Resul’ün (sav) hayatında “Teravih” diye bir namaz yoktur. Bir ibadet Kur’an’da ve Resul’ün hayatında yoksa kim “var” diyorsa öncelikle Resul’e iftira atmaktadır.

Resulullah’ın (sav) hayatında, Kur’an’ın kendisine mahsus olarak emrettiği “Gece namazı” (Teheccüt) gibi değişik dönemlerde kıldığı nafile namazların olması gayet doğaldır. Ancak bu namazlar adı üstünde nafiledir ve Resulullah (sav) bunları ümmetin kılmasını emretmediği ortadadır.

Müslümanlar Allah’ın (cc) emrettiği farz ibadetleri yerine getirmekle yükümlüdürler. Farzların dışında yaptıkları bütün ibadetler de bu tür nafileler çeşidindendir.

Bugün maalesef Ramazan ayında kılınması adet haline getirilen ve adına “Teravih namazı” denilen ve bidat olduğu herkes tarafından kabul edilmesine rağmen ibadet nafile olmaktan çıkarılarak sanki farzmış gibi Müslümanlara dayatılmaktadır. Bu nafile ve bidat namazı kılmayanlar ise “Sünnet düşmanı, sünneti inkâr eden kişi vb.” İslam dışı ve gayr-i insani suçlamalara maruz bırakılmaktadır.

Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi gibi meşhur hadisçiler Resulullah’ın (sav), Ramazan ayında kılınacak nafile gece namazını kesin olarak emretmediğini rivayet etmiş ve dostlarını, “Kim iman ederek ve sevabını yalnızca Allah’tan bekleyerek Ramazan ayını ibadetle geçirirse onun geçmiş günahları affolunur.” Diyerek farz ibadetlerin dışında nafile ibadetlerini artırmaya emir değil, teşvik etmiştir.

Bilindiği üzere Teravih, kelime olarak ‘tervîha’ kelimesinin çoğuludur. Bu kelime sözlükte, “Ferahlamak, dinlenmek, huzur duymak ve bir işi kolaylaştırmak için nöbetleşe yapmak.” gibi manalara gelmektedir.

Ramazan ayında yatsı namazının son sünnetinden sonra kılınması istenen ve kimilerine göre 8, kimilerine göre 20, kimilerine göre ise 36 rekât olduğu iddia edilen “Teravih” gibi bir namazın olmadığı ortadaki rekâtların sayısındaki ihtilaftan da anlaşılmaktadır.

Ramazan Kur’an ayıdır ve Ramazan ayını mübarek yapan da Kur’an’ın bu ayda inmiş olmasındandır. Müslümanlar Ramazan ayı gibi mübarek olmak istiyorlarsa öncelikle Kur’an’ı anlama ve hayatlarına aktarma cehdi ve gayesi içinde olmalı ve Kur’an ile ne kadar meşgul olabiliyorlarsa o kadar mübarek olacaklarını bilmelidirler. Kur’an’ı anlama ve hayatın merkezine yerleştirme işi bir Müslümanın en temel görevleri arasında yer almaktadır.

Peki, “Teravih namazı sünnettir ve Resul’ün (sav) hayatında vardır” diyenler neye dayanarak bu iddialarını sürdürmektedirler?

Dayandıkları iki delil vardır. Birincisi, ünlü hadisçi Buhari’nin kitabında geçen şu rivayettir: “Hz. Aişe (ra) Validemiz, ‘Resulullah’ın Ramazan ayında olsun ya da başka vakitte olsun geceleri on bir rekâttan fazla nafile namaz kılmadı.’ Demiştir.”

Bu rivayetten bugünkü manada bir 8, 20 ve 36 rekât “teravih namazı” çıkarmak ne kadar doğrudur? Diyanet Ansiklopedisinde de rekât sayısıyla ilgili sekiz, on, on altı, yirmi, otuz altı, otuz sekiz, kırk gibi sayılar ileri sürülmüştür. İbnü’l-Hümâm ve Süyûtî gibi âlimler, Resul-i Ekrem’in bir gecede vitir dahil on bir rekâttan fazla nafile namaz kılmadığı yönündeki hadislere dayanarak teravihin sekiz rekât olduğunu söylemiştir; İbnü’l-Hümâm sekizden sonra kılınan on iki rekâtın müntahap olduğu kanaatindedir. İmam Mâlik’in teravihin otuz altı rekât olduğunu savunduğu nakledilmekte, ayrıca yirmi rekât olduğu yönünde bir görüşü de bulunmaktadır. Rekât sayısında bile bir araya gelemeyen bu rivayetlerin sahih olduğunu iddia etmek abesle iştigaldir.

Caferî mezhebinde ise teravih namazı yerine bu ay boyunca toplam bin rekâttan fazla nafile namaz kılınması müntahaptır. Zeydiyye’de ise teravih namazını tek başına kılmak müstehap, cemaatle kılmak bidat sayılmıştır.

"Teravih namazı sünnettir ve Resul’ün (sav) hayatında vardır” diyenlerin ikinci delili ise yine ünlü hadisçiler Buhari ve Müslim’de Hz. Aişe (ra) annemizden şöyle rivayet edildiği iddiasıdır:

“Resulullah (sav), bir gece mescitte nafile namaz kılmıştı. Birçok kimse de ona uyarak namaz kıldı. Sabah olunca dostları, “Resulullah, geceleyin mescitte namaz kıldı” diye konuştular. Ertesi gece Resulullah (sav), yine namaza durdu. Halk yine onları konuştu, katılanların sayısı iyice arttı. Üçüncü veya dördüncü gece halk yine toplandı. Öyle ki mescit, insanları alamayacak hâle gelmişti. Ancak Resulullah (sav), o gece yanlarına çıkmadı. Sabah olunca: “Yaptığınızı gördüm. Size çıkmamdan beni alıkoyan şey, namazın sizlere farz oluvermesinden korkmamdır” dedi. Bu hâdise Ramazan ayında cereyan etmişti.”

Bu rivayet incelendiğinde görülecektir ki, Resulullah’ın (sav), kaç rekât nafile namaz kıldığı belli değildir. Birkaç geceden sonra bu nafile namazı mescitte kılmadığına göre cemaatle böyle bir namazın kıldırıldığını iddia etmek de mümkün değildir.

Rivayetlere göre Resulullah (sav) Ramazan dışında nafile namazlarını mescitte kılmazdı. Ramazan da ise son on gününde itikâfta bulunduğu için nafileleri mescitte kılmıştı.

“Resul’ün hayatında Teravih namazı vardır” iddiasını ileri sürenler ve buna delil olarak yukarıdaki iki rivayeti gösterenler şu gerçeği ya bilerek ya da gaflet içinde olduklarından görmek istememektedirler: “Resulullah (sav) mescitte yalnız başına nafile kılmış, dostlarına imam olma gibi bir niyeti olmamıştır. Yine bu hadise sadece bir yıl birkaç kez zuhur etmiş ve Resulullah (sav) vefat edinceye kadar bir daha dostlarına Ramazan geceleri veya diğerlerinde herhangi bir nafile namazı cemaatle kıldırmamıştır.”

Resul’ün hayatında "Teravih namazı vardır" iddiasını ileri sürenler bu hadisenin ne zaman olduğu hususunda da bir görüş birliğine varamadıkları açıktır. Bu hususta Diyanet Ansiklopedisinde şu açıklama yer almıştır: “Ramazan ayının son on günü içinde meydana gelen bu olayın tarihi hakkında farklı fikirler ileri sürülmüştür. Teravihin oruçla birlikte hicretin 2. yılında teşrî‘ kılınmış olabileceği yönünde bir görüş bulunmakla birlikte, Resulullah’ın ikinci defa teravih namazını kıldırdığına dair bir rivayetin nakledilmemesi ve kendisine bu namazla ilgili yeni soruların sorulmamasından hareketle teravihin Risâlet’in son yılında teşrî‘ kılındığı görüşü daha kuvvetli görünmektedir.”

Şu üstü örtülemez bir gerçektir ki; Resulullah’ın (sav) sağlığında olduğu gibi Hz. Ebu Bekir (ra) ve Ömer’in (r.a) halifelik döneminde cemaatle teravih namazı kılındığına dair sağlam bir rivayet yoktur.

Hz. Ömer’in (ra) insanlara nafile namazı cemaatle kıldırdığına rivayet şöyledir:

Abdurrahman b. Abdulkâri diyor ki, Ramazan’da Ömer b. el-Hattab ile beraber Mescide geldim. İnsanlar öbek öbek, kimi kendi başına namaz kılıyor, kimi de arkasındaki cemaate namaz kıldırıyordu. Ömer dedi ki, bunları, güzel Kur’an okuyan birinin arkasında toplasak iyi olacak. Sonra Übeyy b. Ka’b’ın arkasında topladı. Bir başka gece yine Ömer ile beraber çıktım, insanlar imamlarının arkasında namaz kılıyorlardı. Ömer dedi ki, “Bu ne güzel bidat oldu. Bu namazı kılmadan uyuyanlar, burada kılanlardan daha faziletlidirler. Ömer, uyuyup uyandıktan sonra namaz kılanları kast ediyordu.”

Buhari’nin bu rivayetine göre Hz. Ömer (ra) bu namazı kılmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Ömer (ra) gibi bir kişinin kendi kılmadığı namazı başkalarına cemaatle kılın demesinin ise izah edilecek hiçbir yanı yoktur.

Diyanet Ansiklopedisinde ileri sürülen “Teravih namazını başlangıçta cemaate bizzat kıldıran Hz. Peygamber ümmetinin yükünü arttırabileceği düşüncesiyle bu uygulamadan vazgeçmiştir. Onun bu namazı iki veya üç gün mescitte kıldırdığı, cemaatin gittikçe çoğaldığını görünce mescide çıkmadığı ve bunu Allah’ın farz kılabileceği endişesiyle yaptığını söylediği rivayet edilir.” İfadeleri ise tam anlamıyla bir çarpıtma örneğidir. Bu husustaki rivayetler incelendiğinde Resulullah’ın (sav) bizzat cemaat oluşturarak namaz kıldırmadığı, aksine kendisi namaz kılarken Sahabelerin arkasına durduğu açık iken böyle bir ifadenin kullanılması dini meseleleri ciddiye almadığının çarpıcı bir örneğini teşkil etmektedir.

Hülasa etmek gerekirse, Kur’an ve Resulullah’ın (sav) hayatında olmayan bir “teravih” namazını, dinin temel bir meselesiymiş gibi göstermek en azından dinde ciddiyetsizliktir, bidattir ve Resulullah’a (sav) iftiradır. Bırakın insanlar Ramazan’da da, diğer günlerde de farz olan ibadetlerinin yanında istedikleri kadar nafile namaz kılsın. Kimseye nafile namaz veya ibadet dayatmayın. Hatta farzları bile dayatmak kimsenin haddine değildir. Kur’an’ın ifadesiyle “Müslüman sadece tebliğ etmekle” yükümlüdür.

Başta da değindiğim gibi Ramazan Kur’an ayıdır ve Ramazan ayını mübarek yapan da Kur’an’ın bu ayda inmiş olmasındandır. Müslümanlar Ramazan ayı gibi mübarek olmak istiyorlarsa öncelikle Kur’an’ı anlama ve hayatlarına aktarma cehdi ve gayesi içinde olmalı ve Kur’an ile ne kadar meşgul olabiliyorlarsa o kadar mübarek olacaklarını bilmelidirler. Kur’an’ı anlama ve hayatın merkezine yerleştirme işi bir Müslümanın en temel görevleri arasında yer almaktadır.

Ne mutlu bütün hayatını Kur’an’a göre şekillendirenlere.. Ne mutlu Kur’an ayı Ramazan’da Kur’an’ı merkeze alıp ibadet edenlere..

KUR’AN MÜSLÜMANLARINA SELAM OLSUN.