Nuhoğlu konuşmasında “Çağımızın en büyük hastalıkları ne coronavirüstür ne kanserdir; çağımızın asıl hastalıkları cehalettir, doymayan gözdür, aşırı egodur, vicdan eksikliği ve empati yoksunluğudur. Bu hastalıkların biri, birkaçı veya tamamı artık yaygın olarak bir kişide görülebilmektedir. Bizi ilgilendiren tarafı, bu hastalıklara maruz kalanların önemli görevlere gelmiş olmalarıdır.Bunların bir ortak tarafları daha vardır; kör ve sağırdırlar, kendilerinden başkasını görmez ve duymazlar; biat ettiklerine hizmet etmeyi ibadet zannederler. Aslında, yetişme tarzına uygun olarak gassalın elinde meyyit gibidirler. Kendi iradeleriyle hareket etme kabiliyetleri yok olmuştur.Bunların dışında görevli yok mudur?" sorusu akla gelebilir. Elbette vardır ama onlar her işe karışmadıkları ve karıştırılmadıkları için sonuca etkili olamıyorlar.” diyerek sözü Cumhurbaşkanının Ayasofya ile ilgili konuşmasına getirdi.

CUMHURBAŞKANI’NA TUZAK KURULUYOR

Konuşmaları kimler hazırlıyorsa pek çok konuşmasında Cumhurbaşkanına tuzak kurulduğunu belirten Hayrettin Nuhoğlu “10 Temmuzda Ayasofya'yla ilgili konuşmanın içinde şöyle bir cümle geçmektedir: "Esasen tek başına veya tek parti döneminde alınan bu karar tarihe ihanet olmanın yanında hukuka da aykırıydı." Cumhurbaşkanının Atatürk döneminde alınan karar için "tarihe ihanet" demesi mümkün değildir. Üstelik Cumhurbaşkanının Ayasofya'nın 1936 yılında tapuya Ayasofya-ı Kebir Cami-i Şerifi adıyla kaydedilmiş olduğunu bilmemesi de mümkün değildir. O hâlde olanları nasıl yorumlayacağız?Saraydaki aşırı masraflar gibi personel konusunda da aşırıya kaçılmıştır. Cumhurbaşkanının da "İtibardan tasarruf olmaz." demek suretiyle görüntüden rahatsız olmadığı anlaşılabilir; bize göre itibar böyle sağlanmaz.” dedi.

NUHOĞLUN’DAN İTİBAR İÇİNTARİHİ ÖRNEKLER

Asıl itibarın da şatafatlı saray görüntüsüyle değil, sade ve gösterişsiz bir görüntüyle sağlanabileceğini, vicdanlı ve adil davranmak gerektiğini belirten Hayrettin Nuhoğluİtibarın nasıl sağlanacağı konusunda örnek olarak büyük Türk Hakanı Attila'yla , Halife Ömer’in devlet temsiliyetinianlatan kıssaları paylaştı.

“Milattan sonra 450 yılında Roma elçilik heyeti, Hun Hakanı Attila'ya bütün Roma'dan topladıkları altınları haraç olarak götürüyorlardı. Heyette günlük tutan tarihçi Priskos anlatıyor: "Hazar Denizi'nden Adriyatik'e, Baltık Denizi'nden Karadeniz'e kadar neredeyse Avrasya'nın yarısına hükmeden Hun İmparatoru Attila'ya, büyük bir kafile, Roma İmparatorluğu'nun haracını altın olarak sandıklarla götürüyorduk. Hun başkenti Sycambria'ya vardığımızda Attila'nın sarayını sorduk; büyükçe bir çadırın yerini tarif ettiler, şaşkınlık içinde yaklaştık. Çevrede ne muhafızlar vardı ne de korumalar; çadırın kapısında beli kılıçlı genç bir kız vardı. Ne istediğimizi sordu, sonra bizi çadıra Attila'nın yanına aldı. Attila bir sedire oturmuş, önünde tahta bir kap, tahta bir kaşıkla yemek yiyordu. Kim olduğumuzu ve geliş maksadımızı öğrenince bir yetkilisini çağırtıp 'Bu elçilik heyetinin önce yüklerini boşaltıp teslim alın, sonra bunları rahat ettirip yemek verin.' diye emir verdi, sonra dönüp yemeğini yemeye devam etti.

İki yabancı görkemli atları yedeklerinde Medine sokaklarında sarayın yerini soruyorlardı. "Ne sarayı? Burada saray yok." dediler. Yabancılar "Peki, kralınızın yeri nerede?" diye sordular. Bir Medineli "Ne kralı? Burada kral da yok." sonra "Siz Halifeyi yani Ömer'i soruyorsunuz galiba." dedi. Yabancılar "Evet, onu yani sizi yöneteni soruyoruz." dediler. Medineli tarif etti "Şu ilerden dönün, karşınıza uzun yalaklı bir çeşme çıkacak. Çeşmenin arkasındaki küçük ev, onun yeri." Yabancılar oraya vardıklarında çeşmenin arkasında, evin önünde bir adam bekliyordu. Ona Ömer'i sordular. Bekçi onları Ömer'e götürdü.Bu iki yabancı, Bizans İmparatorunun İslam Halifesi Ömer'e gönderdiği iki elçi idi. Onlar "Sen Halife Ömer misin?" dediler. "Evet, ben Halife Ömer'im." dedi. Elçiler "Biz sarayınıza gelmek isterdik." dediler. Ömer "Benim sarayım yok. Burası benim evim." dedi.Bizans'ı dize getiren Müslümanların Halifesini böyle bulmaktan şaşkındı elçiler. Bu kadar eşit ve adil bir ülkede Müslüman olarak kalmaya karar verdiler.”

DİYANET İŞLERİ BAŞKANINI İSTİFA ETMELİDİR

Hayrettin Nuhoğlu ayrıca “Son zamanlarda artan Atatürk düşmanlığına ne yazık ki devlet kurumlarında sorumluluk taşıyan kişiler de eklenmiştir. Sosyal medyada pervasızca saldırgan tavırlar sergilenirken Türk milletini asıl derinden yaralayan gelişme Diyanet İşleri Başkanından geldi. Atatürk düşmanlarına olan muhabbetini gizlemeyen bu kişi, Ayasofya'yı tapuya "cami" olarak kaydettirdiği için saygı göstermesi gerekirken, konuşmasında Atatürk'ün adını zikretmeden lanete uğrayacağını ifade etmiştir. AKP sözcüsü ve yandaşlar her ne kadar anlam değiştirmeye çalışsalar da söylediği cümle aynen şöyledir: "Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar. Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar." Burada kastedilen çok açıktır. Tepkilerden kaçmaya çalışmak, lafı düzeltmeye uğraşmak yerine Diyanet İşleri Başkanını istifa etmeye çağırıyorum.” diyerek Atatürk’e yapılan pervasızca saldırılara tepkisini dile getirdi.

Editör: TE Bilişim