Yürüyorum mazimle birlikte ardıma bakmadan.
Kah Orta Asya'nın bozkırında, kah Tuna kıyısında.
Bazen Viyana önlerinde kuşatmanın olduğu o tepelerde, bazen de Mohaç ovasında.
Hep kulaklarımda at kişnemeleri ve nal sesleri.

Bazen de kılıç şakırtıları duymaktayım ceddimin adaletinde.
Al kanların toprakla birleştiği yerlerde ceddimin kemiklerini aradım.
Bazen de aç çıplak çocukların haçlıların talanlarında ana babalarını haykırmalarını.
Bazen önüme bir heyula çıktı, kılıcım dilimdi ve parçaladım o heyulaları.

Maziden atiye doğru koşturdum atımın eyerindeki azığımla.
Aç olanları doyurdum, mazlumları gözettim, çıplakları giydirdim.
Ardımdan hep baktılar bu kim diye.

Aldırmadım, ismimi cismimi bilmesinler ne önemi var.
Ben ceddimin yiğitliğini, mertliğini, adaletini ve güzel ahlakını taşıyordum.
Karşıma bazen kılıcı mazlumların kanıyla sulanmış kanun benim diyen kendini ilah zanneden çapulcularla çarpıştım.

Bazen de Malkoçoğluyla birlikte Estergon dan haykırdım ovalara, Tuna ya doğru.
Topraklar isyan halindeydi.
Sanki ağaçlar yerinden sökülüyor ve birer insan silueti oluyorlardı, başlarında sarıklar ve tuğlar.


BAŞBUĞ ATİLA HAYKIRIYORDU:
Nerede kaldınız, benden sonra bu topraklar, ağaçlar hep Türk’ü aradı diye.
Geç kalmıştım, ağaçları sökmüşler, toprakları talan etmişler ağaçların yerine piç fideler ekmişlerdi.
İşte o fideler şimdi ecdadımı sarmış zehir üretmiş ve zehrini ecdadımın damarlarına enjekte etmişler.

Başbuğ Atilla haykırıyordu: Ben sizlerin vefasız olacağını bildiğim için mezarımı dahi saklattırdım, diye.

TÜRK MİLLETİ TİTRE VE KENDİNE DÖN…

Batı´dan Doğu´ya işgal edilmiş, iğfal edilmiş ata topraklarına bir seyahatim.

Kanayan yaramız Balkanlar…
Orta Asya’nın bozkırından, vatanından uzaklarda, güneşin kavurduğu sıcaklıktan, nemli rutubetli ve kasvetli bulutlar ülkesine sürgün gönderilen bir yiğit.

Sovyetler birliği dağılmadan önce, vatanında Komünizm esareti altında Hürriyet mücadelesi veren bir edebiyatçı.
Özbek soydaşlarımıza has şivesi Türkiye Türkçesinde anlaşılan, kendini Türklüğe

Turan´a adamış bir Sefer.
Özbekistan da Hürriyet ateşini yakanların ilklerinden bir yazar edebiyatçı dava adamı.

İsmi gibi davası için seferlere çıkmış, Komünist Rusya’nın Türklük aleyhine kullandığı bir diktatör ´ün zindanlarında çile çeken, zindanlarda çeşitli hastalıklara yakalanmış, kutlu mücadelesi yanında hastalığıyla mücadele eden bir yiğit adam.
Cüssesi küçük ama dev bir dava adamı.

Eşinin Hürriyet mücadelesinde zafere ve çilelere sevdalanmış bir eş, bir Türk hatunu, Turan mücadelesinde Sefer´i seferinden alıkoymayıp, aksine onunla birlikte Turan mücadelesi veren bir hatun kişi ve iki balaları.

Vatanından binlerce kilometre uzaklıklarda mücadelelerini sürdürürken, çilelere ve hastalıklara meydan okuyan bir örnek aile.

***

13/07/2011 Saat: 12 00
Brüksel den yola çıkarken Turan mücadelemde beni hiç yalnız bırakmayan Emin gönüldaşımla yola koyuluyoruz.

Lüksemburg ta hemşerim Hüseyin´i ziyaret ediyoruz. Vergisi az olduğu için otomobilimizin yakıt deposunu doldururken, ucuz olduğu için tütünlerimi de alıyoruz.
Fransa´ya gelince, dayımın oğlunu ziyaret edip, kahvelerimizi yudumlayıp halleştikten sonra evinde yemeğimizi yiyip yola revan oluyoruz.

Sefer´den telefonlar geliyor. Ne zaman yola çıkacağımız ve nerede olduğumuzu bildiriyoruz.

14/07/2011 Saat: 02 00
İsviçre Lozan´dayız.
Sefer bizi karşılıyor ve evine misafir oluyoruz.
Kısa bir sohbetten sonra odamız gösteriliyor ve istirahata çekiliyoruz.
Sabah kalktığımızda zengin bir kahvaltıyla bahçede sohbetimizi çayla devam ettiriyoruz.

Sefer´in benim adıma ayarladığı randevuya gidip, görüşmeler yaptıktan sonra Lozan da biraz dolaşıyoruz.

Bir antikacıya giriyoruz ve ilk önce çekimser olan antikacıyla sohbete başlıyoruz.
Anadolu halılarını gösteriyor ve Doğu Anadolu´yu karış karış dolaştığını anlatıyor.
Televizyonlarda programlar yaptığını ve Türkiye ile ilgili bir kitap yazdığını söylüyor.
Kitabını rica ediyorum, bana hediye ediyor. Kitabı karıştırınca taraflı ve kasıtlı propaganda yazılarını görüyorum.

Dükkanın kapanma vakti gelince adres ve telefonlarımızı birbirimize veriyoruz ve oradan ayrılıyoruz.

Sefer´i bir arkadaşı arıyor. Gündüz bir kahvede tanıştırmıştı. Bizi yemeğe davet ediyor ve evinin geniş olduğunu Emin ile beni misafir etmek istediğini söylüyor.
Birlikte o arkadaşın evine gidiyoruz. Benim aşçılığım yok, aşçılığı olan var mı diye sorunca ben işi muzipçe Emin´e yüklüyorum.

Emin mutfakta bize bir şeyler hazırlarken siyaset sohbetine giriyoruz.
Eski sol görüşlü olan ev sahibi zamanla fikirlerinin değiştiğini ve Türklük için mücadele ettiğini söylüyor.

Sefer ile birlikte bir çok Milli konularda birlikte çalıştıklarını Sefer de tastikliyor.
Güzel bir sohbetten sonra ayrılıyoruz.

Sefer´in evine gelince, yengemizin hazırlamış olduğu meşhur Özbek Pilavının yapıldığını öğreniyoruz.

Yenge sitemde bulunuyor, ben yine muziplikle suçu Sefer´e yüklüyorum.
Çeşitli konulardan konuştuktan sonra istirahate çekiliyoruz.

15/07/2012 Sabah.
Sefer´in salondan bahçeye açılan kapıdan bahçeye geçiyoruz.
Kahvaltımızı Özbek pilavıyla yapıyoruz, üzerine çay ve sohbet başlıyor.
Emin yengemize yemek tariflerini verirken biz sefer ile birlikte gündemi konuşuyoruz.
Bu arada Turan Birliği´nden (Facebook) Ali Sertelli ile Sefer telefonla irtibata geçiyor, karşılıklı telefon sohbetinden sonra Emin çiğ köfte yapmaya başlıyor.

Sefer ile Turan için neler yaparız, neler yapılması gerekiyor bunları tartışıyoruz.
İstanbul MHP il başkanlığı seçimlerini değerlendiriyoruz. MHP’nin günümüzde Turan için neden sessiz kaldığını, Turanın sahipsizliğine tek MHP’nin sahip çıkacağını fakat mevcut yönetimin Turan konusunda hep sessiz kaldığını karşılıklı sitemlerle anlatıyoruz.

Çözümler üretmeye çalışıyoruz.

Sohbetimize yolda devam ediyoruz ve Montrö ye hem gezi aynı zamanda Sefer´in benim için ayarladığı bir randevuya gidiyoruz.

Randevumuz pek olumlu geçmiyor. Birlikte dolaşıyoruz. Resimler çekiyoruz.

Akşam eve gelince Emin bize çiğ köfte yapmaya başlıyor.
Biz yine Turan dan sohbetimizi devam ettiriyoruz, Emin de arada bize katılıyor,
Yengemiz de kendi fikirlerini söylüyor.

Çiğ köfte bitince çaylarımızı içiyoruz günün değerlendirmesini yapıyoruz.
Sohbetimizi bitirince Emin ile birlikte bizi Sefer yolcu ediyor yolumuza devam ediyoruz.

Akşam üstü yolculuğumuz bazen yağmurlu bazen bulutlu devam ederken gece yarısı İsviçre den çıkıyor Almanya´ya giriyoruz.

16/07/2012 Sabah..
Kısa ihtiyaç molalarından sonra Avusturya´ya girerken tabelaların azizliğine uğruyoruz ve köy yollarından yolumuza devam ediyoruz.

Bir petrolde yakıtımızı temin ettikten sonra internete girip yol güzergahımızı yeniden gözden geçiriyoruz.

16/07/2012 Saat: 13
Macaristan´a giriyoruz, Budapeşte ye gelince Elaziz´in yetiştirdiği gakkoşların yiğidi gönüldaşım Latif´i arıyorum.

Navigasyon aletimiz burada iflas ediyor ve bir taksi bizi adrese götürüyor.
Kaç para ödememiz gerektiğini söyleyince yüz euro diyor.
Ben itiraz ediyorum sonra Macarca bir şeyler söylüyor. Adrese ters istikamette durmuştuk. Önceden google den adrese baktığımda gördüğüm binayı fark ediyorum.
Hemen Latif i arıyorum, yanımıza geliyor. Taksicilere biraz bozuk attıktan sonra beş bin Macar parası ödüyor. Sorduğumda 17 Euro kadar diyor.
Latif iş yerinden ayrılamıyor hemen telefon ediyor ve yeğeni geliyor.
Yeğeni bizi önce Gül Baba ya götürüyor.

Gül babayı ziyaret ediyoruz, önce Fatihalarımızı yolluyoruz.
Türbeyi inceliyorum, yerde mekanik namaz halıları ve altlarında bir küçük Konya Ladik seccadesi vardı. Yaklaşık 70-80 senelikti. Dikkatimi çekmişti ne zaman gitti. Nasıl gitti. Yoksa orada birisi mi dokumuştu.

Pencere kenarında Kur´an-ı kerimler ve birde sayfaları dolmuş kalınca bir ziyaretçi defteri vardı. Türk ve yabancıların dilek ve temennilerine göz attıktan sonra bir sayfada boş yer buldum oraya kısa bir not yazdım. Türk bayrağının itinayla orada durması beni duygulandırmıştı.

Bahçeye göz atarken bir kaç ziyaretçi dikkatimi çekti, Türkçe konuşmuyorlardı, yanlarında bir Macar görevli vardı. Bahçede dolaşırken Türkçe konuşmaları duyunca heyecanlandım. Genç bir bayan ve eşi çocuklarıyla Macar bir bayan ile birlikteydiler. Hemen tanıştık, TRT de görev yaptığını söyleyen bayan benim konuşmalarımı Macarca olarak yanımızdaki, evinde misafir oldukları bayana anlatıyordu. Kadın dikkatli dinliyordu. Avusturya da başımıza gelen Viyana kuşatmasının olduğu tepedeki kuyudan bahsetmiştim. Türk esirleri o kuyuya attıklarını, Polonyalılar Avusturyalıların yardımına geldiklerinden dolayı oraya onlar adına bir kilise yaptıklarını anlatınca Macar kadın ve oradaki erkek görevli tepkilerini göstermişlerdi.

Türbe ziyaretimizden sonra çok duygulu anlar yaşadık, Türk ziyaretçiler gittikten sonra bizde ayrıldık, Macar görevli bize çok ısınmıştı. Sanki bir akrabamız gibi türbenin arkasındaki yerde bize el sallayarak mahzun mahzun uğurladı. Gözlerim dolmadı dersem yalan olur.

Türbe ziyaretinden sonra, şehrin ana caddesinde Türkiye’den gelen bir vatandaşın lokantasında karnımızı doyurduk, biraz çarşıyı dolaştık, her yerde Çinliler vardı. Bütün mamuller Çin malıydı. Tekrar lokantaya geldik, Latif ile birlikte geç saatlere kadar geçmişi yad ettik. Erkenden yola çıkacağımızdan vedalaştık.
Latif´in bize ayarladığı pansiyona istirahate geçtik.

17/07/2012 Sabah..
Pansiyondan çıktıktan sonra kapalı otoparka gittik. Emin çamaşırlarını tekrar gözden geçirdi, otomobili çıkartmadan ana caddede bir Türk ün işlettiği lokantaya girdik.
Lokantada sabah temizliği vardı. Görevli birisi Türk idi selam verdik ve çorba istedik.
Mercimek çorbamızı içtik, ardından Türk çayı ve hesabımızı ödedik.
Caddedeki bir meyveciden biraz meyve aldıktan sonra otomobilimizi parktan aldık yola koyulduk.

MACARİSTAN DAN AYRILIŞ.

ROMANYA’DA GECE YARISI ÖNÜMÜZE BİR CADI ÇIKIYOR…