osmanlı Bankası, ardından Fransız sermayeli Bank-ı Osmani-i Şahane kurulmuştur.1860'larda yabancıların toprak satın alabilmesine izin verilmiş. Osmanlı Devleti, 1875’te moratoryum ilan etmiş yani iç ve dış borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmiş. Osmanlı Devleti Galata bankerlerinin insafına kalmıştır. 1881 meşhur Muharrem Kararnamesi ile Duyun-ı Umumiye gibi bir ekonomik esaret altına girilmiştir. Ayrıca bu dönemde ihracatın büyük kısmı tarıma dayalı olup, makineleşme tam sağlanamadığı için verim düşüktür. Kapitülasyonlar sebebiyle dış ticaret açığı sürekli büyümektedir. Sermaye özellikle Rum ve Ermenilerin elindedir. Bu böyle uzar gider. Sonra 1. Dünya Savaşı ve devamındaki gelişmeler, 1919 dünya ekonomik buhranı bu esnada yeni kurulan Cumhuriyetin, içteki ihanet odaklarına rağmen inkılap çabaları...Eminim günümüzle benzer sorunları da gördünüz bu cümlelerde.

Günümüz ekonomisinin de kımıldayan bir ölü olduğunu aslında herkes biliyor ancak nedense kabullenmek istemiyor bazı kesim. Gerçi dalkavukluğun menzili olmaz diye bir özdeyiş de var, tam bu durumlar için söylenmiş. Soğan 6 TL bandında Euro ile yarışırken, Patates 5 TL bandında Dolar ile yarışıyor, halen ekonomi iyi teraneleri atıyor kraldan fazla kralcılar. Yahu işin başındaki siyasiler bile bunu kabullenmiş, İngiltere'de sermaye odaklarıyla anlaşma yapıyor ama bizim komplo teorisyenleri, nerdeyse soğan ve patatesi bile fetöye, dış güçlere filan bağlıyorlar. Neymiş efendim 2015 seçimi öncesi de patates böyle yükselmişmiş, böylece ülkede kriz ortamı algısı oluşturuluyormuş, aslında kriz filan yokmuş. O zaman hepimiz yüklenelim: “Ey Patates, sen kimsin ya, kimsin sen!” İşin şakası bir yana, o kadar ova, tarla, bağ-bahçe, akarsu ve sair imkanlara rağmen patates soğana bile hakim olamıyorsak küresel rekabetin yazılım, çip, uzay, teknoloji, bilgi kısmıyla nasıl baş edeceğiz?

Velhasılı kelâm, ekonomimiz müteharrik meyyit misali kımıldayan ölü gibi bir durumda! Eee hep eleştiri, bunun çaresi yok mu? Var tabiiki, ülkede Türkçülük, Türk Milliyetçiliği ülküsünün her alanda hakim kılınması ilk aklıma gelen tedbirlerden. Çünkü iktidara ve günübirlik politikaya göre değil varoluşumuzun gereği olarak bu ülkeye her alanda milli bir bilinç ve milli bir disiplin ile sahip çıkma anlayışını hakim kılmak gerekir! Buna model olarak da Almanya'yı hatta Hitler dönemini temel alarak oluşturulan milli ve malî disiplini gösterebiliriz. I. Dünya Savaşında harap olan Almanya tam bir çıkmazdaydı. 1922’den önce 1 dolar 60 Alman Mark’ına denk gelirken, Kasım 1923’te bir dolarla 4.210.500.000.000 (4,2 trilyon) mark alınabiliyordu. Ülkenin yeraltı kaynaklarına, altın stoklarına, alacak borçlarına el konularak Almanya savaşamayacak duruma getirilmişti. Gıda sıkıntısı ve kaynakların kıtlığı halkı perişan etmişti. Borçlarını ödemek için daha fazla para basarak çare arayan Almanya’da birkaç gün içinde enflasyon %29,500’e kadar çıkmıştı. 1923 yılında bir dolar karşılığında yaklaşık 4,7 trilyon mark almak mümkündü. Alman halkı temel gıda ürünlerini alabilmek için yüzlerce milyar mark ödüyordu. Hatta ülkedeki durum öyle bir hal almıştı ki, sobada mark desteleri yakarak ısınmak daha ekonomik oluyordu. 1 litrelik bir süt aynı yıllarda yaklaşık 26 milyar mark ödenerek alınıyor, hatta rivayete göre insanlar el arabalarında, çamaşır sepetlerinde para taşıyordu. Ancak Hitler'in Volkswagen projesinin hikayesi bile nasıl milli bir ekonomik kalkınma hamlesi yapıldığını ispata yeter. Öyle ki bu araçların sahipleri bugün dahi millet farkı gözetmeksizin birbirlerine bağlıdırlar, yolda karşılaşsalar selamlaşırlar, arıza yapsa bir diğer VW sürücüsü durmadan geçmez. Yine Alman Emek Cephesi kısa adıyla DAF'ın hiçbir Alman vatandaşı ayırdetmeden yaptığı kalkınma hamlesi ile 2. Dünya Savaşında da dümdüz edilen Almanya'yı 1945’ten itibaren 10 yıl içinde nasıl kalkındırdığı da incelenmesi gereken milli hamledir. Bu hamlenin de iyi yanları mutlaka dikkate alınmalıdır.

Bizde de böyle bir hamle lazım ama böyle hamle derken ülkede faşizmin hatta şovenizmin hakim olmasından bahsetmiyorum. Milli kısmı beni ilgilendiriyor. Mesela ülkemizde de fabrikadaki bir işçi cıvata üretirken dahi ‘ülkeme kazandırıyorum’ bilinciyle üretecek! Bir öğrenci, yetişkin veya yaşlı vatandaş, kitap okurken ülkesinin geleceğine katkı sunmak üzere okuduğunu düşünecek, çiftçimiz domatesi üretirken Rusya'ya yaranmak için değil ülke ekonomisine katkı sunacağı için heyecanlanacak....Tüm bunlar yapılırken adalet ve eşitlikten kesinlikle taviz verilmeyecek. İşte milli bilinci her alanda canlı tutacak tüm bu anlayışa Türk Milliyetçiliğine dayalı milli kalkınma hamlesi diyebiliriz. Peki bu bilince sadece yönetilenler mi sahip olacak? Asla değil! Yönetici kesim yani bürokrasi ve siyasiler de, ‘yandaşımı nasıl kayırırım, akrabamı liyakati olmadığı bir işe nasıl sokarım, yandaş müteahhit ile nasıl kirli işler çeviririm’ diye değil, ülkeye nasıl bir katkıda bulunabilirim diye gayret gösterecek. Tüm bu anlayış ve hareket tarzı da bu ülkeye Türkçülüğü, Türk Milliyetçiliğini hakim kılarak olur. İnanın diğer ideoloji ve öğretiler, içinde din de olanlar dahil olmak üzere bu anlayışı hakim kılamadılar, paraya pula yenildiler, zaaf gösterdiler. Çare, bu ülkeyi karşılıksız sevmekte...

Haydi, siyasiler, bürokratlar, müsteşarlar, müdürler, memurlar, katipler, hizmetliler, işçiler, işverenler, şu partililer bu partililer , var mısınız bu ülkeyi karşılıksız sevmeye! Ekonominin başka türlü düzelmesinin imkanı yok.