Fıtrat....
Bugünlerde çokça duyduğumuz bu kavram, yaratılış anlamına geliyor. Bu kelimeyi kullananlar, yaratılıştaki veya eski şanlı günlerdeki özelliklerini kaybetmediklerini, duruşlarının bozulmadığını, dünyaya nizam veren atalarımızın yolunda yürüdüklerini belirtmek için, hatta bu iddialarını siyasete dahi alet etmek için Namık Kemal'in Vatan Şarkısı dizelerinin "Fıtrat değişir sanma! Bu kan, yine o kandır." kısmını kullanırlar. "Gavgâda şehâdetle bütün kâm alırız biz... Osmanlılarız, cân veririz, nâm alırız biz." diye de devam eder.

Yukarıdaki dizelerin sahibi Namık Kemal, 19.yüzyılın Osmanlıcı fikir önderlerinin başında gelir. Ancak günümüzde Osmanlıcı geçinenlerle, yaklaşık 150 yıl öncesinin Osmanlıcı aydınlarını karşılaştırınca fıtratın ne duruma geldiğini anlarız herhalde.

150 yıl öncesinin Osmanlıcıları millî bir tavıra sahip; mevcut devletini (buraya dikkat) yaşatmaya çalışan, bunun için hiçbir fedakarlıktan çekinmeyen bir nesildir. Anayasa ve meşrutiyet taleplerinin amacı Osmanlıyı çöküşten kurtarmak, ömrünü uzatmaktır. Ayrıca anayasa ve parlementer sistemden yana olan bu aydın zümre, batıyı da çok iyi tahlil etmiştir. Sonraki nesillerde Milliyetçi, Türkçü akımın oluşmasının altyapısı o dönemde Osmanlıcılık akımını savunan Namık Kemal, Ziya Paşa, Agah Efendi ve Ali Suavi gibi aydınların çabaları sayesinde oluşmuştur diyebiliriz.

Günümüzde Osmanlıcı geçinenler için Osmanlı kavramı; fes, 2. Abdülhamid Han sevgisi, Osmanlı devlet arması sevdası, İttihat ve Terakki düşmanlığı, Cumhuriyete yan gözle bakmak veya düşman olmak anlamlarına geliyor herhalde.
Çünkü "devletin bekası" ve "fıtrat" kavramlarını kullanırken çelişkiye düşüyorlar. Hem Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yaşayıp, bekâ kaygısı güdüp, hem de Osmanlı Devletine özlem duymak tutarlı bir tavır değildir. Hem bekâ deyip, hem de "Keşke Yunan galip gelseydi" diye dua eden zihniyete üst düzey ziyaretlerde bulunmak doğru mu?
Sonuç olarak Devletimizin bekâsı diyorsak ve bu devlet de eğer Türkiye Cumhuriyeti ise, bu yapmacık ve içinde Türklüğün olmadığı Osmanlıcılık hayallerine de son verilmesi gerekir. Sevgi duyalım, saygı duyalım, övünelim ama bekâ diyorsak Osmanlı Devletine dönüş özlemi duyamayız.

O zaman; "Ankara'nın göbeğinde kurulan Osmanlısporu Cumhuriyetspor mu yapacağız? Osmanlı Ocakları diye ortaya çıkıp hakkında birçok spekülasyon çıkan bu yapıya, tertemiz ve 107. yılını kutlayan Türk Ocakları varken ne gerek var? Şam'da Cuma namazı kılma işi ne olacak?" diye sorabilirsiniz...Hatta şunu da soralım; Diriliş Ertuğrul filmini izleyip, coşan bir kısım vatandaş, hangi devletin bekâsını düşünüyor?

Sormaya devam edelim ! Sakarya'daki Tank Palet Fabrikasının, hiçbir stratejik birlikteliğimizin olamayacağı Katar ortaklı bir şirkete özelleştirme sonucu devri ile bekâ arasında nasıl bir ilişki kurabiliriz? 50 milyon dolarlık bir yatırım için, günümüz Osmanlıcılarının Osmanlı deyince aklına gelen tek hükümdar olan 2.Abdülhamid Han'a dahi isyan edip sözünü dinlemeyen, Osmanlının bir ilçesi Katar'dan mı medet umuyoruz?

Bu konuda Türk Harp İş sendikasının geçtiğimiz günlerdeki açıklamaları büyük tehlikeye dikkat çekiyor; "Fabrikanın 50 yılda oluşan savunma sanayi tecrübesiyle zırhlı araçları sıfırdan üretmesi, tank modernizasyonunda tecrübe, bilgi ve deneyime sahip yetişmiş iş gücü, son 10 yılda 3 defa özel sektörü bile gıpta ettirecek şekilde Milli Prodüktivite Merkezi'nin en verimli iş yeri olarak tescil ettiği, dünyadaki ilk beş arasındaki bir iş yeridir. Bu fabrikanın bugün yeniden kurulması sadece 20 milyar dolarlık bir yatırımı gerektirmekte, bilgi ve tecrübe oluşumu ise en az 10 yılı bulmaktadır. Biz ordu malının Katarlılara verilmesinin vebalini alamayız” . Bu ve benzeri açıklamalar tehlikeyi gözler önüne seriyor.

Irak ve Suriye'deki harekatlarda kullandığımız Fırtına obüsleri, Altay tankı devletin gizli ve stratejik bilgilerini içerir. Ayrıca %100 yerli üretimdir. İşçilerin bu bilgileri Katar gibi bir ülke ile paylaşmak istememeleri ve çoğunun vebal almamak için başka fabrikalara tayin istemeleri asıl bekâ sorununa dikkatleri çekmelidir.

Buna benzer bir sohbet esnasında bir arkadaşım dedi ki ; "Yahu ne stratejisi, ne güvenliği...Ülkücü şehit Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nun katili pkklı Nurullah Semo haininin üniversiteden atılmasını ve ceza almasını engelleyen ve geçtiğimiz günlerde ölen Beril Dedeoğlu, Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kuruluna seçilmedi mi? Ne fıtrat kaldı ne de Fırat" diye isyan edince cevap veremedim.

Tüm bu yaşananları düşününce "Ne fıtrat kaldı ne de Fırat..." haykırışına hak vermemek elde değil...Yine de her şeye rağmen Türk'ün bayramı Nevruz kutlu olsun....