Demokrasi ve milli iradeye yönelik ordu ve bürokrasi merkezli oligarklar tarafından gerçekleştirilen, tarihe “Postmodern darbe “ olarak geçen müdahalenin 24. yıldönümünde, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun dava ve yol arkadaşı, Ülkücü hareketin önde gelen isimlerinden araştırmacı-yazar Hakkı Öznur, 28 Şubat sürecini ele alan çok önemli bir yazı yayınladı. Yazısında, 28 Şubat’ın aktörlerini, Refah-Yol hükümetine yönelik iç ve dış baskıları, Genelkurmay’ın siyasete açıktan müdahalesini, ordu içindeki BAAS’cı zihniyeti ve yapıları anlatmıştır. Yazısında BBP lideri şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun tarihi rolüne ve önemine dikkat çekmiş; Yazıcıoğlu’nun, Refah-Yol hükümetine neden destek verdiğini, niçin iç ve dış mihrakların hedefi olduğunu, bütün baskılara ve dayatmalara rağmen ilkeli ve dik duruşuyla tarih yazdığını, demokrasiye ve milli iradeye sahip çıktığını yazmıştır. Yazıcıoğlu’nun cesur açıklamalarıyla, tavrıyla, Türkiye’yi BAAS’çı darbeden kurtardığını, ABD/İsrail muhibbi askeri vesayetle mücadele ettiğini, sivil siyaseti tehdit eden Org. Çevik Bir  şurekasını rezil rüsva ettiğini, Mesut Yılmaz vb. siyasetçilerin korkak tavırlarına nasıl karşı çıktığını, orduyu darbeye çağıran, vesayetçi çevrelere karşı nasıl durduğunu, cuntalara neler söylediğini olaylarla, belgelerle anlatmıştır. 

Hakkı Öznur’un  28 Şubat sürecini anlatan yazılı açıklamasının tam metni:

“Türk siyaset tarihi yazılırken açılması gereken en önemli başlıklardan biri de şüphesiz “Muhsin Yazıcıoğlu ve Türk siyaseti”dir. Milletin adamı “ŞEHİT LİDER” Muhsin Yazıcıoğlu, 40 yıllık siyasi yaşamı boyunca askeri vesayete, bürokratik vesayetlere, parti vesayetine, yargı vesayetine, hep karşı olmuştur. Siyasette otoriterleşme eğilimlerine hep dikkat çekmiştir. Tek parti güdümlü otoriterleşmeye karşı durmuş  adaleti,  demokrasiyi ve özgürlükleri savunmuştur. Tek adam, tek parti rejimi peşinde koşan zihniyetleri ülke ve demokrasi açısından tehlikeli olarak görmüş ve her türlü otoriter anlayışa ve otokratik siyasete karşı çıkmıştır. Çoğulcu sivil ve demokratik bir anlayışı savunuyordu Tek adam tek parti anlayışına totaliter ve otoriter zihniyetlere temelden karşıydı. Darbecilerle, darbe peşinde koşanlarla, cuntalarla,  bürokratik oligarşi ile her türlü kriptolarla  daima mücadele etmiş, demokrasiyi ve milli iradeyi savunmuştur.

Muhsin Yazıcıoğlu, “1993 örtülü darbe” sürecinde, “28 Şubat” ve e-muhtıra döneminde askeri vesayetle, vesayetçi çevrelerle mücadele etmiş, demokrasiye sahip çıkmıştır. Darbe şartlarını olgunlaştırmak isteyen, Gladyo ile NATO ile ABD ile ilişkili vesayetçi çevrelerin oyunlarını bozmuş ve deşifre etmiştir.

28 Şubat 1997 kararlarının arkasından 24 yıl geçti. 28 Şubat kararları antidemokratikti. Askeri vesayet, milli iradenin tercihiyle Meclis’e gelen, hükümeti kuran sivil yönetime her türlü baskıyı yapıyordu. Yakın politik tarihe askeri vesayet tarafından “Postmodern Darbe” olarak nitelenen 28 Şubat sürecinin, öncesinin, sürecin ve sonrasının çok iyi bilinmesi lazım.

93  SÜRECİNDE  “DARBE” PEŞİNDE KOŞAN ÇEVRELER VARDI

12 Eylül 1980 darbesinden 12 yıl sonra, Türkiye, darbe söylentileri ile çalkalanacaktı. Bu kaotik süreçte, ordu içinde de kaynamalar vardı. 12 Eylül 1980 öncesinde olduğu gibi, ordu içinde bazı generaller, yüksek sesle askeri darbeyi seslendiriyorlardı. Merkez medyada da darbe çığlıkları yükseliyordu. Laik-ulusalcı çevreler, “ordu yönetime el koymalı” diyordu. Bu yönde Genelkurmay karargâhına tazyikler ve baskılar vardı. 1992 Eylül’ünde başlayan darbe söylentileri, dış basında da yer alıyordu. Washington ve Batı merkezlerinde, darbe ile ilgili konuşmalar ve Türkiye üzerine toplantılar yapılıyordu. Ankara’daki özellikle ABD ve diğer Batılı ülkelerin büyükelçileri, diplomatları, bağlı oldukları ülkelerin dışişlerine raporlar gönderiyordu.

BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu,  “ordu göreve” diyerek askeri kışkırtan militarist çevreleri yerden yere vuruyordu. Yazıcıoğlu, bürokratik oligarşi ile irtibatlı militarist kesimlerin ülkemizde “Laik-antilaik çatışması” çıkartarak, BAAS tipi bir dikta rejimi peşinde koştuklarını dile getiriyordu. Yazıcıoğlu, “Darbe dönemleri kapanmalı, antiparlamenterist akımlara karşı toplumun bütün kesimleri, duyarlı olmalı, demokrasiye sahip çıkmalı” diyordu.

REFAH PARTİSİ BİRİNCİ PARTİ ÇIKTI,  GENELKURMAY, TÜSİAD, DIŞ ODAKLAR RAHATSIZ OLDU

24 Aralık 1995 genel seçimleri öncesi ordu yine kaynıyordu. Ekim 1995 yılında ordunun bir muhtıra hazırlıkları yaptığı Genelkurmay Karargahı’na yakın laik-Kemalist çevrelerde dile getiriliyordu. Genelkurmay Karargahı ve TÜSİAD, yaptırdıkları kamuoyu yoklamalarında Refah Partisi’nin 1. parti çıktığını görünce endişeye kapılmışlardı. Hem askerler hem patronlar bu durumdan rahatsız olmuşlardı. TÜSİAD, bu durum üzerine klasik merkez sağ seçmene “oylarınızı bölmeyin” çağrısı yapıyordu. Ancak çıkan seçim sonuçları, TÜSİAD ve askerleri derinden rahatsız etmişti.

TÜSİAD Başkanı Halis Komili ve bazı TÜSİAD üyeleri, Tansu Çiller’e “Mesut Yılmaz’a söyleyelim. Siz de özveride bulunun, üçüncü bir ismin başbakanlığında koalisyon için uğraşın” diyorlardı. Yabancı sermaye de ANA-YOL’u istiyordu. Merkez medyanın yayın organlarından Sabah gazetesinin 23 Ocak 1996 tarihli manşeti, her şeyi izah ediyordu: “Yabancı sermaye ANA-YOL’u bekliyor.”

Erbakan hükümeti kuramayınca, Demirel, yeni görevi 3 Şubat günü ANAP lideri Mesut Yılmaz’a verdi. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, TÜSİAD patronları ve merkez medya, ANAP-DYP koalisyon hükümetinin kurulması için Mesut Yılmaz ve DYP lideri Tansu Çiller’e baskı yaptılar.

GENERALLER MECLİS’E GELEREK SİVİL SİYASETE MÜDAHALE ETTİLER

Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve kuvvet komutanları, 7 Şubat 1996’da TBMM’ye gelerek ANAP’lı Meclis Başkanı Mustafa Kalemli’ye Mesut Yılmaz’a söylemesi için RP ile koalisyon hükümeti kurmamalarını, hükümeti DYP ile kurmaları mesajını verdiler. Aynı komutanlar TBMM’de “Laiklik ve Atatürkçülük” konuşmasından dolayı Mustafa Kalemli’ye tebriklerini sundular.

Bu süreçte ANAP ile RP arasında devam eden görüşmelerde anlaşma sağlanacaktı. 14 Şubat’ta RP lideri Erbakan, Mesut Yılmaz ile bir araya geldi. Erbakan bu görüşmede Yılmaz’ın başbakanlığına bile razı olmuştu. Hatta iki partinin kurmayları ön protokol bile hazırlamışlardı.

İki parti bankalıklar da bile anlaşmıştı. İcracı bakanlıklarını 8’i ANAP, 9’u Refah’ın olacaktı.  ANAP lideri Mesut Yılmaz, 21 Şubat 1996 günkü Hürriyet gazetesinde çıkan mülakatında “Refah’ın denenmesi gerektiğine inanıyorum” diyordu. Bu açıklama statükocu kesimleri, rahatsız etmişti. Bazı komutanlar, iş adamları tepkilerini ANAP’lı Meclis Başkanı Mustafa Kalemli ve bazı ANAP kurmaylarına iletiyorlardı. Gösterilen sert tepkiler Mesut Yılmaz’ı korkutacaktı. Yılmaz RP ile hükümet kurmaktan vazgeçecekti. 24 Şubat 1996’da ANAP-RP görüşmeleri sona erdi. Yılmaz, askerlerin baskıları sonucu RP ile koalisyon hükümeti kurmayacaklarını, RP lideri Necmettin Erbakan’a söyledi.

MUHSİN YAZICIOĞLU: ANADOLU’DA BİR SÖZ VAR.  EL SIKIŞTIKTAN SONRA DÖNEKLİK OLMAZ!

RP lideri merhum Necmettin Erbakan, hoca Mesut Yılmaz’a “sen ne biçim adamsın” diye kızmıştı. Erbakan, son bir ümit olarak BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nu Meclis’te ziyaret ederek, Mesut Yılmaz’la görüşüp onu ANAP-RP hükümeti için ikna etmesini rica ediyordu. Erbakan Hoca’nın bu ricası üzerine ANAP lideri Mesut Yılmaz’la görüşen Muhsin Yazıcıoğlu, Yılmaz’a, bu hükümetin kurulmasının, ülkenin menfaatine olduğunu, demokrasi arayışların devam ettiğini, ülkenin istikrar ve huzura ihtiyacı olduğunu söylüyordu.

Mesut Yılmaz ise bu görüşmede Muhsin Başkan’a bu işin mümkün olmadığını, üzerinde büyük baskılar olduğunu, askerlerin, patronların, merkez medyanın, ANAP-RP hükümetini istemediğini anlatıyordu. Mesut Yılmaz, Muhsin Başkan’a; “ne yapayım askerler istemiyor.” diyordu. Muhsin Yazıcıoğlu ise; “Askerler ne karışır bu işe, siyaseti biz mi yapıyoruz, askerler mi?” diyordu.

Mesut Yılmaz, “O iş öyle kolay değil.” deyince Muhsin Başkan cevaben şu tarihi sözleri söylemiştir:

“Mesut Bey, Anadolu’da güzel bir söz var. El sıkıştıktan sonra döneklik olmaz. Sen Erbakan Hoca ile anlaşmışsın, hükümeti kurmak için son noktaya gelmişsiniz. Şimdi ise oyunbozanlık yapıyorsun. ‘Askerler istemiyor’ diye hükümeti kurmaktan vazgeçiyorsun. Böyle siyaset, böyle liderlik olmaz. Senin yapman gereken, hükümeti kurup, sana baskı yapan, siyasete müdahale eden generalleri hemen emekliye sevk etmektir. Ben 12 Eylül darbesini yaşamış biriyim. Bunlardan korkma. Bunlardan korkarsan, hükümet kuramazsın.”

Muhsin Yazıcıoğlu RP-ANAP koalisyonunun kurulmasını askerlerin engellediği yönündeki iddialara açıklık kazandırılmasını söyleyerek şu tarihi cümleleri sarf etmişti:

“Kimse millet iradesi dışında bir iradeyi Meclis’e dikte ettiremez. Genelkurmay, Cumhurbaşkanı, yetkililer, iddialarla ilgili açıklama yapmalıdır. Kimse ordumuzu iç siyasetin içine çekmez. Ordumuzu yıpratmaya kimsenin hakkı yoktur. Orduyla milleti karşı karşıya getirmeyin”.

YAZICIOĞLU:  ANA-YOL HÜKÜMETİ SİLAH ZORUYLA KURULAN BİR ÇANKAYA HÜKÜMETİDİR

ANAP-RP koalisyon hükümeti kurulmayınca, Genelkurmay ve burjuvazinin isteğiyle Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığında 3 Mart 1996 günü zoraki nikah denilen ANA-YOL hükümetinin temeli atıldı. DSP’nin de desteklediği ANA-YOL hükümeti, 6 Mart 1996’da kuruldu. RP, böylece devre dışı kaldı. ANA-YOL hükümeti 12 Mart 1996 günü Meclis’ten güvenoyu aldı. 257 kabul, 207 red, çekimser 80 oyla hükümet, güvenoyu aldı.   ANA-YOL hükümeti de fazla uzun ömürlü olmadı. Topu topu 3,5 ay, 110 gün sürmüştü. Çiller ve Yılmaz arasındaki çekişme, hükümetin yıkılmasına sebep oldu. Gensoruyla düşürülmek istemeyen Mesut Yılmaz, 6 Haziran 1996’da istifa etti, bir gün sonra hükümeti kurma görevi Cumhurbaşkanı Demirel tarafından tekrar RP lideri Necmettin Erbakan'a verildi. Muhsin Yazıcıoğlu “ANA-YOL hükümeti, silah zoruyla kurulan bir Çankaya hükümetidir” diyordu.

 İÇ VE  DIŞ  BASKILARA RAĞMEN  REFAH-YOL HÜKÜMETİ KURULDU 

RP lideri Necmettin Erbakan’ın, DYP lideri Tansu Çiller'le yaptığı görüşme neticesinde RP-DYP koalisyon hükümeti 28 Haziran 1996'da kuruldu. Bu hükümetin kurulması üzerine bürokratik oligarşi tekrar harekete geçerek hükümetin güvenoyu almaması için yoğun baskılara başladılar. TÜSİAD ve Genelkurmay, DYP lideri Tansu Çiller'e; “nasıl olur da irticanın temsilcisi RP ile hükümet kurarsınız” diyorlardı. Genelkurmay, TÜSİAD, merkez medya Refah-Yol hükümetine karşı saldırıya geçtiler.

DYP lideri Tansu Çiller ile ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın anlaşamaması üzerine yıkılan hükümet, TÜSİAD’ı derinden üzmüştü. Patronlar ve Genelkurmay, RP ile koalisyona karşıydı. RP-DYP hükümeti kuruldu kurulmasına ama güvenoyu alması için 7 milletvekiline ihtiyaç vardı. Yani Büyük Birlik Partisi’nin milletvekillerine… Büyük Birlik Partisi bir kez daha demokrasiden ve özgürlüklerden yana tavır alarak, sandıktan birinci parti çıkan RP’nin DYP ile kuracağı koalisyon hükümetine kerhen destek verdi. Bunun üç sebebi vardı:

1. Çoğulcu demokrasinin gereğini yerine getirmek,

2. Milli, İslami değerlere bağlı çevrelere, (özellikle fanatik RP tabanına) Müslümanların iktidarını engellediler dedirtmemek,

3. Oligarşik ve bürokratik dikta rejiminin devamından yana olan otoriter ve totaliter düşünceye sahip zihniyetlere karşı, sivil, demokratik, hukukun üstün olduğu iradeyi ortaya koymaktı.

Kilit parti olan Büyük Birlik Partisi’ne, hükümete destek vereceğini açıklaması üzerine statükocu kesimlerden baskılar ve tehditler geldi. Kartel medyası da aldıkları talimatlarla BBP’ye yönelik iftira ve linç kampanyaları başlattılar. BBP’nin milli, yerli, inançlı, kararlı, demokratik ve dik duruşu, egemen güçleri rahatsız etti.

MUHSİN YAZICIOĞLU: DEMOKRASİ DÜŞMANLARINA BOYUN EĞMEYİZ,  HİÇBİR GÜÇ VE ODAK TANIMAYIZ

Şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun askeri vesayete karşı çıkan, demokrasinin yanında yer alan tavrını içlerine sindiremeyen ANAP’lılar, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Refah-Yol hükümetine verdiği “evet” kararından vazgeçirmek için Meclis’te baskı yapmaya kalktılar. ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın özel olarak görevlendirdiği, Türkiye Cumhuriyetin 53. Hükümeti olan (ikinci Mesut Yılmaz hükümeti ya da ANA-YOL olarak bilinen” hükümette Devlet Bakanlığı görevi de yapan, ANAP Trabzon milletvekili Eyüp Aşık, Muhsin Yazıcıoğlu’ndan randevu talebinde bulundu.

Muhsin Yazıcıoğlu ise her zamanki zarif tutumu ile randevu talebini kabul etti. Görüşmeye gelen milletvekili Yazıcıoğlu’na, “Efendim sizin duruşunuz ve tavrınız, kamuoyunda herkes tarafından takdir ediliyor. Hakkınızda kimse kötü bir söz etmiyor. Fakat bir noktada sizden rahatsızlık duyuluyor. Yeni kurulacak hükümete güvenoyu vereceğiniz söyleniyor. Bu konuyu bir kez daha düşünür müsünüz?” demiştir.

Yazıcıoğlu ise “O, sizin şahsi görüşlerinizdir. Biz parti olarak yetkili kurullarımızla istişare yapar, alınan karar ne ise onu uygularız. Biz, milli iradeden yanayız. Demokrasinin köklü bir şekilde yerleşmesi için sandıktan çıkan iradeye de saygılıyız. Parti olarak ülkemizde istikrarın temini için her şeyi yapacağız” diye karşılık vermiştir.

MESUT YILMAZ’IN  ‘DARBE OLUR’ MESAJINI MUHSİN YAZICIOĞLU’NA İLETTİLER

Aynı milletvekili ikinci kez liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu ile görüşerek “Yarınki güven oylamasında ‘evet’ derseniz eğer, sizin için sıkıntı olacak” şeklinde konuştu. Bu sözler üzerine Yazıcıoğlu, “Ne sıkıntı olacak? Biz düşündük, değerlendirdik, ülkemiz ve milletimiz için en doğru karar bu. Dolayısıyla biz tavrımızı orada ortaya koyacağız” demiştir. Bunun üzerine milletvekilinin bu kararlarının sonuçlarının ağır olacağını ima eden cümleleri üzerine Muhsin Başkan, “Kimse bizim aldığımız kararı değiştiremez, kimse bize dayatma yapamaz, milletin aleyhine iş yaptırtamaz. Biz, milletimiz ne diyorsa onu yaparız.  Herkes demokrasiye saygı göstermelidir. Demokrasiyi tanımayanları, milli iradeyi tanımayanları, biz hiç tanımayız. Bizim hayatımız, şer odaklarıyla mücadeleyle geçti. Zalimlere, darbecilere, cuntacılara asla boyun eğmedik. Git seni gönderenlere bunları aynen söyle.” şeklinde cevap verdi.

Anavatan Partisi milletvekili Eyüp Aşık, Oltan Sungurlu ile ısrarla ‘evet’ oyu vermemelerini istedi. Mesut Yılmaz’ın ‘Destek vermeyin, Meclis açık kalsın’ şeklindeki ‘darbe’ imasını iletmişlerdi. Güven oylamasının olduğu günün öncesinde Anavatan Partisi Milletvekili Eyüp Aşık, Meclis’te Muhsin Yazıcıoğlu’nun oturduğu sıraya birkaç defa geldi. Israrla “Mesut Bey’in çok selamı var. Durum vahim, yara açılmış vaziyette. Ne olur tuz, biber ekmesin arkadaşlar. Aksi halde bu yara bir daha kapatılamaz. Milletin meclisi açık kalsın. Destek vermeyin ya da oylamada çekimser kalın” diyerek, darbe imasında bulundu.

BBP, HÜKÜMETE KERHEN DESTEK VERDİ

6 Temmuz 1996 Cumartesi günü Muhsin Yazıcıoğlu, Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada hükümete "kerhen destek" vereceklerini açıkladı. Muhsin Başkan, Refah-Yol hükümetine oy verilmemesiyle ilgili olarak, kendisine yapılan baskıları şöyle anlattı:

“Benim bu hükümetin güvenoyu almasına sebep olmamam için birtakım ziyaretler de oldu bana. Ama ben bunların hiç birisine aldırmadım. Benim yakın çevrem de tanıyor, biliyor, bundan haberdar olan arkadaşlar da var. Ben, ‘Meclis’in iradesi esas olacak, Meclis’ten çıkan karar kabul edilecek, biz onun dışında hiçbir dayatmaya, hiçbir telkine aldırış etmeyiz.’ dedik. Nihayet sekiz milletvekilinin oyuyla da Refah-Yol hükümeti kuruldu. Refah-Yol hükümetine güvenoyu veririm, vermem, bunun tercihini yapacak olan benim, bunun tercihini yapacak meclistir. Vermeyecekler, kim vermeyecek, çıksın kendileri vermeyeceklerini söylesin. Ama ben Meclis’in iradesini esas alıyorum.”

MUHSİN YAZICIOĞLU:  BİZİM ALLAH’TAN BAŞKA KİMSEDEN KORKUMUZ YOK!

Sürecin en hararetli günlerinde askeri vesayet, tekelci sermaye, tekelci medya, oligarşik güçler, şehit liderimize gözdağı vermeye çalıştılar ama yiğit liderimiz, küresel güçlere ve onların yerli iş birlikçilerine şu tarihi sözleri söylemiştir:

“Benim adım Muhsin Yazıcıoğlu. Bana baskı sökmez. Ben kimseden emir ve talimat almam. Bizim Allah’tan başka kimseden korkumuz yok. Biz milli iradeye inanıyoruz. Milli iradenin dışında hiçbir iç ve dış odak tanımayız. Demokrasi dışı arayışlara şiddetle karşıyız. Demokrasinin arkasında durmaya ve demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz. Sizi gönderen patronlarınıza, paşalarınıza söyleyin, hiçbir güç odağı Muhsin Yazıcıoğlu’na milletin aleyhine, demokrasinin aleyhine bir iş yaptıramaz. Ben ve dava arkadaşlarım milletle siyaset yaparız. Sadece milletimize hizmet ederiz. Herkes bunu böyle bilsin. Bizi uşaklarıyla, piyonlarıyla maşalarıyla karıştırmasınlar!”

KÜRESEL GÜÇLER REFAH-YOL HÜKÜMETİNİ DÜŞÜRMEYE ÇALIŞTI

Refah-Yol hükümeti, 8 Temmuz 1996’da 265 ret oyuna karşılık, 278 kabul oyu aldı. BBP evet oyu verdi. Hükümette DYP’li olup da güvenoyu vermeyenler vardı. Refah-Yol hükümeti, güvenoyu aldıktan hemen sonra görevine başladı. Bu hükümet kuruluşuna müteakiben içeride ve dışarıda saldırılarla karşı karşıya kaldı.

Tekelci sermaye ve oligarşik güçler, Refah-Yol hükümetinin yıkılması için kampanyalar başlattılar. “Sivil ihtilal kuvvetleri” çalışmaya başladı. Hükümetin ekonomide kısa dönemdeki başarıları ve izlemiş olduğu bazı doğru siyasetler, çıkar çevrelerinin işine gelmedi. Yüksek faiz lobisi ve dış odaklar, Refah-Yol hükümetinin yıkılması için Atina’da bir araya gelerek düğmeye bastılar. Ardından hükümeti sarsmak için tarikatlar, Aczimendiler, kalkancılar, kurban, türban, Kudüs gecesi, İran gezisi vb… gibi önceden hazırlanan senaryolar uygulanmaya konuldu. Bazı servisler tarafından özel olarak hazırlanan senaryolar, piyasaya sürüldü, Medyada manipülatif şekilde kullanıldı. Refah-Yol hükümetine karşı çıkan ordu, merkez medya, burjuvazi ve CHP, dört koldan antidemokratik girişimlerde bulundular. TSK, “İrtica, PKK’dan daha tehlikeli” dedi.

MUHSİN YAZICIOĞLU DEMOKRASİ DÜŞMANI GENERALLERLE İLGİLİ   BAŞBAKAN ERBAKAN’I UYARDI

9 Ocak 1997 tarihinde, 28 Şubatçıların sesi Hürriyet gazetesine konuşan bir askeri yetkili, “gerekirse silah kullanacağız” diyordu.  Basında çıkan, demokrasiyi tehdit eden, sivil siyasete müdahaleye dönük haberler üzerine Muhsin Yazıcıoğlu, Başbakan Erbakan’a, “Demokrasi dışı arayışlar devam ediyor. Genelkurmay’a hangi askeri yetkilinin silah kullanacağını sorun. Genelkurmay Başkanlığı size bağlı bir kurum, sivil siyasete müdahale eden bu şahsı bulun, bununla irtibatlı askerleri bulun. ‘Bunlarla ilgili soruşturma açın, tahkikat başlatın’ diye yazı yazın, emir verin yoksa bunlar hükümeti yıkmak için her şeyi yaparlar” diyerek tavır koymasını istemişti. Fakat dönemin Başbakanı rahmetli Necmettin Erbakan Hoca, irade ortaya koyamıyor ve durumu geçiştiriyordu.

Sistemli olarak yapılan çalışmalar doğrultusunda, “fırtına hareketi” önce 4 Şubat 1997’de Sincan’da tanklar yürütülerek başladı. Ardından bilinçli bir şekilde medyada “darbe geliyor, muhtıra yakında” haberleri tahrikçi bir şekilde verildi. Ortam, askerlerin medyada bilerek verilen sivil iradeye yönelik açıklamalarıyla daha da sertleşirken, artık 28 Şubat’a iyice yol alınacaktı. Gölcük toplantısında alınan kararlar doğrultusunda sivil siyasete müdahale eden askeri bürokrasi Refah-Yol hükümetine gözdağı vermek için anayasal bir suç işleyerek 4 Şubat 1997’de Sincan’da tankları yürüttü.

MUHSİN YAZICIOĞLU: NAMLUSUNU MİLLETİNE ÇEVİRMİŞ BİR TANKI ASLA ALKIŞLAMAM

4 Şubat 1997’de Sincan’da yürütülen tanklar için Genelkurmay Karargahı’na en sert tepkiyi Muhsin Yazıcıoğlu gösterdi. Milletin adamı, demokrasi savunucusu Muhsin Yazıcıoğlu, tankların sokağa çıktığı gün bayram eden ve askeri tahrik eden zinde güçleri, “Demokraside çözüm, asker çağırmak değildir” diyerek uyarıyordu. Tankları alkışlayan antidemokratik çevreleri, Türkiye’yi maceraya sürüklemek isteyen karanlık çevreler olmakla itham etti ve onlarla mücadele etti. 5 Şubat 1997 tarihli Gündüz gazetesinde askerin siyasete müdahalesini eleştiren sözleri şöyleydi: “Bu çevrelere sesleniyorum. Rüzgar eken, fırtına biçer ve bu fırtınadan mutlaka kendileri zarar görür.”

Muhsin Yazıcıoğlu iki gün sonra başka bir açıklamasında “Namlusunu milletine çevirmiş bir tankı asla alkışlamam” dedi. Bu sözleri de 7 Şubat 1997 tarihli Gündüz gazetesinde manşetten verildi.

4 Şubat 1997’de Sincan’da tank yürüten, milli irade ve demokrasi düşmanı, ulusalcı militarizme, oligarşik güçlere; “Askerin yeri kışladır. Ordu sivil siyasete müdahale etmemelidir, ‘ordu göreve’ diyen darbeci zihniyet, demokrasi ve millet düşmanıdır.” diye haykırmış, cesareti ve dik duruşuyla milletin gönlünde taht kurmuştu.

Demokrasiye müdahale eden, TSK içindeki mezhepçi cuntaların organize ettiği tankların yürüyüşünü 23 Şubat 1997’de Washington’da katıldığı bir baloda yaptığı konuşmada; “Demokrasiye balans ayarı” olarak ifade eden Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir’in açıklamalarına en net tavrı yine milletin adamı olan Muhsin Yazıcıoğlu göstermiş ve “Demokrasiye balans ayarı yapmak, kimsenin haddi değildir. Bu ülkede demokrasi, asker, sivil herkese lazımdır. Demokrasiye balans ayarı yapmak, sivil otoritenin emrinde olan bir askeri bürokrata düşmez.” sözleri ile darbe peşinde koşan generallere tarihi bir cevap vermiştir.

BÜROKRATİK OLİGARŞİ, BASKIYLA 28 ŞUBAT KARARLARINI ALDIRTTI

Org. Çevik Bir gibi 28 Şubat’ın önemli aktörlerinden Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya da 28 Şubat 1997 kararlarından 4 gün önce, “dinci akımlar, PKK’dan daha tehlikeli” diyordu. Genelkurmay Karargâhı, sivil iktidara psikolojik savaş operasyonları yaptı. Katı laikçi Oramiral Güven Erkaya, hükümete en radikal çıkışları yapan, MGK toplantılarında Başbakan Necmettin Erbakan ve diğer bakanlara haddini aşan ve en sert sözleri sarf eden, Refah-Yol hükümetinden nefret eden bir orgeneraldi.

Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak ve diğer Refah-Yol karşıtı kadronun beyni, kimi çevrelere göre BÇG’nin de mimarı olan Güven Erkaya’ydı. Anayasa gereği, sivil otoriteye bağlı olan askeri bürokrasi, ne anayasa, ne hukuk, dinledi. Bazı generaller (Doğu Silahçıoğlu, Osman Özbek, Doğu Aktulga vb.), görev alanlarının dışına çıkıp, hükümeti aşağılayıp siyasete müdahale ettiler. Bu süreçte Deniz Kuvvetleri bünyesinde “Batı Çalışma Grubu” (BÇG) adıyla hukuk dışı illegal yapılanmalar meydana getirildi. İnsanlar fişlendi. Topluma gözdağı verilmeye çalışıldı.

Hükümet, MGK’ya boyun eğmişti. Bu atmosferde tek yürekli ses, sivil ve demokratik çıkış şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’ndan geldi. Yazıcıoğlu kararları “örtülü darbe” olarak nitelendirdi. “Bu kararlar ancak demokrasi ve özgürlüklere düşman, otoriter, totaliter, dikta rejimlerinde uygulanır” diyerek karşı çıktı. 28 Şubat MGK kararları, vesayetçi çevreleri, milli ve manevi değerlere düşman “BEŞLİ ÇETE”yi sevindirmişti.  28 Şubat, doğrudan halka ve onun yaşam biçimine karşı yapılmıştır.

YAZICIOĞLU:  SAYIN BAŞBAKAN, KOMUTA KADEMESİNİ DERHAL EMEKLİ ETMELİSİNİZ.  YOKSA, BUNLAR HÜKÜMETİ DÜŞÜRECEK

Muhsin Yazıcıoğlu, Başbakan Erbakan’a antidemokratik 28 Şubat kararlarını imzalatmaya çalışan generalleri emekli etmesini, aksi takdirde bu hükümetin fazla uzun ömürlü olmayacağını, baş başa yaptıkları görüşmede yüzüne söylemişti.

Muhsin Yazıcıoğlu, RP lideri Başbakan Necmettin Erbakan’a, açıkça, demokrasiye müdahale eden, sivil siyasete karışan, faşist 28 Şubat kararlarını baskıyla dikte ettiren komutanları emekli etmesini, yoksa hükümetin ömrünün uzun olmayacağını söyledi. Tansu Çiller de Erbakan’a Yazıcıoğlu’nun söylediklerini söyledi. Erbakan ise hem Yazıcıoğlu’na, hem ortağı Çiller’e Cumhurbaşkanı Demirel’in komutanların emekliye sevk edilmesine sıcak bakmayacağını ve karşı çıkacağını söyledi.

MUHSİN YAZICIOĞLU: TÜRKİYE, İRAN OLMAYACAK, CEZAYİR OLMAYACAK. SURİYE YAPILMASINA DA BİZ ASLA MÜSAADE ETMEYECEĞİZ!

Herkes darbeden korkarken, suspus olurken köşelerine çekilirken, milletin adamı “MUHSİN BAŞKAN”, ülkeyi felakete sürüklemek isteyen, tek partili rejim kurmaya çalışan Sol cuntalara, hukuk dışı yapılara meydan okuyor, demokrasiden taviz vermiyordu. Patronlar kulübü “TÜSİAD”ın da içinde yer aldığı, “Beşli Çete” denilen Genelkurmay karargâhı ile irtibatlı “sivil ihtilal kuvvetlerinin” ve ordu içindeki mezhepçi cuntaların antidemokratik baskıları devam ediyordu. Kartel medyası, iş dünyası ve onların Meclis’teki temsilcileri olan bazı siyasi partiler, demokrasi dışı arayışları sürdürüyordu.

12 Haziran 1997 günü Başbakanlık konutunda bir araya gelen Başbakan Necmettin Erbakan, yardımcısı Tansu Çiller ve şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, aldıkları askeri müdahale duyumlarını konuşuyorlardı. DYP lideri ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’e göre, 13 Haziran’da askerler, darbe yapacaktı.

Muhsin Başkan, bu toplantının hemen ardından Başbakanlık binası önünde bekleyen gazetecilerin darbe sorularını cevaplandırırken, birtakım yerlere anında ulaşan, adrese teslim öyle bir söz söylüyordu ki demokrasi ve milli irade düşmanı ordu içinde MDD’ci (Milli Demokratik Devrim), mezhepçi zihniyetin oyununu bozuyor, hamlelerini boşa çıkarıyordu. Askeri darbe ile yönetime el koyup, BAAS’çı/Nusayrici bir dikta rejimi kurma çabalarına; “Türkiye, İran olmayacak, Cezayir olmayacak. Suriye yapılmasına da biz asla müsaade etmeyeceğiz!” diyerek karşı çıkıyordu. BAAS rejimi peşinde koşan Laikçi Faşistlere, Neomaoculara, kartel medyasına, askeri darbeye çağıran sivil ihtilal kuvvetlerine meydan okuyan tek liderdi.

Bu tarihi söz ve çıkış, Genelkurmay Karargâhı’nda bile yankı bulmuş, toplumun birçok kesiminden büyük destek almıştı. Muhsin Başkan, ilkeli siyaseti, dik duruşu ve yiğit tavrıyla 28 Şubat aktörlerinin, küresel baronların, karanlık, oyununu bozmuş, ordu içindeki cuntalara geri adım attırmış, birçok çevreye göre ise; 28 Şubat sürecinde Türkiye’yi mezhepçi, Sol, BAAS zihniyetli bir askeri darbeden kurtarmıştı.

Ordu içindeki mezhepçi cuntalar, 1997 Haziran’ında darbeyi yapmayı planlarken, birtakım siyasiler ve bürokratlar, ‘darbe olacak’ diye yurt dışına çıkma hazırlıkları yaparken, Muhsin Başkan’ın ülkeye ve demokrasiye sahip çıkan tarihi çıkışı, darbeyi tersine çevirecekti.  Muhsin Yazıcıoğlu’nun, ülkenin geleceği ile tarihsel çıkışı etkili olmuş, Türkiye bir Laikçi/BAAS zihniyetli askeri darbeden dönmüştü.

ABD/İSRAİL MUHİBBANI ORG. ÇEVİK BİR: “BU BİR POSTMODERN DARBE”

Demokrasiyi ortadan kaldırmak isteyen çevrelerin destekçisi “sivil ihtilal kuvvetleri”, darbe simsarcısı 5’li çetenin (TÜSİAD, TOBB, TESK, DİSK, TÜRK-İŞ) çalışmaları, laikçi, jakoben, sivil üniformalıların faaliyetleri, garnizon demokratlarının gayretleri, bürokratik statükocu güçlerin temsilcilerinin baskıları, şantajları neticesinde Refah-Yol hükümeti yıkılacaktı. Devlet içerisinde oluşturulan, hukuk dışı BÇG’ler (Batı Çalışma Grubu), ardından düzenlenen Genelkurmay brifingleri ve Meclis iradesine de yansıyan baskılar neticesinde Refah-Yol hükümetinin Başbakanı Necmettin Erbakan istifa etmek zorunda kaldı.

Genelkurmay ve onunla paralel “sivil ihtilal kuvvetleri”nin baskıları, entrikaları ve Meclis’te kurulan mebus pazarı, transfer borsaları, kirli ve derin pazarlıklar ve çeşitli küresel kuşatmalarla 18 Haziran 1997’de yıkılan Refah-Yol hükümeti için Org. Çevik Bir, “bu bir postmodern darbe” diyordu. Sivil hükümeti, operasyonlarla düşüren silahlı gücün bir numarası olan Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ise, hükümet düştükten sonra; “Nizamiye kapısından döndük” diyordu, yani “Başbakan Erbakan istifa etmeseydi, hükümeti de askeri darbeyle yıkacaktık” demek istiyordu. Org. Karadayı, Refah-Yol hükümetinin ardından, 30 Haziran 1997’de kurulan Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığındaki Ana-Sol-D hükümeti için; “Onlara altın tepsi içinde iktidar teslim ettik” diyordu.

DEMOKRASİ DÜŞMANI İLLEGAL “BÇG”  MUHSİN  YAZICIOĞLU’NU, NİZAM-I ALEM OCAKLARI’NI İZLEDİ, TAKİP ETTİ  VE  FİŞLEDİ

12 Eylül öncesi, Washington ile Pentagon ile CIA ile bağlantılı “Saltık Çalışma Grubu” vardı. 12 Eylül sonrasında da devlet içerisinde küresel emperyalizm ile istihbarat örgütleriyle ilişkili, bağlantılı, örgütlü yapıların olduğu bir gerçektir. 28 Şubat sürecinde ‘BAAS’ zihniyetli, millet ve demokrasi düşmanı karanlık bir güruh, ordu içinde cirit atıyor, hukuk dışı, faşist BÇG’yi (Batı Çalışma Grubu) kurmuştur. 2000-2006 arasında yine TSK içinde  BAAS zihniyetli  (Doğu Çalışma Grubu) kurulmuştur.

Şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül 1980 öncesi POL-DER vb. devlet içindeki vatan hainleri tarafından 1993 sürecinde CIA, Mossad, İngiliz gizli servisi vb. istihbarat servislerince, 28 Şubat sürecinde Genelkurmay içinde “BÇG” olarak kurulan ABD, İsrail, İngiltere vb. küresel emperyalizm ile bağlantılı hukuk dışı yapılar tarafından yakından izleniyor ve takip ediliyordu.

12 Eylül öncesi Genelkurmay Karargahı’nda “Saltık Çalışma Grubu” bunlarla iş birliği halinde olan POL-DER adlı Marksist çetenin elemanlarından oluşan “Kaman Çalışma Grubu” (darbeden sonra da bir süre çalışmalarını devam ettirmiştir) Milletin adamı Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili özel çalışmalar yürütmüştür. Mamak’ta, C-5 işkence merkezinde Muhsin Yazıcıoğlu’na ve birçok dava arkadaşlarımıza işkenceler yapmıştır.

28 Şubat sürecinde TSK içindeki BAAS’cı zihniyete sahip, otoriter rejim kurmak isteyen vesayetçilerin ordu içinde kurdukları “BATI ÇALIŞMA GRUBU”, Yazıcıoğlu’nu  demokrasiye sahip çıkan, “Türkiye, Suriye olmayacak” çıkışından rahatsız olmuşlar ve onu hedef seçmişlerdi.

ABD/İsrail muhibbi zihniyetin hakim olduğu demokrasi düşmanı BÇG, şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu'nun ülkenin dört bir yanındaki gezilerini, düzenlenen toplantılarda, kongrelerde, şölenlerde vb. etkinliklerde demokrasiye sahip çıkan askeri vesayeti eleştiren, demokrasi dışı arayışlara karşı çıkan konuşmalarını fişlemişlerdi. Örneğin bir Allah dostunun cenazesine katıldığından dolayı fişlemişti. Yine bu süreçte cuntalara bağlı çalışan istihbarat servisi, Nizam-ı Alem Ocakları'nı da milli ve yerli duruşu, BAAS tipi otoriter rejim kurmaya çalışan millet düşmanı çevrelere karşı çıkışından, dik duruşundan dolayı fişlemişlerdi. 

Muhsin Yazıcıoğlu, milli ve yerli duruşu, küresel emperyalizm ile onların yerli iş birlikçileriyle mücadelesi onun hedef olmasında en önemli faktördür. Yazıcıoğlu, Amerikancı darbeler zincirine, ordu içindeki cuntalara, demokrasi dışı arayışlarda bulunan vesayetçi çevrelere, odaklara millet adına, demokrasi adına karşı çıkmıştır.  Her türlü vesayetçi çevrelerle mücadele etmiştir.

     “GENELKURMAY, ÜLKENİN GÜVENLİĞİYLE İLGİLENMELİ, SİYASETLE DEĞİL”

Muhsin Yazıcıoğlu askeri vesayete ve onun her türlü iş birlikçilerine karşı şunları söylüyordu: “Sivil siyasete ordu karışamaz. Genelkurmay Karargahı, milli güvenliğimizle ilgilenmelidir, siyasetle değil. Siyaset siyasetçilerin işidir, askerlerin değil”.

Muhsin Yazıcıoğlu’na göre 28 Şubat, en ince ayrıntılarına kadar düşünülmüş, küresel bir operasyondu. Yazıcıoğlu darbeler ile ilgili şunları söyledi:

“Türkiye, askeri-bürokratik vesayet altında bu günlere geldi. Yapılan darbe ve müdahalelerin arkasında ABD/NATO’nun olduğu herkesin bildiği bir konudur. Darbelerin, ABD bağlantısı açıktır müdahalelerin, küresel, dış boyutunu kimse inkâr edemez. Demokrasi düşmanı darbeler, bir projedir. Tankların ve süngülerin gölgesinde demokrasi olmaz ve gelişmez. Genelkurmay siyasi parti değildir. TSK, siyasi parti gibi davranamaz. Asker, bir siyasi partinin yan kuruluşu gibi veya onun partizanı gibi tavır ve tutum takınamaz. Demokrasilerde ordunun yeri ve konumu bellidir, görev alanının dışına çıkamaz. Askerin görevi, sivil siyasete karışma veya sivil hükümetlere operasyon yapmak, emretmek, talimat vermek değildir. Ordunun yeri ve konumu bellidir. Kendini milli iradenin üstünde göremez. ‘Ordu göreve, asker darbeye’ diyenler askeri tahrik edenler, demokrasi ve millet düşmanlarıdır. Milletimiz ordusunu seviyor, ancak onun siyasete karıştırılmasını, müdahalesini, darbelerle adının anılmasını, asla doğru bulmuyor. Orduyu iki de bir müdahaleye çağıran vesayetçi zihniyet ülkeye, demokrasiye en büyük kötülüğü yapmaktadır.”

27 NİSAN 2007 E-MUHTIRASINA İLK KARŞI ÇIKAN LİDER MUHSİN YAZICIOĞLU’DUR

Muhsin Yazıcıoğlu, demokrasiye ve millet iradesine sahip çıkan bilge tavrını, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın kaleme aldığı, açıkça demokrasiye bir müdahale olan, 27 Nisan 2007’deki e-muhtıraya, hükümetten önce karşı çıkarak sürdürmüş ve antidemokratik e-muhtıraya ilk karşı çıkan siyasi lider olmuştur. E-muhtıra ile Türkiye sarsıldı. Siyasi partiler içinde ilk tepkiyi Büyük Birlik Partisi verdi. Genel Başkan Muhsin Yazıcıoğlu, "Bildiri, TSK'ya zarar verdi!" diyordu.

BBP lideri, 28 Şubat’ta olduğu gibi Türkiye’nin oligarklarına bir kez daha çok net bir tavır koymuş karşı çıkmıştır. Yazıcıoğlu, bu milli iradeden yana olan demokratik çıkışıyla darbe peşinde koşan militarist kesimlerin önünü kesmiştir, oyunlarını bozmuştur. Muhsin Yazıcıoğlu, ordunun sivil siyasete karışmasına, müdahale etmesine şiddetle karşı çıkmış, askeri vesayetten yana olan demokrasi dışı arayışlarla daima mücadele etmiştir. Antidemokratik bir rejim peşinde koşan dikta rejimi heveslileriyle mücadelenin, demokrasi açısından son derece önemli olduğunu her yerde açıkça dile getirmiştir

Muhsin Yazıcıoğlu, askeri vesayete ve onun her türlü iş birlikçilerine şunları söylüyordu: “Ben 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat bunun moderni, bunun postmoderni hangisi olursa olsun hepsine karşıyım. Türkiye artık darbeler ülkesi olmayacak. Cuntalar ülkesi olmayacak. Mafya ülkesi olmayacak. Buna karşı hep beraber demokrasinin, temel insan haklarının yanında yer almak zorundayız.

Muhsin Yazıcıoğlu, ordu-siyaset ilişkisi ile ilgili yine şunları söylemiştir: “Demokrasilerde çözüm her zaman sandıktır. Darbeler, muhtıralar çözüm değil. Artık ülkemizde, darbeci geleneğin artık kökleri kazınmalı ve silinmelidir. Kim darbeciliğe destek veriyorsa millet, demokrasi ve ülke düşmanıdır Türk demokrasi tarihinde darbe dönemleri ‘karanlık dönemler’ olarak hatırlanmalı, bir daha bu dönemlerin yaşanmaması için herkes demokrasiye sahip çıkmalıdır”

MUHSİN YAZICIOĞLU: AKP 28 ŞUBAT’IN ÜRÜNÜDÜR, AKP BİR “NEOCON” PROJESİDİR”

Genelkurmay, 28 Şubat post modern darbeyle AKP’nin doğuşuna vesile oldu. 14 Ağustos 2001 yılında kurulan AKP’nin kuruluşu kirli ve karanlıktır. Küresel kukla AKP, bir “Neocon” projesidir.  AKP, CIA’nın Türkiye ve Orta Doğu masası şeflerinden, Türkiye uzmanlarından Graham Fuller’in çocuğudur. AKP Washington’un, Batı başkentlerinin, dünya finans kapitalinin, desteği ile kurulmuştur. Arkasında finans kapital, Davoscular, Bilderberg Gruop, Tüsiad ve Doğan medyası vardır.  AKP, ilk baştan itibaren, küresel, kapitalist, emperyalist sistem tarafından desteklenmiştir. Amerika’daki Neoconlar, AKP’ye yıllarca yön vermişler, yol göstermişler düşünce merkezlerinde ağırlamışlar, konuşturmuşlardır.

Şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu, 2001-2009 yılları arasında yapmış olduğu birçok konuşmada şunları söylemiştir: “AKP  28 Şubat’ın ürünüdür. AKP, küresel finans kapitalin desteğiyle kurulmuştur. AKP, küresel bir projedir. Küresel para, oligarşinin kurdurduğu, dışa bağımlı küresel bir şirkettir. AKP, Amerika, İngiltere ve İsrail’in desteğiyle iş başına gelen Atlantikçi bir partidir. Kuruluşu kirli ve karanlık olan AKP’nin her safhasında Neoconlar, CIA istasyon şefleri, TÜSİAD patronları, medya patronları yer almış, açık destek vermişlerdir.”

28 Şubat sürecine direnen, meydan okuyan lider, şehit Muhsin Yazıcıoğlu, havasını atan ise AKP Genel Başkanı Erdoğan ve AKP’de siyaset yapanlar. Şunu unutmayalım: ANAP, Özal, 12 Eylül’ün ürünü, Erdoğan ve AKP ise 28 Şubat’ın ürünü. 11 Ekim 2006 Çarşamba günü yayınlanan “Referans” adlı gazetenin manşetinde Muhsin Yazıcıoğlu’nun şu tarihi sözü vardı: “Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı Tamamen 28 Şubat’ın Ürünüdür”.  Gazetenin 17. sayfası Muhsin Yazıcıoğlu ile yapılan röportaj’a ayrılmıştı.

Muhsin Yazıcıoğlu AKP’nin küresel sermayenin iş birlikçisi olduğunu şu tarihi sözlerle ortaya koymuştur: “AKP, dışarının buyruğu altındadır. Dış odakların sayesinde iktidar olmuştur. Döne döne siyaset yapanlar, her renge ve her boyaya girenler, her duruma göre yeni bir gömlek değiştirenler, bukalemunlar gibi siyaset yapanlar, güç odaklarının önünde eğilip, kapılar arkasında kirli sermayeyle, kirli medyayla, kirli bürokrasiyle ve dış odaklarla anlaşmak suretiyle iktidar olabilirler ve olmuşlardır da... Ama hiçbir zaman millete hizmet edememişlerdir”.

ARŞİV

Editör: TE Bilişim