İskender Öksüz hoca Karar Gazetesinde,"Niçin geri kaldık?" sorusuna cevap arayan iki güzel yazı yazdı. Bu soru Türk ve İslam dünyasının içinde düştüğü içler acısı durumdan rahatsız olan her aydının cevabını araması gereken bir soru.

Geçmişte "din terakkiye manidir" denilerek toptancı bir yaklaşımla bu iş dinin üzerine yıkılmıştır. Halbuki bu millet en ilerideyken de şimdi en gerilerdeyken de aynı dine mensuptu. Din doğrudan ilerlemeye mani olmaz. Ama onu yanlış yorumlayarak terakkinin önüne bir engel olarak çıkarmak mümkün. Nitekim, Kuran'ı bir ekonomi veya bilim kitabı gibi görenlerin yaklaşımları böyledir ve bu yaklaşım ilerlemeye çok büyük darbe vurmuştur.

Bilim ayrıdır din ayrıdır. Din bilim değil bir hayat rehberidir,yol gösterir, ahlaki ölçüler verir, toplumun huzur ve barış içinde yaşamasının imkanlarını ve reçetelerini sunar. Kuran,İlim kitabı değildir ama ilme teşvik eder. Hukuk kitabı değildir ama hukuklu, kurallı yaşamayı tavsiye eder.

Din terakkiye manidir diyenlere karşılık bir de her ilmin Kuran'da, dinde olduğunu söyleyenler vardır. Bunlara göre hayatı, insanı, şu kainat kitabını etüt etmeye gerek yoktur. Kuran'a bakarak bütün ilimlere sahip olmak, dünyanın önüne geçmek ve bu düşünce sefaletinden, geri kalmışlıktan kurtulmak mümkündür. Bu bakış tarzının ne kadar sakat ne kadar İslam ve akıl dışı olduğunu anlamak için uzun analizlere gerek yok, dünyaya bakmak kafi. Bugün bilimde, teknolojide en ileri toplumların Kuran'a hiç bakmayan, en geri olanların ise Kuran'a bakan ama onu anlamayan toplumlar olduğunu görmek yeter.

Bir şeye yanlış bakarsanız hem onu hem aradığınız şeyi kaybedersiniz. İslam'a bu mantık ve mantalite ile bakmak hem bilimi hem de İslam'ı kaybetmemize neden olmuştur. Bu aanlayış, bu din yorumu kesinlikle İslam'a uyan bir bakış tarzı değil. Dinde aranmaması gereken şeyi dinde aramak hem yanlış bir din anlayışını ifade eder, hem de aranan şeyi ebediyen kaybetmemize sebep olur.

Öksüz Hoca yazısında, bir başka eksiklik ve çarpıklık olarak her şeyi eskide, kadimde aramaya, otoritelere başvurmaya dikkat çeker ve bununda bilimsel gelişmenin önündeki engellerden biri olduğunu söyler. Batı'da bilim, serbest düşünce uzun asırlar boyunca Kilisenin hegemonyası altında kalmış,Kilisenin kabulleri bilim sayılmıştır. Batı ancak bu zincirleri kırdıktan sonra bilimde, teknolojide sıçrama yapabilmiştir. Bizde Kilise benzeri bir müessese olmadığı iddialarına rağmen, -bilim hala- din adamlarının referansına bağlıdır. Bilimsel buluşlar, arayışlar, din adamı titri taşıyanların fetvası ile ancak bir anlam kazanabilmektedir. Bu da başka bir bastırma şeklidir, bugün hala varlığını bütün canlılığı ile sürdürmektedir. Bu din anlayışı aslında Kuran'a, sünnete bağlı bir din anlayışı değil, o otoritelerin idrak ve kapasiteleri ile belirlenen bir anlayışıdır.

Öksüz hoca, faiz ve ekonomi politikaları için Necip Fazıl ve Erbakan örneklerini verir. İslam dünyasının muhteris despotların ayakları altında ezilmesine, bir türlü demokratik yönetimler kuramamasına da benzer örnekler vermek mümkündür. Mesela Necip Fazıl, hayalindeki devlet şeklini -baş yücelik rejimi olarak- tanımlar. Her şeyi nefsinde toplamış bir başyüce ve ona bağlı bir başyücelik meclisi. Bu tip bir yönetimin bir nevi dikta yönetimi olduğunu söylemeye gerek var mı? Yöneticiyi, toplumdan ayırma, ululama, farklı bir beşeri hiyerarşi oluşturma,- insanı insan olmakla eşit, takvası ile farklı gören- hangi İslam'a sığar? İmam-ı Gazali ve birçok alim,zorla iktidarı ele geçirenin hilafetinin(devlet başkanlığının) meşru görmüştür.Hatta zalim sultan'a karşı gelmeyi dinen doğru bulmayan birçok alim vardır.Din, zulmü de, zulme boyun eğmeyi de yasaklamıştır, ama kimin umurunda.

Bu ülkede dindar görünen veya dini konularda yazı yazan yazarların görüşleri, hep kişisel görüşler,tecrübeler olarak değil, din olarak okunmuştur. Bir İbrahim Hakkı'nın Marifetnamesi mesela. Burnu şöyle olanın karakteri şöyle olur, çenesi büyük olan inatçı olur, cin..l organı büyük olan şöyle, küçük olan şu yapıda olur.Bunlara bile yazarının kimlik ve imajından dolayı din olarak bakılmıştır. Hala da öyle okunmaktadır. Bunları din diye okuyan bir toplum bilim devrimini yapabilir mi? Bunda geçmişten tevarüs eden, din adamı kimliği ile bilim adamı kimliğini özdeş görme anlayışının da büyük etkisi vardır.

İlim hayatta, toplumda, tabiatta aranır, ilmi dinde aramak onu kaybetmektir.Asırlardır olduğumuz yerde debelenip durmamızın nedeni budur. İnandığımız şey din değil, kendi yarattığımız veya başkalarının önümüze koyduğu fikirlere din olarak inanmamızdır. Din, bilim ve siyasetin her biri yerli yerine oturtulmadıkça bu geri kalmışlık kader olmaya devam edecektir.Din geri bırakmaz, lakin onu doğru anlamaz, her bilimsel gelişmenin önüne dikerseniz bu din anlayışı geri kalmışlığın en önemli sebeplerinden biri olur.