Başkanlık sistemlerinde bir tek sorumlu vardır, o da başkandır. Sistem, bir kişinin kararları üzerinden döner.

Ekonomik krizin sorumlusu da o bir kişi ve ona her şeyi yönlendirme imkânı veren sistemdir.

Berat Albayrak'ın istifası üzerine yapılan yorumlar hep meseleyi kişi üzerinden ele aldı, bir kişi gidince her şeyin düzeleceği sanıldı. Olaylara sistemsel açıdan bakmamak sorunlarımızı çözmemizi de engelliyor.

Başkanlık sistemlerinde -kurumsal aklın- yerini kişisel akıl alır. Kurumsal akıl, büyük ve uzun tecrübeler sonucu çok akılla oluşturulmuş bir akıldır. İçinde tecrübe vardır, çoklu düşünme vardır, tarih vardır, gelenek vardır. Kurumsal akıl, duygusallıklara açık değildir, çünkü o bir insana ait olmaktan çıkmıştır.

Oysa kişisel akıl, her türlü psikolojik etkiye açıktır, duygusal davranma, aklın yerine hisleri öne çıkarma ihtimali vardır.

Büyük devletleri kurumsal akıl yönetir, kadroların değişmesi, temel politikaları, milli hedefleri etkilemez.

Ne yazık ki, Albayrak'ın istifasına bu yönde bir yaklaşım söz konusu olmadı. Keyfiliğe, yolsuzluğa, israfa, kayırmacılığa çanak tutan sistem hiç sorgulanmadı. Onun için kadro değiştiriyor ama hiç bir problemimizi çözemiyoruz.

D.Acamoğlu ile James A.Robınson Ulusların Düşüşü isimli kitaplarında kurumsal aklın önemine dikkat çekerek, kurumların gerçek hayatta davranış ve güdüleri etkilediklerinden ulusların başarı veya başarısızlıklarını şekillendirdiklerine işaret ederler. Onlara göre, bireysel yetenek toplumun her aşamasında önem taşımasına rağmen onun pozitif bir kuvvete dönüşmesi için bile kurumsal bir çerçeveye ihtiyaç vardır.

İşte ekonomik kriz ve Albayrak'ın istifası konusunda gözden kaçan husus budur. Başkanlık sistemi o kurumsal aklı veya çerçeveyi yok ettiği için önümüzü görmekte zorlanıyoruz. Kurumsal akıl ile bireysel aklı en iyi anlatan örnek belki de şudur: Gece karanlığında yolun sağını solunu aydınlatarak önümüzü görerek yürümemizi sağlayan ışıklar kurumsal aklı, yolda yürüyen kişinin görüş kapasitesi ise kişisel aklı temsil eder. O ışıkların, lambaların kesildiğini düşünün, o karanlıkta ne kadar görebilirseniz o kadar yürürsünüz.

Acemoğlu ve Robinson kitaplarında tezlerini desteklemek için bir tarafı Meksika'ya bir tarafı ABD'ye ait olan Nogales kentini örnek verirler. Kentin ABD tarafında kişi başına düşen milli gelir 30 bin dolar iken, Meksika tarafında 10 bin dolar civarındadır. İki tarafı farklı kılan, sakinlerine çok farklı imkânlar sunan, sınırın iki yanındaki birbirinden çok farklı kurumlardır.

ABD tarafında, vatandaş kurumlara ve kurumların meydana getirdiği hukukun üstünlüğüne güveniyor,

Mülkiyet haklarının çiğnenebileceği endişesi taşımıyor,

Siyasal kurumların istikrar ve sürekliliği güvence altına alınmış olmasından dolayı geleceğe güvenle bakıyor,

Günün birinde bir diktatörün iktidara gelip, oyunun kurallarını değiştirmeyeceğinden, varlıklarına el koymayacağından, onları hapse atmayacağından yahut yaşamlarını ve geçimlerini tehdit etmeyeceğinden emindiler.

Oysa şehrin Meksika yakasında bu unsurların hiç biri yoktu. Aynı şehrin iki farklı siyasal sistemle yönetilen bölgelerinde ortaya çıkan gelişmişlik farkı, kurumların, hukukun üstünlüğünün, demokrasinin, hukuk güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Tartışacaksak, Albayrak'ı değil, vatandaşa hiç bir konuda güven vermeyen, ülkeyi her gün biraz daha geri götüren sistemi tartışmalıyız.