Hep böyle başlar zaten.

Zafere giden bütün yollar dağlık arazilerden, dikenli tarlalardan, soğuk iklimlerden, cehennem sıcağı çöllerden uzayıp geçer..

Siz hiç vahalardan, mehtaplı gecelerden, güneşli günlerden geçerek kutsaliyet arzeden zaferlere gark olanı gördünüz mü?

Ben şahsen ne gördüm ne de duydum…

Bu yüzdendir ki, zorlukları, sıkıntıları, çileyi her şeyden önce bu mesnetsiz iftiraları da, zaferin kaçılmanız ve olağan ritüellerinden sayarım..

Yok paralelciler, yok fitneciler, yok ihanetçiler, yok riyakarlar, yok uşaklar, yok dış mihraklar, falanlar filanlar velhasıl günlerimiz, haftalarımız, aylarımız böyle telef edildi..

Yani anlayacağımız baş Bey’imiz kahramandı( ki bu saatten sonra bizim için kara kağan) değişimden, başarıdan, gelecekten yana tavır alan bütün ülkücüler ise ayrım yapılmaksızın kriptolu ajan…

Bilimsel değil belki ama sosyal dayanaklarım bana; Ahlaki değerlerden nasibini almamış kimselerin ve ya toplulukların , çaresizliklerle yüz yüze kaldığı durumlarda iftiraya başvurduklarını çoğu kez kanıtladı.

Gerek İslam Tarihine, gerek Türk Tarihine baktığımızda da bu gerçeği çok net biçimde görüyoruz..

Öyle ya; Sıpıksın denilen Yusuf’tu(HZ), İftirayı atan inkarcılar, Yalancısın denilen Hud’du(HZ), iftirayı atan inkarcılar, Sihirbazsın denilen Musa’ydı, iftirayı atan inkarcılar, İffetsizin dinilen Aişe’ydi, iftirayı atan ise müşrikler, münafıklar.

Görüldüğü gibi genel olarak bütün iftiracıların ortak özelliği vardı, hepsi inkarcıydılar...

Bizlerde kendimize bir taraf seçtik. Ya nefsi uğruna iftira atanlardan olacaktık, ya da iftiraya uğramak bahasına adaleti, doğruyu, demokrasi savunacaktık..

El Hak! Biz ikincisini seçtik..

Dedim ya onca zorlu yolardan, çilelerden, sıkıntılardan sonra geldik şafağın arifesine..

Gün doğumuna ramak kala, gözümüz ufukta, gönlümüz ise umutla.. Elbette ki zorlayacağız zifiri karanlıkları, son doğum sancılarımız bunlar, elbette ki aşacağız..

‘’Niyet haraya(nereye), akıbet oraya’’ demiş ulu atalarımız..

Biz zafere niyet ettik, gayrı geldi çattı taç takma vakti!

Buna herkes ama herkes şahitlik etmeli..

Yine bundan ötürüdür ki, demesin kimse, ben gelmessem ne olur diye, biz gitmezsek ne olur!

Ne olacağını söyleyeyim size..

Sanırım bir, bir buçuk ay önceydi. Sivas Mitingine katılmak için almıştım biletimi. Fakat saat oldukça erkene denk geldi. Sabah 05.00 ‘te kalkacaktı uçağımız. Tabi ben hava alanı mesafesini de göz önünde bulundurarak saat 03.00 gibi uyandım. Annem telaşlanmasın diye de sessizce hazırlanıp, fark ettirmeden evden çıkmaya itina gösterdim. Bilirsiniz annelerimiz işte.. Ne kadar büyürsek büyüyelim, kelebek zannederler çocuklarını.

Tabi saatte gece yarısı diliminde oluğu için kaygısını da anlayabilirdim. Neyse kapadım dış kapıyı, gecenin soğuğu çarpınca yüzüme iyice uyandım. Oh be dedim kendi kendime, annemi uyandırmadım, iyi iş çıkardım.

Tam binecekken aracıma, balkondan annemin sesini duydum; Titriyordu sesi, belli ki kaygısı derindi. Ah kızım dedi, saat gece yarısı.. Korkuyorum ya başına bir şey gelirse, lütfen gitme diye..

Hem ne olur sen gitmessen, ne olur sanki.. O an düşündüm mantıklı bir cevap vermeliydim, ikna etmeliydim annemi.. Döndüm arkamı. Ne olacak biliyor musun güzel annem ne olacak… Ben gitmessem bir kişi eksik olacak. O eksik olan kişi de, ben olmak istemiyorum, buna hakkım yok dedim. O vakit git, işin rast gelsin dedi…