Prof. Dr. Şule Gök Tüdeş'in, "Baş aşağı giden iktidarlar, seçim sistemiyle oynarlar…" başlıklı yazısında dikkat çeken ifadeler yer aldı.

Tüdeş'in yazısı şu şekilde:

Türk siyasi tarihine bir göz attığımız zaman iktidarların seçim sistemlerini değiştirmek istedikleri dönemlerin, güç kaybetmeye başladıkları ve iktidarlarını kaybetme riski taşıdıkları dönemler olduğunu rahatlıkla görebiliriz.

1946’dan 2015’e kadar olan seçim süreçlerinde ülkemizde, Liste Usulü Çoğunluk, D’hondt  Sistemi-Çevre Barajlı, Milli Bakiye, D’hondt  Sistemi-Barajsız, D’hondt  Sistemi-Çift Barajlı (ülke ve bölge), D’hondt  Sistemi-Çift Barajlı+kontenjan ve D’hondt  Sistemi-Ülke Barajlı seçim sistemleri uygulanmıştır. Bu sistemlerin bir kısmı nispi temsil sistemi olarak diğerlerine nazaran daha adaletli temsili sağlamaktadır. Diğer kısmında ise en çok oyu alan parti, aldığı oy oranının üzerinde temsil hakkına sahip kılınarak güçlendirilmiştir. Böylece adalet değil, sözüm ona siyasal istikrar önceliklenmiştir. Halbuki tek başına iktidar olmanın, siyasal istikrarın tek parametresi olmadığı bilinen bir gerçektir. Burada uzun uzadıya bu seçim yöntemlerinin özellikleri, öncelikleri, avantajları ve dezavantajları ile ilgili sizleri sıkmak niyetinde değilim, merak edenler yüce Google’dan rahatlıkla öğrenebilirler.

Ancak yazımın başında da belirttiğim gibi  siyasi tarihimizde bir çok iktidar partisi seçim sistemleri ile oynarken, demokratikleşmeyi ve mecliste adaletli temsili önceliklendirmemişlerdir. Kendi bekalarını nasıl devam ettireceklerinin hesabını yapmışlardır.

Çok yakın siyasi tarihimize baktığımızda  12 Eylül 1980 Darbesi sonrası 1983 yılındaki ilk kısıtlı ve yasaklı seçimin avantajını kullanarak iktidar olan Anavatan Partisi’nin (ANAP) 1986 yılına gelindiğinde ciddi yönetim sorunlarıyla karşılaştığını ve güç kaybettiğini görüyoruz. 

Ülkede enflasyon oranları ciddi oranlarda artmıştır. Bazı ürünlerdeki zam oranları %100’leri bulmuştur.

Halkın 1983 yılında alternatifsiz seçim yaptığı yıllar geride kalmıştır.

Ve  o dönem,  ANAP 1983’te %42 olan oy oranını 1986 seçimlerinde %32’ye düşürmüştür. Ve 86 seçimleri ANAP için baş aşağı düşmenin başlangıcı olmuştur.

86 seçimlerinden sonra ANAP,  partisinin MYK’sında, seçim sistemini, barajları ve bölgeleri büyük partiye, yani kendisine avantaj sağlayacak şekilde değiştirme kararı almıştır.

Ayrıca referandum sonucu Süleyman Demirel, Alpaslan Türkeş ve Bülent Ecevit’in seçim yasaklarının kalkması ile iyice zora düşen iktidar, rakiplerinin seçime hazırlanmasının önüne geçmek için erken seçim kararı almıştır.

ANAP Hükümeti devrin darbeci Cumhurbaşkanına ışık hızı ile imzalattığı seçim kanunu ile çoğunluk partisine yani iktidara açık ara avantaj sağlayan üst barajlar (kontenjan) engelini getirmiştir rakipleri için.

Ve  bugün olduğu gibi o günde medya ve televizyon gücünü elinde bulunduran iktidar, seçimlerden yine birinci parti çıkmıştır.

Sonuç itibarı ile 1987 seçiminde meclise girmeyi başaran üç partinin oy dağılımı:

ANAP %36.3-292 milletvekili,

SHP %24.81-99 milletvekili,

DYP %19.1-59 milletvekili

şeklinde gerçekleşmiştir.

Ancak 31.12.87’de 2. Özal Hükümeti kurulmasına rağmen, o günkü siyaset yazarları, ANAP’ı seçim kazanmakla değil hezimete uğramakla tanımlamıştır.

ANAP’ın oy oranı %45’den %36’ya düşmesine rağmen, Özal’ın getirdiği yeni seçim sistemi ile partinin milletvekili sayısı %52’den %64’e çıkmış ve parti, oy oranının çok üzerinde adaletsiz  bir temsil elde etmiştir mecliste.

O dönemi Özal KHK’lar ile yönetmişti.

O dönemde rüşvet ve yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmıştı.

O dönemde muhalefet parti belediyelerine merkezi otorite yaptırımları uygulanmıştı.

O dönemde hayali ihracat patlamıştı.

O dönemde imar rantları gündeme gelmişti.

O dönemde banka dolandırma olayları konuşulmuştu.

Ve bu dönemde artık ANAP tarihin tozlu sayfalarındaydı…

Demem o ki, dar bölge seçim sistemi de getirseniz, daraltılmış bölge seçim sistemi de uygulasanız, son manevralarınızdır…

Tarih önünde, sonunda tekerrür edecektir…

Adaletle kalın, demokrasi ile olun…

Editör: TE Bilişim