~~Dört haftalık tatilden sonra evime döndüğümde ben anahtarla kapıyı açmak isterken kapı açılıverdi. Eşim yüzünde kocaman bir gülümseme ile karşımda.
 Eve dönmek her zaman beni mutlu eder. Tatilden döndüğümde kapının açılması ve özlemle kucaklanmak tadına doyulmaz bir mutluluk.
 Bol ışıklı, kocaman odaları olan ahşap ve yaklaşık yüzotuz yıllık, tarihi koruma altında beş katlı bir apartmanın üçüncü katında evim.
 Evim de iki yatak odası ve bir oturma salonu var. Salonumda dört koltuk, bir yemek masası, kitaplık, sahiplerinin artık istemediği için terk edilmiş olarak bulduğum ve bakımını ailece üstlendiğimiz kafes içinde bir çift muhabbet kuşu, akvaryumda ki balıklar ve yine çöpe atılmış susuzluktan kurumaya başlamışken fark edip evimde salonun en çok güneş alan yerine yerleştirdiğim begonya çiçeği ve oğlumun kendi elleri ile çekirdeklerini ekip büyümelerini ilgiyle izlediği limon ve portakal fideleri beni ve oğlumu ışıklı salonda karşıladılar. Her birini dikkatle gözden geçirdim. Eşim onlara gerekli özeni göstermiş. Her hangi bir sorun yok. Gönlüm rahat bacaklarımı uzatıp eşimle sohbete başladım.
 Kireç kokusu. Ev badana yapılmış.
Akşam yemeğinden sonra mutfakta gözüme ölü bir kalorifer böceği çarptı. Peçete ile elime alıp inceledim. Yıllardır Berlin’de ailece sığınmacı olarak yaşıyoruz ve ilk defa evde bir böcek gördüm. Tuhaf bir durum. Böceğin ölüsünü çöp kutusuna attım.
 Gece uyandığımda mutfağa su içmek için girdim ve ışığı açtım. Böcekler kaçışmaya başladı. Öyle çok değiller. Beş on tane kadar. Önemsemedim.
 Berlin de eski apartmanlarda her dairenin kendine ait tuvaleti yokmuş. Bütün binanın ortak kullandğı tuvaletler ve banyolar varmış. Odalar olağanüstü ölçüde geniş. Nedenini araştırdığımda 2. Dünya savaşından önce her büyük oda da en az on kişinin yaşadığını öğrendim. Şimdi üç kişinin yaşadığı bu dairenin en az otuz kişinin yaşadığını düşünmek ürkütücü geldi bana. Yetmişlerden sonra her daireye ancak bir kişinin sığabileceği büyüklükte tuvaletler eklenmiş. Benim dairemde de banyo ve tuvalet ayrı ayrı ve minicik.
 Minik tuvaletimin kapısını açtım ve boruların altından bana bakan bir fındık faresi ile karşılaştım.
 Fındık fareleri yeraltı ulaşımında ki demiryollarında gezinirler. Benim evim de ne işleri var?
 Üç yıldır oturuyorum bu evde ve ilk defa fare ve böcekle karşılaşıyorum. Nerden geldiler?
 Fındık faresi gözlerini benden ayırmıyor. Bir de sevimli. Minicik.
“Korkma sana bir şey yapmayacağım” dedim. Yatağıma gittim. Kendi kendime
“Yeni sığınmacılar var.” Diyerek yatıp uyudum.
 Sabah kalkınca eşime ve oğluma “açıkta yenecek şeyler bırakmayın. Yere düşen şeyleri sakın yemeyin. Evde mikrop saçan sığınmacılar var” dedim.
 Ben canlıları öldüremem. Ne böcek ne de fare. Her canlının yaşam hakkı vardır ve yaşayabildikleri kadar yaşasınlar diye düşünürüm. Böyle davranmayı annemden öğrendim. Annem de annesinden. Anneannemin kimden öğrendiğine dair elimde bilgi yok.
 Oğlum altı yaşında ve fareden korktuğunu söyledi. “Ya beni yerse?” dedi. “Minicik bir şey evladım seni yiyemez” dedim.
 Eşim ise Türkiye’nin cezaevlerinde yaşamış bir adam. “Bence sorun yok. Hoş gelmişler. Hep beraber yaşarız artık” dedi.
 Kuşlar, balıklar, çiçekler, böcekler, örümcekler ve fındık faresi ile yaşamaya başladık.
 Geceleri uyanıp mutfağa su içmek için girdğimde ışığı yaktığım an kaçışan böcek sayısında her geçen gün artış olduğunu fark ettim. Hava sıcak ve böcekler çok hızlı ürüyor. Çok can sıkıcı bir durum.
 Böcekler hızla mutfak lavabosunun altına kaçışıyor. Bunlar ciddi boyutlarda mikrop taşırlar biliyorum. Sonunda dayanamayıp lavabonun dolap kapısını açtım ve nereye kaçıştıklarını görmek istedim. Kapağı açar açmaz böcekler yumurtalarını dolabın duvar tarafına doğru iterek kaçıştılar. Dolabın duvar tarafı açık. Böcekler duvar tarafından aşağı indiler. Yumurtaların çoğu dolabın tabanında kaldı. Gözlerime inanamadım. “Tesadüf olmalı. Hızla kaçışırlarken tesadüf olarak itilmiştir yumurtalar” diye düşündüm. Işığı söndürdüm. Salonda bir kaç dakika bekleyip mutfağa yeniden girip ışığı yaktım ve dolabın kapısını yeniden açtım. Böcekler yine yumurtalarını iterek kaçıştılar ve dolabın altına sığındılar. Bir sürü yumurta yine duruyor. İçimde böcekleri ürkütmüş olmanın gerginliği. “Canım ben sizi öldürmek istemiyorum ki! Korkmayın. Neden bu kadar çok ve hızlı ürüyorsunuz ya?” diye söylendim. Böcekler sanki bana cevap verecekmişler gibi yüksek sesle sordum.
 Annem bana kızdığı zaman
“Senden ev kadını falan olmaz! Böcekler sarar senin evini. Vay geldi seni alacak adama!” der dururdu.
“Anne ya ben eve yalnızca ihtiyaçlarımı gidermek ve uyumak için gelebiliyorum. Çalışma koşullarımı görüyorsun. Nasıl ev temizliği yapayım ya? Hem beni bir adam nasıl alır ya? Pazarda satılık mal mıyım ya? Sana bunu kaç kere anlattım anne ya. Bir kadın ve bir erkek bir arada yaşamaya karar verebilirler . Yoksa biri diğerini almaz. ” diye itiraz ediyordum.
 Bu haksızlıktı. Çalışmadığım o sınırlı zamanlarda kalkıp ev işi yapacak halim mi vardı yani!
“Evliya gibi kadın annem. Kehaneti doğru çıktı.” Diye söylenip kendi kendime güldüm. “Ama fareyi ıskalamış. Evimi farelerin basacağını tahmin edememiş.” Diye düşündüm.
 Gecenin bir yarısında böceklerle ilgilenmek!
 Böcekler bana güçsüzleri anımsatır hep. “Böcek gibi ezeceksin!” deyimi ençok rahatsız olduğum ifadedir. Hani biri diğerine kızdığında ya da kendini dayattığında “ Kafanı böcek gibi ezerim senin!” diye tehdit eder ya! Kendimi hep çok güçsüz biri olarak görmüşümdür ve belki de, kendimi güçsüz hissettiğim ya da hissetirildiğim için kendimi böceklerle çok özdeşleştirmişimdir.
 Hep birilerinin ayakları altında böcek gibi ezilmemek için kaçmışımdır. Kaçmanın sonu yok ne yazık ki!
 Güçlü olanların iktidarlıklarını sürdürmek için insanlara uyguladıkları şiddet, kendi çıkarlarına göre kullanmak istedikleri insanlara yöneltilen şiddet, bana uygulanan şiddeti sorgulamamı ve sonuçta karşı durmamı sağladı.
Günün birinde kendimi zayıfların, ezilenlerin yanında buluverdim. Güçlünün şiddetine bilincimi kullarak sistemli bir karşı duruş sergilemem, kendimi böcek gibi hissetmemi engellemeye başladı.
Fındık faresi de evin içinde her tarafta koşturuyor. “Böcekler hızla çoğaldığına göre böceklerle beslenmiyor. Böcekleri yese ne iyi olur!”
Annemin haklılığını bertaraf etmeliyim. Ama böcekleri yok etme hakkını hala kendimde görmüyorum. Ertesi sabah kahvaltıda eşime badana yaparken bodrumdan neleri çıkardın diye sorguya çektim. Sonuç olarak farenin ve böceklerin bodrumdan badana malzemeleri ile birlikte evime konuk olarak geldiklerini anladım. Yani annem haklı değil. Ben pis bir kadın olduğum için böceklenmemiş ev. Sadece sığınmacı olarak bodrumdan çıkıp gelmişler.
 Sonraki günlerde mutfak lavabosunun dolabını söktüm. Bütün böcek yumurtalarını ve yeni çıkan yavru böcekleri kürekle bir poşete doldurdum. Böcek yumurtalarını ve yavrularını poşete doldurdukça ağaçların ve toprağın bol olduğu parklara, kısmen doğaya boşaltıverdim poşetleri.
 Günlerce sürdü bu eylem. Sonunda bitti böcekler evimde. Benim de vicdanım rahat.
 Sığınmacı olmayı yaşadığın doğal ortamı bir şekilde terk etmiş ve yaşama devam etme çabasını sürdürmenin hali olarak tanımlanabilirim. Her şey yabancıdır size. Herkesten korkarsınız. Kendinizi ifade edemezsiniz. Sığındığınız yerde yaşayanlar siz sığınmacılara böcek muamelesi yaparlar. Oysa siz kendiniz bilirsiniz ki bir böcek değilsiniz. Yalnızca yaşam alanını terk etmek zorunda kalmış bir insan, bir sığınmacısınız. Evinden, arkadaşlarınızdan, akrabalarınızdan, işinizden, kırgınlıklarınızdan ve sevinçlerinizden, ideallerinizden uzak karanlık bir boşluktasınız ve sizi aydınlığa çıkaracak bir ışık aramaktasınız.
 Yakalamak istedikleri ışığı bulmalarına yardımcı olmak için benim yüreğim ve evim tüm sığınmacılara açıktır..
 Fındık faresine yemesi için akşamları yatmadan önce peynir bırakıyorum. Yine de kitaplarımı kemirmeye başladı.
Şimdilerde fındık faresinin evimi sağsalim terk edip kendi doğal ortamına dönmesi için planlar yapma telaşındayım.
 Ruhat Gülçin
 Berlin

Editör: TE Bilişim