Meşhur meseldir ve doğrudur ki “Söz ağızdan bir kere çıkar!” Ancak ne var ki özellikle günümüz Türkiye siyasetinde bu söz amiyane tabirle “yalama” olmuş durumda. Siyasilerimiz konuşmalarının başında söylediklerini ortalarında, sonlarında ya da başka konuşmalarında inkâr edebiliyorlar. En son şu Amerikalı Papaz Brunson ve İsmet Paşa polemiği konularında söylenip duranlar bile felaket. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, daha önce AKP Genel Başkanı olarak sanırım Genel Merkezlerinde yaptığı bir konuşmada, ısrarla papazı isteyip duran ABD’ye adeta rest çekiyor ve aynen, “Bu fakir bu görevde olduğu sürece bu teröristi iade etmeyiz” diyordu. 12 Ekim günü yapılan duruşmada Papaz Efendi serbest bırakılınca ve ABD’ye gideceği söylenince“Acaba Tayyip Bey görevden ayrıldı mı” demekten kendimi alamadım doğrusu. Ama malum, siyasette laf bitmez, çare tükenmez; bu defa bizimkiler, “Yargı bağımsızlığı”na vurgu yapıverdiler. Trump ise ta oralardan kafaları karıştırdı: “Bu konuda Türkiye ile çok çalıştık!...” Çıkın işin içinden çıkabilirseniz!

Bu mesele taze sayılır ve çok su götüreceğe benziyor. Onun için biz geçelim öbür konuya…

Ak Parti yetkilileri ve özellikle Genel Başkanları Recep Tayyip Erdoğan hemen her fırsatta CHP ve bu partinin 45 yıl önce rahmeti Rahman’a kavuşmuş olan eski Genel Başkanı İsmet İnönü ile ilgili bir konuyu gündeme getiriyor ve eleştiriden de öte hakarete varan ifadeler kullanıyorlar. Recep Tayyip Erdoğan, yeni oluşturulan sistemin bir sonucu olarak aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı da olduğundan bu tür konuşmalar yapması yadırganıyor.

İsmet İnönü, Türk İstiklal Savaşı’nın Başkomutanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakın silah ve çalışma arkadaşlarından biridir. Atatürk, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir ve diğer yakın arkadaşlarının hemen hepsi de Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde yetişmiş genç subaylar olup can çekişen devleti yeniden ayağa kaldırabilmek için Çanakkale’de, Yemen çöllerinde, Libya’da, Galiçya’da savaşarak cepheden cepheye koşmuşlar, Anadolu işgal edilince de kader birliği ederek Osmanlı Devleti’nin küllerinden yeni bir Türk devletinin doğmasına öncülük etmişlerdir. Onun için hepsi de bizimdir ve hepsi de tarihi kahramanlarımızdırlar. Türkiye’de yaşayan ve bu ülkenin nimetlerinden faydalanan herkesin öncelikle ve tereddütsüz bunu kabul etmesi şarttır.

Bizler Türk Milliyetçileri olarak İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı zamanında yaşanan 1944 milliyetçilik olaylarını elbette unutmayız. Başta büyük Türkçü Atsız ve o sırada genç bir teğmen olan Alparslan Türkeş olmak üzere zamanın önde gelen Türk Milliyetçilerine yaşatılan zulüm içimizde bir yaradır. Bunu da her zaman dile getirmiş, her yıl 3 Mayıslarda onları yâd etmişizdir ve bu uygulama sonsuza kadar sürecektir. Ancak şimdi konumuz bu değil. Zaten Ak Partililerin İnönü ve CHP ile olan meselelerinde de bu konunun hiç ama hiç adı geçmiyor. Yalnız, hatırlatmış olmakla iyi mi yoksa kötü mü ettiğimi de bilemiyor ve samimi olmasalar bile bunu da kullanırlar diye endişe ediyorum.

Hani, “Maksat üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi” diye bir tabir vardır. Ak Partililer ve başta Genel Başkanları İsmet İnönü ve CHP’ye vurarak her ikisini de birden yapmak istiyorlar. Siyaseten CHP’yi yıpratacak, özellikle din vurgusu yaptıkları için de bir bakıma aba altından sopa göstererek oylarını koruyacak ya da arttıracaklar. Benim anladığım bu.

Din kimsenin tekelinde değildir. Kimin samimi Müslüman olduğunu ya da Müslüman görüntüsüne rağmen gerçek Mümin olup olmadığını herhalde Allah’tan başka kimse bilmez, bilemez. Akıl yürütüp iftira atarak dedikodu kazanını kaynatmak ise gıybettir ve Cenab-ı Allah’ın ayeti ile sabittir ki bu, “Ölmüş kardeşinin etini yemek” gibidir: “Ey İnsanlar! Asılsız dedikoduların birçoğundan sakının. Zira bu, başınıza dert açabilir. Birbirinizin kusurlarını irdelemeyin. Kiminiz kiminizin arkasından çekiştirmesin. Siz ölmüş kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mısınız? İşte ondan tiksindiniz! O halde Allah’ın azabından sakının. Kuşku yoktur ki Allah pişmanlıkları her an kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurat Suresi, Ayet 12)

Sayın Cumhurbaşkanı ve öteki AKP’li yetkililer CHP ve İnönü’yü gündeme getirdiklerinde genelde din üzerinden gidiyorlar ve belki açıkça demeseler bile adeta dinsiz” demeye getiriyorlar. Oysa İsmet Paşa’nın tıpkı Atatürk ve diğer silah arkadaşları gibi bir Osmanlı Subayı olarak yetiştiğini biliyoruz. Dolayısı ile Osmanlı Türkçesini ve Kur’an okumasını bildiğinde şüphe yok. Çünkü sivil ve askeri eğitimde bunlar görülüyor. Dolayısı ile dini bilgilere sahip olmaması mümkün değil. Sosyal medyada bu konular gündeme gelince, hemşerim, emekli öğretmen Ali Baki Çatal, benim de tanıdığım, Burdur’un Bucak İlçesi Kestel Köyü’nden “Bozlarlı Ahmet Ağa” namı ile tanınan rahmetli Ahmet Bozkurt’un, “İsmet İnönü’yü, İzmir treninin kompartımanında namaz kılarken gördüğünü” anlattığını yazdı. O zamanlar hiç camisi olmayan Çankaya’ya da bizzat kendi parası ile cami yaptırdığı da zaten fark ettirmese de daha sonra canlı şahitleri tarafından belgelendi. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Topkapı Sarayı’ndaki kutsal emanetlerin zarar görmemesi için verdiği mücadele de yazıldı, anlatıldı ama “Camileri kapattı, ahır yaptı” diye iftira atanlar camilerde nelerin saklandığı açıklanmasına rağmen oralı bile olmadılar. Bunları ispat etmek elbette üzerimize vazife değil. Ancak İsmet Paşa AKP tarafından daha çok dini konularla gündeme getirildiği için kamuoyunun dikkatine sunmakta, bilgi kirliliğini önlemekte fayda var. Bilmeyenler için söyleyelim; bu da tıpkı yol üzerinde bulunan zararlı bir maddeyi kenara atmak gibi güzel bir davranıştır ve sadakadır.

Ben esasen bu yazımda İsmet Paşa’nın vefatından sonra defin için hazırlanması ve tabuta konması sırasında yaşananlarla ilgili sanırım kamuoyunun hiç bilmediği bir konuyu dikkatlere sunmak istiyorum. Bazı sohbetlerde anlatmış ve yıllar önce de genel dağıtımı olmayan bir dergide yazmıştım ama Haber Erk’te yayınlayarak belki İnönü Ailesi’nin bile unuttuğu bu bilgi ile tarihe not düşmek istiyorum.

İsmet Paşa malum, 25 Aralık 1973 tarihinde vefat etmişti. O tarihlerde, hemşerim Sayın Mehmet Özcan Çankaya Müftüsü olarak vazife yapıyordu. Defin işlemleri için İnönü’nün, “Pembe Köşk” olarak bilinen evinden kendisine telefon edilir ve defin için hazırlık yapmaları ricasında bulunulur. Mehmet Bey, bir ev sohbetinde konu ile ilgili olarak aynen şunları anlatmıştı:

“Telefon gelince hemen, CHP’ye yakın olduklarını bildiğim iki imam arkadaşı da alarak köşke gittik. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra Mevhibe Hanım, daha önce İsmet Paşa’ya hediye edilen ve evlerinde özenle saklanan Kâbe Örtüsü’nü getirerek tabuta örtülmesini istedi. Orada bulunan paşalardan bazıları itiraz etmeye kalkınca da Mevhibe Hanım sesini yükselterek tavrını koydu:

- Beyler! İsmet Paşa Müslüman adamdı ve bu Kabe örtüsü O’nun tabutuna örtülecek!..

Tabuta, Türk bayrağı ile birlikte Kâbe Örtüsü de örtüldü.”

Bu anlattığım uydurulmuş bir hikâye değil, olayı bire bir yaşayan zamanın Çankaya Müftüsü’nün birinci ağızdan anlattığı yaşanmış bir olaydır. Dolayısıyla, milletin hassas noktalarına dokunarak hele de hayatta olmadıkları için cevap verecek durumda olmayan insanlar üzerinden siyaset yapmak doğru değildir. Her şeyin ve özellikle böyle konuların doğrusunu Allah bilir.

Satırlarımı Peygamber Efendimizin bir Hadis-i Şerifi ile bitiriyorum: “Ölülerinizi hayırla yâd ediniz!”