İzmir’de Üniversitede okuyan bir anne ve İstanbulda yine üniversitede okuyan ve aynı zamanda bir ilaç firmasında mümessillik yapan bir babanın çocuğu olarak dünyaya gözlerimi açtım. Bir divan üstünde uyuklarken karşıdaki masanın başında ders çalışan anneme bakardım, onu izlerdim. Beni Eczacılık Fakültesinde derslere sokardı, çünkü sokmak zorundaydı. Nereye bıraksındı 2-3 yaşındaki çocuğunu? İki öğrenci evlenmişler. Cep delik, cepken delik….. Hocası bir gün gürültü yapan öğrencilere beni gösterip, şu çocuk kadar olamadınız, ne kadar da sessiz ve saygılı, utanın halinizden demiş.. Annem hep anlatır…

İzmir’I bilenler bilir Halil Rıfat Paşa Semti ile sahil yolu arasında yüzlerce basamak merdiven vardır. Bir komşuya beni emanet eden annemin beni emzirmek için okul ile ev arasında o merdivenleri günde 3 kez çıkıp indiği olurmuş. Okuyan , çocuk bakan , ev temizleyen, yemek yapan, elde çamaşır yıkayan, elde bulaşık yıkayan bir kadın…. Üstelik evde fırın ve ocak ta yok. Sadece tek bir küçük tüp ocağı….Bebek bezleri kaynıyor, yemek pişiyor, çocuğa mama pişiyor, banyo için su ısıtılıyor, bulaşık suyu kaynatılıyor, yani her türlü ocak ihtiyacını bizim tek tüp hallediyor. Beni çoğu zaman okula götürmüş büyütürken. Dersi olmayan arkadaşları avutmuş zaman zaman okulun bahçesinde… Badem ağaçları dolu bahçeyi hiç unutmam…Az mı sallandım dalları arasına kurulan  salıncaklarda.. Bu şartlarda bugün okuyabilen bir kız var mıdır ? Bilemiyorum. Memleketten gelen hısım akrabayı da ağırlar bu arada, hatta başka memleketlerden de. Memleket dediysem çok ta uzak değildir Salihli İzmir’e. ama yine de yatılı misafiri eksik olmaz. Bu kadın yani Annem onu da halleder. Babam toydur,üç erkek kardeş olarak taşra kültürü ile yetişmiş milliyetçi , muhafazakar hatta tutucu  bir adamdır o zaman.. Şimdilerde  sadece milliyetçiliği baki, muhafazakarlığı ise tutuculuğunu kaybetti. Annem bu kadar işin arasında  bir yandan tutucu babamın kısıtlamaları ile uğraşır. Keşke sadece babamın tutuculuğu ile mücadele etse, aynı zamanda babamın hısımları ile de verir mücadelesini… Kimse düşünmez bu kadın da etten kemikten yaratıldı diye…

Üniversite biter Salihli’ye dönülür. Borç harç bir Eczane açılır. Açıldığı ilk gün hasılat rekoru kırar. O zamanlar reçete filan zorunluluğu yok. Raflardan müşteriye ilaç yetiştiremez olurlar. O zamanlar dedim ya, yıl 1976 açılış kapanış saati yok. Eczaneyi sabah 06:00 da açar, Gece 00:00 – 01:00 civarı kapatırız annem , babam ve ben…. Ben çoğu zaman akşamları babaanneme giderim. Annem gece gündüz Eczanede… Babam avukat olmuşken eczane o kadar yüksek tempoda çalışır ki kendi işinden çok eczane için koşturur. Tabi yıl 1976 , yokluk yılları… Babamın babası uzun yıllardır eczacı kalfalığı yaptığı için İzmirdeki tüm ecza depoları ile iyi ilişkiler içinde, bu nedenle babama depoların kapıları sonuna kadar açık. Yokluk yılları ilaç bulmak zor. Babam sabahları erkenden yollara düşer İzmirdeki ecza depolarını tek tek dolaşır ellerinde ne kadar ilaç varsa toplar. Onları eczaneye getirir, müthiş bir esnaf, muhteşem bir eczacı olan annem o malları satar. Yurdun dört bir yanından bulunmayan ilaçları ve annemin Sedef, Egzema, Saç kıran, Zona, Kurdeşen dahil olmak üzere onlarca cilt hastalığı için hazırladığı özel karışımları ve de bir çok problem için verdiği ilaçları binlerce insan almak için bizim eczanemize koşar gelir.

Gün geçtikçe eczane daha fazla daha da fazla çalışmaya başlar…. Annem sabahın ilk ışıkları hatta karanlıkta eczaneye girip, gece yarısı evine girer. Sonunda alabildiğimiz altı fırın üstü ocak alette yemek yapar, artık bir merdaneli çamaşır makinemiz vardır ve onunla çamaşır yıkanır,bulaşıklar elde devam, kiraladığımız evde odun ile yanan bir termosifon olduğu için şanslıyız sayılırız…

Ben 5-6 yaşında büyümek zorunda kaldım. Yani anneciğime yardım etmek gerekiyordu. Allah yukarda mecbur kalmadıkça benden hiç bir şey beklemedi. Bu kadar yüküne rağmen gık demeden çalışırdı. Rahmetli babaannem beni yanında çırak gibi yetiştirdi. O yemek yaparken ben malzemeleri yıkardım, çorbayı karıştırırdım, kek pasta börek falan derken iyiden iyiye aşçı yamağı oldum. İlkokul çıkışı eczanenin yanındaki pideci Kemal’den kıymalı pide ile ayran veya Yaşar ağabeyden köfte ekmek ve kola söyler karnımı doyurur sonra da annemin yanında ödevlerimi bitirip çıraklık yapardım. Tüm raflardaki ilaçların yerini bilir yeni gelen çalışanlara ben öğretirdim. Akşam olup evimize gidince ikimiz birlikte mutfağa girerdik. Annem inanın bir saat içinde dünyanın en lezzetli dört yemeğini sofraya koyardı. O ne olağanüstü bir kadındır bilemezsiniz. Bizim evimizde çamaşır akşam yıkanır, evin içinde kurutulur ve akşam ütülenirdi. Bunları da hep annem yapardı. Zaman zaman gündelikçiler gelse de asla annemin yükü hafiflemezdi.

Anneciğim eczacılık, esnaflık, ev hanımlığı, aşçılık, annelik dahil tüm görevlerini en iyi şekilde yaparken bir kez of bile demedi. Ben biraz daha büyüdükten sonar ona daha çok yardımcı olmaya çalıştım. Lakin bakıyorum da geçmişe babam evdeki hiç bir işte yokmuş. Halen de yok.

Tüm bu işler anneme az gelmiş olsa gerek ben on bir yaşındayken bir kardeş dünyaya getirdi bana. Kardeşim on günlük filandı koştu gitti eczaneye çalışmaya. Ben kaldım mı on günlük bebekle bir başıma? Mama kutularının üzerindeki tarife gore mama hazırlar, bileğimin iç yüzünde ısısını kontrol eder sonra onu beslerdim. Gazını çıkarmayı, altını değiştirmeyi, yıkamayı on bir yaşında öğrendim. O zaman bu hazır bebek bezleri yoktu. Bezler elde yıkanır ve kaynatılırdı. Annem ve ben çok bez yıkadık. Yorgun argın işten gelen annem kardeşimi devralır sabaha kadar bazen uyumaz onun ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. Sonra sabah yeniden işe…. Ne bitmez, tükenmez enerjisi vardı. Hiç hasta olup yatak döşek yatıp nazlandığını görmedim. Daha hiç bir isteğimize “hayır yapamam” dediğini duymadım. Hadi bizim annemiz bizi kırmıyor diyelim. Tüm şehrin sevgilisidir o. Rica eden kim olsa dünür başı olur, ayrılmak üzere olan karı kocayı barıştırır, hastanede veya nazının geçtiği bir yerde sorununu çözememiş bir gariban gelse hemen koşup yardımına yetişir. Hastalara şifa, dertlilere devadır o. Dünyanın en iyi kalpli kadınıdır ama biri çocuklarına ,eşine zarar vermeye çalışsın anlayamazsınız nasıl bir yırtıcı pantere dönüştüğünü. Yıllar önce babama arkadan levye ile kalleşçe saldırmaya çalışan bir saldırganı farkedip bir savaşçı gibi önüne atıldığı ve saldırganı etkisizleştirdiği sahne hiç gözümün önünden gitmez.

Iki kızını büyüttü, işinde, evinde , sosyal hayatta başarılı oldu, herkese faydası dokundu, bugüne kadar hiç durmadan dinlenmeden çalıştı, Allah sağlık ve uzun ömür versin ki o hayatının son gününe kadar çalışmaya ve üretmeye devam edecek…. Ama bu cefakar kadının eşi yani babam iş hayatında anneme verdiği desteği, asla ev işlerinde vermedi, veremedi. Çok isterdim benim babam da annemin evdeki yükünü biraz olsun alsın….

Demem o ki şimdi annem gibi bir insan’ın yetiştirdiği ben, sizce erkek egemen toplumun dayatmalarına boyun eğer miyim? Ben ki olağnüstü koşullarda tabiri caiz ise komando gibi yetişmiş bir Türk kadını olarak, taşı sıksam suyunu çıkaracak iken hangi çılgın erkek toplum bana zincir vuracakmış şaşarım. Bakıyorumda 30-40 yıl öncesinden bugüne pek te bir şey değişmemiş. Hala çalışan kadın hem dışarda hem içerde ırgatlığa devam ediyor. Dışarda çalışmayıp evinde ırgatlık yapan kadın zaten tamamen erkeğin kölesi formatında.

Bu düzen böyle gitmemeli arkadaşlar. Biz nasıl iş hayatına atıldıysak, acil bir şekilde erkekleri de ev işleri hayatına sokmalıyız. Ancak bu işe, kocalardan önce oğullarımızdan başlamalıyız. Kimsenin kız evladı bizim oğullarımızın kölesi değildir ve olmayacaktır. Hayat her konuda müşterektir. Çalışma hayatı, yemek, bulaşık, çamaşır, ütü vs… sadece kadına yüklemek büyük vicdansızlıktır. Hala “benim oğlum erkek evde iş yapmaz” diyen kaynanalara selam olsun, oğullarının modası geçti evde kalacaklar söyleyeyim…. Yine ben erkeğim, ev işleri kadın işi diyen erkeklere de iki çift lafım var “ durumunuz kritik, hanımları örgütlüyorum, ya yardımcı olursunuz, ya da kapının önüne konulursunuz….. Ev hanımları ile de kesinlikle üretime , para kazanmalarına , evde en azından erkeğe ekonomik bağımlılıklarını ortadan kaldırmaya yönelik projeler geliştirmeliyiz ki bu erkek egemenliğine açtığımız savaş lafta kalmasın…..

Tanrı kadını bu dünyayı yaşanılır hale getirsin diye yarattı. Kadınlar özel insanlardır. İnanıyorum ki Türk kadınları Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ün kendilerine sunduğu tüm hakların değerini bilip sahip çıkacak, Referandumda HAYIR diyecek ,sonrasında  tüm Türkiyenin gururu saygıdeğer hanımefendi Meral Akşener’i Başbakan yapacak ve meclisteki kadın parlamenter sayısını erkek sayısı ile eşit hale getirmesi için hanımefendiden talepte bulunacaklardır. Bu vesile ile seçme ve seçilme hakkını bir çok batılı toplumdan önce elde etmiş bir toplum olan Türk toplumu yine batılı medeniyetlere rol model olacaktır…