~~MHP GERÇEĞİ (11) İmaja Kurşun Sıkmayın
13.10.1995 Milliyet

Ruşen Çakır – Kemal Can
 
İmaja Kurşun Sıkmayın

 Ülkü Ocakları Genel Başkanı Alaattin Aldemir, Erciyes’deki Zafer Kurultayı’nın ilk saatlerinde gazetecilere “Tek bir kurşun bile sıktırmamaya çalışıyoruz” diyordu. Geçen yılki kurultayda binlerce kurşun sıkılmış, çok sayıda kişi kazayla yaralanmıştı. "Başbuğ”un alana girdiğinin anons edilmesiyle bütün uyarı ve önlemlerin sonuçsuz kaldığı görüldü; binlerce değilse bile onlarca mermi yakıldı.
Eskilerden "Vur de vuralım, öl de ölelim" sloganı da duyuldu. Daha önceki bir mitingte aynı sloganın atılması üzerine Türkeş, “Ben sizin ölmenizi değil yaşamanızı istiyorum" demişti.
 Medya, bu tavrı nedeniyle Türkeş’i övmüştü. Ama aynı Türkeş “Ne mozayiği ulan!" ve “Özel Tim MHP’li olsa ne olur ulan!" deyince kafalar karıştı.
“Ulan” kelimesini neden kullandığını sorduğumuz Türkeş, gülerek "Ağzımdan kaçtı işte!” diyor. “Başbuğ”, “bozkurtlar”ın "kuzu” gibi bir MHP istemeyeceğinin farkında, bununla birlikte ulaşmak istediği yeni kitleleri de fazla ürkütmemesi gerekiyor. Ülkücü hareketin geçmişi sık sık kendisine ayak bağı oluyor, ancak "PKK’nın hakkından bunlar gelir” diye MHP’ye yönelenler de var. Bir ülkücünün, yeni gelenler için, “Bizi yastıklarının altındaki 14’lü gibi görüyorlar” demesi de epey anlamlı.
MHP, eski ile yeni arasında çok hassas bir dengeyi tutturmak istiyor. Bu amaçla “ılımlı, yumuşak, uzlaşmacı” bir imajı öne çıkarmaya çalışıyor, ama eski “sert, haşin, saldırgan” imajını yedekte tutmayı da ihmal etmiyor.
 MHP Genel Başkan Yardımcısı Oktay Öztürk geçmişi şöyle anlatıyor: “Biz olayın müsebbibi değil ama istemeden tarafı olduk. Manevi bildiğimiz değerlere saldırılıyordu. Tabii bazı hatalar da oldu. Elbette onlar bizim kafamızı yararken bizim elimiz bağlı değildi. Gücüm yettiğinde ben de kafalarını kırdım.”
 
CEBİR DERSLERİ
Ülkücü hareketin taşıdığı şiddet potansiyeli yayın organlarından anlaşılabilir: Kan yüceltiliyor, bazı kişilere “soy”ları öne çıkartılarak hakaret ediliyor...
 Necdet Sevinç Ortadoğu’daki bir yazısında, Menemen’de isyan çıktığı haberini alan Atatürk’ün, "Bu soruna en kısa zamanda demokratik bir çözüm arayalım” gibi hiçbir mana ifade etmeyen kaçamaklara sığınmadan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya "Menemen’i yak!” şeklinde "net ve kesin” bir emir verdiğini özlemle anıyor. Sevinç’in “resmi şiddet”e övgü klasiği olan bu sözleri günlük hayatta da karşılığını buluyor. Son olarak Tunceli’de vatandaşları döven, Bakana küfreden Özel Tim polislerinin bozkurt işaretleri yapması basında yer almıştı. Özel tim ile MHP yakınlığını işaret eden tek belirti bu değil elbette: İş takibi için Ankara gelmiş bir özel tim görevlisinin kendisini MHP yöneticisine “ben Van kadrosundan geliyorum” şeklinde tanıtması tanık olduklarımızdan sadece biri.
 Ülkücü şiddet potansiyeli, dün olduğu gibi bugün de asıl olarak sokaklarda boy gösteriyor. Bir maç kutlaması, asker uğurlaması, cenaze töreni ya da “sapık linçleri”, bu potansiyelin dışavurum vesilesi olabiliyor. Alanya, Fethiye ve Bayramiç’de yaşanan, istenmeyen etnik kesimlere yönelik linç ve kentten sürme girişimlerinde de bu potansiyelin izleri var.
 Ülkücülerin ocak binalarının çevresine hakim olma çabaları da bazı küçük çatışmalara yol açıyor. İstanbul’da Ortaköy-Ataköy, Ankara’da Yüksel Caddesi, Tunalı Hilmi gibi özellikle gençlerin rağbet ettiği kent bölgeleri “devriye” gezen ülkücü grupların yarattığı küçük çaplı terörden nasibini alıyor. Daha kenarda kalmış bazı mahallelerde ise "dergi satma”, “yardım toplama” bahanelerine bağlı tehdit dozu daha da yükselebiliyor. Bazı tatil bölgelerinde de ülkücü etkinliği artmış durumda.
 Örneğin Alanya’da Baran Kitabevi, açıldıktan bir süre sonra telefon ve ziyaretlerle sık sık rahatsız edilmeye başlandı. “Dokuz Işık var mı?”, “Neden bu solcu kitapları satıyorsun” gibi sorularla geçen bir ayın sonunda, bir gece kitabevi kundaklandı. Daha önce de Manavgat ve Serik’de de benzeri olaylar yaşanmıştı.
MHP’li Keçiören Belediyesi’nin “A Takımı”nın, en son cinayetle noktalanan faaliyetleri ise ülkücü şiddet potansiyelinin varabileceği boyutu göstermesi açısından dikkat çekiyor.
 
MAFYA MESELESİ
Ülkücüler bugün, başta taşra kampüsleri olmak üzere hemen tüm üniversitelerde egemenlik sağlamış durumda. Bu noktaya ulaşmak için zaman zaman “Kürtçü" ya da "komünist” gördükleri öğrencilere saldırdıkları basına da aksetti. Ülkücü-İslamcı gerginliği ise tırmanıyor.
 MHP yönetimi de, hareketin aşırı militanlaşıp yeniden marjinalleşmesinin ve yeni imajına gölge düşmesinin önünü almak için tedbirler alıyor; hassas günlerde parti binaları kapatılıyor, hatta ocakların yeniden yapılandırılması gündeme geliyor.
“Ülkücüden mafya, mafyadan ülkücü olmaz; ülkücülük şereftir, şereften taviz olmaz” sloganının yaygınlaştırılması MHP ve ocakların “ülkücü mafya” olgusundan epey rahatsız olduğunu gösteriyor.
 Türkeş, görüşmemizde “Bazı menfaatçı çevreler, MHP’li, ocaklı, ülkücü olma havasını sömürerek kazanç elde etmeye çalışıyor. Bunları ayıklamaya çalışıyoruz” diyor. Ülkü Ocakları Genel Başkanı Alaattin Aldemir de yaptığı açıklamalarda “Adımızı kullananlara karşı gerekeni yaparız, ama hukuk dışına çıkmak istemiyoruz” diyerek devleti göreve çağırıyor.
 Kamuoyu, aslında 1980 öncesi tohumları atılan “ülkücü mafya” olgusuyla ilk kez 80 ortalarında tanıştı. 12 Eylül’le birlikte şaşkın, karamsar. çaresiz ve en önemlisi örgütsüz bir şekilde “aç gezmeye” başlayan ülkücülerden yeraltı dünyasına kayan çok oldu. Bazıları, birtakım polis şeflerinin teşvik ve desteğiyle babalıklarını ilan edip eski ülküdaşlarını istihdam etti. Bazı klasik babaların da ülkücülerden silahşör devşirdiğine tanık olundu. “İçerdeki ülküdaşlara maddi yardım” mafyalaşmaya ahlaki zemin oluşturdu.
 "Bankerler olayı”yla çek-senet tahsilatı gibi verimli bir iş alanının doğması bir "ülkücü mafya enflasyonu”na neden oldu. Alaattin Çakıcı, Nihat Akgün, Ümit Ölmez. Mustafa Öz, Kürşat Yılmaz, Ali Yasak gibi ünlü isimlerin yanı sıra çok sayıda çete ve çetebaşı mantar gibi bitti. Hatta bir söyleşide Akgün, “Babalarla dubaları, ülkücülerle tilkicileri iyi ayırmak lazım” demişti.
 Zamanla “ülkücü mafya”nın hareketle bağı zayıfladı, ancak “tahsilat piyasası” ortadan kalkmadı, aksine daha da genişledi. Bu piyasanın artık büyük ölçüde bizzat ocaklarca denetlendiği ve emniyetteki ülkücü kadrolaşmanın, bu konuda da ülkücülerin işini kolaylaştırdığı ileri sürülüyor.
 Bir ocak yöneticisi, “Araya adam koyuyor, gelip bizi buluyorlar. Bir bakıma mecbur kalıyoruz” derken, bir başkası şöyle konuşuyor: “Denetimli bir şekilde olmak ve bir meslek haline getirmemek kaydıyla tahsilat işlerine göz yumuyoruz.”
MHP’nin sürekli sıyrılmaya çalıştığı mafyacılık suçlamaları, bazen kendi yayın organlarında da yer alıyor. "Ülkücüler bilir ki, parasının kaynağını açıklamayanlar mafyayı önleyemez” şeklinde yazıların çıkıyor olması ülkücülerin mafya gölgesinden kolay kurtulamayacağının işareti.
 
 *
 
TARİHTEN GÜNÜMÜZE – Tanıl Bora (11)
 Yeni İmaj, Eski İdeoloji
 
 Ülkücü hareket MÇP’deki bölünmeden sonra bir de MHP’nin yeniden açılması dolayısıyla çalkantı yaşadı. 12 Eylül'ün siyasi partileri kapatan kanununun iptaliyle, MHP’nin yeniden açılması gündeme geldi. Türk Ocakları Genel Başkanı Sadi Somuncuoğlu'nun başını çektiği bir grup eski MHP’li, MHP'nin potansiyelini kucaklayamayan MÇP'nin, yeniden açılacak partinin bir bileşeni olması gerektiğini savunuyordu. MÇP yönetimi ise MHP misyonunu Türkeş’ten başkasının temsil edemeyeceği kanısındaydı. 27 Aralık 1992’de 1979 yılındaki delegeleriyle toplanan MHP Kurultayı, salonu “muhasaraya" alan MÇP’lilerin tezahüratı altında, MHP’nin feshine karar verdi. Ardından, 24 Ocak 1993’de yapılan olağanüstü kongrede MÇP MHP adını aldı! Üç hilalli bayrağa dönüldü; gençlik örgütlenmesine çerçeve oluşturan Bizim Ocak dergisi de Ülkü Ocağı dergisine dönüştürüldü.
“Eskiye dönüş", sadece biçimsel değil ideolojik düzlemde de geçerliydi. BBP’yi kuranların "siyasi ümmetçiliğe savruldukları” eleştirisine koşut olarak İslami unsurlar geriye itildi. Parti yeniden-Türkçüleşmeye yöneldi. Bozkurt motifinin kullanımındaki artış, Nihal Atsız vs. eski Türkçülere yeniden hararetle sahip çıkılması, ırkçı motiflerin yaygınlaşması, bu yönelimin parçalarıdır. İslamın ikinci plana atılmasına bağlı olarak MHP RP’ye karşı sertleşip onu “bölücü” ve “dış mihraklı” (Arap ve İran milliyetçiliğine bağımlı) olmakla itham etmeye, laikliğe sahip çıkmaya başladı. Bununla beraber Atatürkçülük vurgusu güçlendirildi; Atatürk ülkücü görüşün öncüllerinden biri gibi anılır oldu.
 MHP, 12 Eylül’e tepki bağlamındaki eleştirilerini de tamamen kesip Devlet'le eskisinden bile güçlü biçimde özdeşleşti. Devleti milletin varlık koşulu sayarak kutsallaştıran zihniyet pekişti. MHP'nin devlete yanaşması karşılıksız kalmadı. Koalisyona desteği karşılığında, DYP kanadının ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in himayesiyle, bürokrasideki kadrolaşmasını geliştirdi.
 MHP’nin devletle mutlak özdeşleşmesinin can damarı kuşkusuz Kürt meselesidir. Kürtlerin değişik lehçeli bir “Türk boyu" olduğunu ileri sürerek Kürt kimliğini reddeden MHP, “teröre karşı 100 bin kişilik özel ordu" önerisini yaparak, askeri çözüme endeksli resmi politikaya enerjik bir destek verdi. Kimi zaman Kürt topluluklarına yönelik saldırganlığa da dönüşen PKK karşıtı gösterilerde MHP’liler öncü rol oynadılar.
 Güneydoğu’da sivil halka yaptıkları zulümle yoğun tepki çeken Özel Tim elemanlarının açıkça MHP taraftarı olduklarını belirtecek görüntüler sergilemeleri de huzursuzluğa neden olmakta. Özel Tim MHP rabıtası, 12 Mart ve 12 Eylül öncesi dönemlerde devletin gönüllü milisliğine soyunan ülkücülerin bu pozisyonunun iyiden iyiye resmileşmesini de simgeliyor.
 Kürt meselesinin insan hakları vb. uluslararası boyutları nedeniyle Batı dünyasının Türkiye’yi sıkıştıran müdahaleleri de MHP’yi beslemekte.
 MHP’nin yeniden Türkçüleşmesinin ve ilgi görmesinin başka bir nedeni, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan Türki cumhuriyetlerin uyandırdığı hevestir. Türkiye’nin bu cumhuriyetlere “ağabeylik” ederek bir “süper güç" olacağı hayali doğdu. Bu heves ve hayal, MHP’nin Türkçü Turancı simgelerine ve söylemine popülerlik kazandırmıştır.
 
“Ya hep ya hiç”
 
Ülkücü hareketin saldırgan yapısının ve hakaretamiz üslubunun belki en iyi özeti, sloganlarıdır. 70'lerde, en açık dilli sloganları “Ya tam susturacağız ya kan kusturacağız” idi! Ardından, “Kanımız aksa da zafer İslamın” sloganı doğdu. Bugün, “yeni imaj” gereği sloganlar daha az kanlı. Ama “ya hep ya hiç”çilik değişmedi: “Ya devlet başa ya kuzgun leşe”... Düşman ilan ettiği binlerini “leş” olarak tasvir eden bu zihniyet, hakaret üretmeye devam eder: “Bozkurtun olmadığı dağları itlerle çakallar paylaşır" (son MHP kongresinde bir afiş). “Yeni imaj"a uygun son slogan, MHP İstanbul İl örgütününki: “Ya sev ya terket”, “Ya tam susturacağız ya kan kusturacağız”ın kibarcası...
 *
 
Erdem Karakoç: “Kimseyi muhatap almıyoruz”
 
İstanbul Ülkü Ocağı Başkanı Erdem Karakoç, çatışma ihtimalleri üzerine şu değerlendirmeyi yaptı:
“Dünün Türkiyesi’nin koşullarıyla bugünün koşulları çok farklı. Dün Sovyet sömürgeciliği olanca olanaklarıyla Türkiye’ye yükleniyordu. Bu vatandan başka sığınağı olmayanlar sonuna dek direndi. Direnmek yıkılmamayı, yeni bir uygarlığın temellerini atmayı sağladı.
Sovyetlerin yerini alan Rusya eskisi gibi etkili değil. Yunanistan ve Suriye’nin öncülüğünü yaptığı yıkıcı hareketlerse direniş türü bir eyleme gerek kalmadan bertaraf edilecek durumdalar.
 Bugünün Türk ülkücüsü meşru zeminlerde düşündüklerini ve inandıklarını uygulama olanağına sahip olduğu için yasadışı görüntüsü verecek bütün araçları kullanmama konusunda ısrarlı davranıyor. Yasadışılığı çağrıştırıyor diye üniversitelerde bildiri dağıtmıyor.
 Devrimci olduklarını sanarak ülkücüleri hedef alanları “kelaynak” sayıyoruz. Devrimci-ülkücü iddialaşması bitmiştir; o defter bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Ocaklarımızı bombalayarak ses getireceklerini sananları ancak alaya alırız. İstanbul’da sayıları yüzlerle ifade edilen ocakların tümü yerle bir edilse bile kimseyi muhatap saymayıp Türk gençliğini Türk ülküsü ve imanımız çerçevesinde yetiştirme, pişirme çabalarımızı sürdüreceğiz. Kapılar meşru zeminler içinde bize sonuna dek açıkken niye o yolda yürümeyelim?"

Editör: TE Bilişim