İtiraz etmeden önce film, oyunculuk, konuya ilişkin dekor, ışık ve seçilmiş drama teknikleri açısından mükemmeldi… Elbette ki, bu TAT senaristin birebir REEL görüş veya duyuş türünden tecrübelerinin yansımasıydı ve yönetmenin ALGILAMIŞ olduğu bir dünyayı aktarmasıydı, bu sebeple film bizim için ROMANTİZE edilmekten çok REALİZE edilmesi gereken bir unsur gibi görünmüştü… Diğer yandan kafes, ben veya benim gibiler tarafından KISKANÇLIK sebebiyle değil İLK olması hasebiyle eleştirilecek… Bir sonraki imzanın mükemmelleşmesi adına…

Bu filmin eleştirilmesine karşı REFLEKS verilen bazı durumlar, ilk olması, emek harcanmış olması ve birçoğumuzun okuyucusu olmaktan gocunmayıp zevk aldığımız bir yazarın elinden çıkmış olması, birçok ÜLKÜCÜ mensubiyeti filmi sahiplenmek noktasında DUYGUSAL olarak örgütlüyor… Vahdet gazetesinin tadını verenin filme hazırladığı estetiğe itirazım yoktur lakin itirazımız ESTETİK temelli değil İÇERİK temellidir… Şimdi müsaadenizle eleştirmek istiyorum… Eleştirinin önüne OT tıkayan bir geleneğimiz oluştu, bu sebeple bir türlü BASİT değişiklikleri bile gerçekleştiremediğimiz bir TARİH dilimi yaşıyoruz… Neyse!

Elbette ki SANATSAL olarak görecelilik ve kişisel yaratım önemlidir ve her esere kişinin algı dünyası merkezinden bakılmalıdır. Lakin kişinin ALGI DÜNYASI dahi SOSYAL bir varlık olmamız sebebiyle KİŞİSEL kalamamaktadır. Dönem ALPARSLAN TÜRKEŞ’in dönemi ve biz GÖSTERGEBİLİMSEL olarak en ufak bir TÜRKEŞ çağrışımı hissetmedik… Hani ismine gerek yoktu belki, lakin ama duvarda asılı bir resimden tutunuz en ufak bir sorgu eylemine varıncaya kadar TÜRKEŞ hiçbir yerde yok… Yahu ÜLKÜCÜ HAREKET, eninde sonunda ÖRGÜT çökertmek için işin liderini ve o liderin yönettiği teşkilatı İSPATLAMAK isteyen bir 12 EYLÜL yaşamadı mı demek istiyorsunuz? Hani filmde KAVRAM örgüsü ararken, ister istemez, TURAN kavramını arıyor insanlar, yoksa TURAN ÜLKÜSÜ bir İNANÇ refleksi, bir UMUT değil miydi? Türk kelimesine bile zulüm yapan asker ağzından erişmek “Her Türk asker doğar” gibi, sizce de eksiklik olarak kalmamış mıdır?. Düşünsenize filmde, insanların geleneksel ve tarihsel BAŞVURU arayarak yarattığı kavramların birçoğu yok… BAŞBUĞ diye bir kavram bile yok, kimin olduğu da önemli olmasın hadi… Nitelikli TÜRKÇÜ, net biçimde ÜLKÜCÜ olarak adlandırıldığı halde Ülkücülerin hayatında TÜRKÇÜLÜK yok…

Biliyorum bu bir PROPAGANDA filmi değildir diyeceksiniz ve SANAT hürriyetinin imkanlarına başvuracaksınız… Eee, ama ÜLKÜCÜ vurgusunun film daha gösterime girmeden bu kadar yapılması, sevilen ÜLKÜCÜ neferler üzerinden SOSYAL MEDYA çabası kusura bakmayınız da PROPAGANDA kokuyordu… O sebeple beklentilerimizdeki PROPAGANDA örgüsünü bir kağıt gibi buruşturup atmadan önce ÜRÜN-REKLAM arasındaki ilişkiyi es geçmemenizi rica ederim… Çünkü Ürünü pazarlayan REKLAM olgusudur ve REKLAM ise insanlara ÜLKÜCÜ DİFUZYON ve BELLEK vaad etti… İsteseniz de istemeseniz de, filmin atfedildiği dönemin ülkücülerinin TÜRKEŞÇİ olarak anıldığı bir ETİKETLEME karşısında, bugün bu filmi seyredenlerin TÜRKEŞ arayışlarını da yadsıyamazsınız… İsterseniz KOCAMAN bir Ülkücülük yorumsaması yapınız, dışımızda kalan REALİTE Ülkücü’yü TÜRKEŞÇİ olarak nitelemişti bile çoktan…

Roman veya hikaye elbette sınırlı veya kişisel betimlemeler sınırında akıcılık yakalayabilir, lakin bu iş TİYATRAL duruma geçtiğinde bir genişleme yaşar, Sinematografik alana geçtiğinde daha da genişleme yaşar… Tiyatral alandaki genişleme, betimlemelerin görsel tasvire dönmesi açısından DEKOR, JEST, MİMİK gibi genişlemeler ile mümkünken, Sinematografide işin içine figüranlar, kalabalıklar, TARİH ve MEKAN kavramlarının yanı sıra bir de DÖNEMSEL metaforlar yani göstergeler işin içine girer… Anlayacağınız kusura bakmayınız ama FİLM dediğiniz şey SENARYO ile sınırlı değildir. Fazlası gerekir… Mesela Yüzüklerin Efendisi romanında “Gandalf tüm insanların, cücelerin ve hobbitlerin ve elflerin huzurunda söz verdi” cümlesiyle İSİM, zikretmiyor olabilirsiniz… Ancak SAHNE ise isimlerden oluşur maalesef… Orada Rohan Kralından tutunuz da Aragon’a kadar, Elf prensesi Liv’den tutunuz da Okçu Legolas’a kadar herkes SİLUETİ ile yer alır ve İSİM İSİM bilirsiniz… Açıkçası Kafes filminde SAHNE açısından İÇERİK yaratımı yoktur. Dönem filmi olarak çekilse de bu açıdan dönemi belirleyen yapıdan kopuk olarak algılanmaktadır.

Düşünün bir kere BEN-HUR isimli film, Hz. İsa dönemi bir ROMA anlatıyordu ve Hz. İSA ile ilişkisi neredeyse YOK hükmündeydi, lakin sırf o dönem olduğunu anlatabilmek için Hz. İsa ile ilişkili göstergeler MÜKEMMEL biçimde film içindeydi ve neredeyse 3.5 saatlik filmde hepi-topu 2-3 dakikalık hiç göremediğimiz bir Hz. İsa motifi yüzünden, 1959 yılının en iyi Hıristiyanlık tasviri olarak paye kazanmıştı. Yahu Ülkücülerin liderinin hiç mi ÖZGÜL AĞIRLIĞI yoktu diye sorduğumuz zaman, KISKANÇ mı oluyoruz azizim? 

Çağrı filmi dahi Hz. Muhammet’i gösterme konusundaki hassasiyetine rağmen, yüce Peygamberi oradaymış gibi göstermeyi başardı… İşte GÖSTRGE-BİLİM’den kastımız da budur. Hani biz Başbuğ’u KUTSAYIN da demiyoruz… YAŞAMAMIŞ ve OLMAMIŞ gibi davranmanın gerekçesi nedir? Onu haklı olarak soruyoruz. Bu bir nevi “olmasaydın da olurduk” türünden bir girişim gibi algılandığında, algılayanlara CEHALET yükleyerek bu işi aşmaya çalışmak, ucuzculuk haline dönüşmez mi.? Yahut da bununla yüzleşirseniz ve “ALLAH DEVAMINI NASİP ETSİN” devamında bu eleştirileri ister kendi açınızdan ister seyirciniz açısından ustalıkla savuştursanız bu KALICILIK yaratmaz mı. Açıkçası bu durum ÜLKÜCÜ HAREKET için daha ala değil midir? 

Son zamanlarda SANAT anlayışı açısından SENARYO kutsayan, YAZAR kutsayan anlayışlar POST-MODERN bir realite ancak… FİLM’de gerçeklik denen OLGU, kusura bakmayınız da SEYİRCİ değil midir? Siz ne anlatırsanız anlatın, seyircinin aradığını cevaplama çabası dış aleme kayıtsız kalmamak değil midir? Dış alemle ilişkiyi koruma çabası, realite arayışı değil midir? Mesela Nuri Bilge CEYLAN, 30 dakika BALIK tutan bir adamı KADRAJ’ına sabitleyerek bunu gösterebilir ve SANATSAL Tercih bireyselliğine başvurabilir, lakin SEYİRCİ için GERÇEK şudur ki, Kendi REEL hayatında durup da 30 dakika boyunca bir balıkçıyı KADRAJ KADRAJ incelemez… Bakar ve geçer… Seyirci HAKİKATİ dediğimiz şey ALGI perspektifi değil midir? Zaten ESTETİK kelimesi de, etimolojik kökü sebebiyle ALGILANMIŞ olan demek değil midir? Girmeyeceğim Estetik-Güzel ilişkisine uzayacak… İşte bu sebeple bazı ALGI düzlemleri cevapsız kalmıştır. İnsanları AĞLATACAK kadar ALGILANMIŞ bir film olduğu muhakkaktır. Lakin gel gelelim ki, fikri kodları ALGI perspektifine oturtma konusunda aynı fikri paylaşmıyorum efendim… Tasavvuf var, eyvallah lakin coğrafyası yok, TURAN yok… Uğruna verilen KAVGA yok… Haliyle TURANCISI olmayan öykünün Liderinin olmaması da doğal… Belki HİKAYE ediliş tarzında, yani senaryosunda anlambilimsel yerleştirmede VAR’dır… Ancak Sinematografik olarak yok… Yani filme çekilişinde sahnelenmesinde yok… Ülkücülerin MAĞDURİYET perspektifini izah etmesi açısından MÜKEMMEL, lakin YENİ TÜRKİYE derdindeki bir yazarın filmin ekonomi kaptanı olması açısından kaygılarım da nettir… 

Sonuç olarak TOPLUMCU bir hareketin öyküsünü sadece bireysel açıdan yazdığımız zaman, ROMANTİZE edilmiş meseleler, REALİZE olması gereken MANTIK örgüsünü sadece DUYGUDAŞLIK ölçütüne indirgemiyor mu? 
Filmin yapımıyla ilgili en azından sevindiğim husus, SENARYO’nun ÜLKÜCÜ elden çıkmış olmasıdır. Bu durum her ne kadar SİNEMATOGRAFİK olarak gelecekte Ülkücü’ye yönelik ALGI YÖNETİMİ’ne dönük ipuçlarını barındırsa da, senaristin ÜLKÜCÜ olması, yaşadıklarının vefa silsilesi bu ALGI YÖNETİMİ müdahalesini en azından minimum seviyeye indirmiştir… Ülkücüler izlemelidir, kesinlikle izlemelidir. Gişe rekorları kırdırmalıdır. En azından ÜLKÜCÜ HAREKET mensuplarının kendine karşı kayıtsız kalmadığının göstergesi olacaktır. Lakin HIYAR-TUZ denklemi içerisinde değil SORGULAYARAK izlemelidir. Muhsin Reis’in adıyla mükellef İHSAN edildiği yerde, Türk Dünyasının LİDERİ olduğuna inandığımız Alparslan Türkeş’in bırakınız FİGURAN olmayı MOTİF olarak dahi yer bulmaması elbette düşünülecektir. Hele hele SANAT ve İRONİ temalı KURAMLAR ile TOPLUM yönetmeye alışmış bu yüzyılda… Şimdi YAPIMCI ile SENARİST ayrımı yaptığım yerde, lütfen SLOGAN atar gibi yazarıyla karşıma çıkmayınız artık… Herhalde derdimizi bir parça anlatabilmişizdir…

Son eleştiri.. Ülkücülerin, bu konudaki açlığını AKP'li yapımcılara peşkeş çeken, MHP'yi yönetenlerin ilgisizliği, gamsızlığı ve çabasızlığıdır.Kongre planlamakla yetinin sadece efendiler.
Ülkücü sanat ve fikri devşirilmiş eller çoktan çaldı elimizden....

O dönemi biz yine de HATIRLATALIM…

Türk eşine, Türk eşine, Kıyar mı hiç Türk eşine

Bütün Cihan kurban olsun, Türk’ün BAŞBUĞ Türkeş’ine…

Editör: TE Bilişim