J.Werner Müller;pek çok populistin galip geldikten sonra da mağduru oynamaya devam ettiğini söyler.

AKP on beş yıllık iktidarı boyunca hep mağduru oynadı. Bir gün askeri vesayetten şikayet etti, bir başka gün faiz lobisinin entrikalarından yakındı.

Şimdi de aynı yakınmalar devam ediyor,sadece isimler değişti. Faiz lobisinin yerini AB,askeri vesayetin yerini ABD aldı. CB Erdoğan geçen gün Almanya polisi nezaretinde benim idam fermanımı yayınladılar gibi bir laf etti.

Dün içerdeki güç odaklarının mağduru olan AKP karşısında bir güç kalmayınca bu defa dikkatini dışarı çevirdi.

ABD veya AB'nin Türkiye'ye yönelik politikalarında masum olduklarını söylemiyorum. Terör örgütlerine verilen destek bugün artık kapalı kapılar ardında yapılmıyor.Suriye'nin bu hale gelmesinde Türkiye'nin yanlış politikalarının ne kadar etkisi varsa ABD ve müttefiklerinin de o kadar etkisi vardır. Kaldı ki özellikle Almanya'nın tepkisi bile bile davet edildi. 1 Kasım seçimlerinde kriz çıkarıp dünya bizi istemiyor demek için her şeyi yaptılar.

Önümüzdeki dönem AB ve ABD üzerinden -mağduriyet- edebiyatı sürecektir. Milli refleksleri harekete geçirmenin en kolay yollarından biri -Haçlı artıklarının-hedefi olduğuna toplumu inandırmaktır. İktidar bunu başarıyla yapıyor.Gündemi istediği gibi yönlendirebiliyor.

Populizm toplumun duygularını yöneterek iktidarda kalmaya vesile olsa da ülke sorunlarını laf kalabalığına getirmekten başka işe yaramaz. Nitekim on beş yıl boyunca Türkiye'nin esaslı sorunlarından hiç biri çözülemedi. On beş yıl önce hangi sorunlarla boğuşuyorduysak yine aynı sorunlarla boğuşuyoruz. Tek fark medya gücü ile problemlerin üstünün örtülmesi,her şeyin güllük gülistanlık gösterilmesidir.

Müller, populistlerin gücü ele geçirir geçirmez yeni anayasa yapmak istediklerini, amaçlarının halk katılımını artırmak değil,popüler liderin -karizmasını kurumsallaştırmak-olduğunu belirtir. Başkanlık sistemine geçerken yapılan düzenlemelere bakıldığında Müller'in hiç de haksız olmadığını, anayasa değişikliklerinin tamamının -kişisel iktidarı-tahkim amacına matuf olduğunu görürüz.

Batı'da Hitler ve Musollini tecrübelerinin yaşanması, halk oyuna her zaman güvenilemeyeceği sonucunu doğurdu.Savaş sonrasında parlamentolar sistematik olarak güçsüzleştirildi,kontrol ve denge mekanizmaları güçlendirildi.Seçmene karşı sorumlu olmayan kurumlar (anayasa mahkemesi gibi) sadece bireysel hakların korunmasından değil,demokrasinin tümünün korunmasından sorumlu kılındı.Halk iradesine kısıtlamalar getirilerek demokrasinin kaderi oy çokluğuna bağlanmaktan kurtarıldı.

2.Dünya savaşında Avrupa'da olanların tam tersi bugün Türkiye'de oluyor. Demokrasiyi koruyacak mekanizmalar tek tek devre dışı bırakılıyor. Her şeyin halk oyuna sunulabileceği gibi yanlış ve tehlikeli bir iklim yaratılıyor.Bu tespitimizi halkoyuna karşı gelmek gibi görenler olabilir ama doğrusu -kimsenin insafına bırakılmayacak-temel haklar olduğunu bilmektir. Mesela bir ülkenin bölünmesini halk oyuna sunamazsınız.İnsan haklarını bir oylama konusu yapamazsınız.İnanç ve ibadetleri yasaklamak için halka gidemezsiniz. Bu örnekler halkın her şeyi belirleyeceği söyleminin ne kadar boş ve gerçek dışı olduğunun göstergesidir. Gerçi halk iradesinin de ne kadar halk iradesi olduğu tartışmalıdır.Karar vericiler,bir şeye karar verdikten sonra halkın rızasını da medya aracılığıyla imal ederler. Naomsky buna -rızanın imali -diyor.

Halk goygoyculuğu iktidarları uzatsa da hiç bir problemi çözmüyor. Her şey bittikten sonra geriye içi boşalmış bir devlet,çökmüş kurumlar,parçalanmış bir toplum ve enkaza dönüşmüş bir ülke kalıyor. O düşman,bu düşman,şu düşman derken bir de bakarsınız ki bir parti için bütün bir dünyayı karşınıza almışsınız.