~~TEORİ-PRATİK İLİŞKİSİ

ÜZERİNE TARTIŞMALAR

 

Ele alınan dönem içinde sosyalist teorinin gerçekliği ile kesinliği ve bu teorinin pratik ile olan ilişkisinin değerlendirilmesi, sol içinde belki de en az tartışılan, ama yine tartışılan bir konuydu.

Kişinin "sosyalistim" diyebilmesi için sosyalizmin teorisini benimsemesi gerekli olduğuna göre, teorinin geçerliliği ister istemez savunulacaktı ama iş teori-pratik ilişkisine gelince, değişik görüşlerin ortaya atılması da gecikmeyecekti.

Ne var ki, kendilerinin sosyalist olduğunu öne süren bazı kişiler de bilimsel sosyalizmin geçerliliğini bile zaman zaman kuşkulu görmekten geri kalmıyorlardı.

Bu konudaki görüşlere ve tartışmalara kısaca bir göz atalım:

O dönemde bilimsel sosyalist teorisi "değişken" olarak nitelendirenlerin başında Şevket Süreyya Aydemir gelmekteydi.

 

29

 

Diyordu ki:

"Sosyal doktrinler mutlak değildirler. Ebedi değildirler. Daima değişir ve şartların içinde gelişirler. Mesela, sosyalizm böyle bir doktrindir."(1)

“Türkiye'nin gerçekleri açısı"ndan da olsa,  Kemal Tahir de buna yakın bir görüşteydi:

"Dünyada bir tek sosyalizm var, o da bilimsel sosyalizm diyorlar. Hâlâ da bu lakırdıyı söyleyen var Türkiye'de. Onlar işte hani mumyalanmış adam iyice.....   Yani, Marx'ın   1860'da yazdığı sözleri, aynen burada kullanacağız diyor. Yani hiç onun üzerinden geçmeden, ondan yeni bir keyfiyet çıkarmadan. Kendi gerçeklerimizle onu karşılaştırıp, ondan bir fikir, bir aydınlık almadan, gerekli ayırmaya lüzum görmeksizin, 'hazır' diyor.”(2)

Mehmet Ali Aybar ise, 1962 Eylül’ünde Vatan gazetesinde yayınlanan bir açıklamasında şöyle demişti:

"T.İ.P......yüzde yüz yerli bir doktrin partisidir. "(3)

Aybar’ın bu "yerli" olmak savı zamanla gelişecek ve "Türkiye'ye özgü sosyalizm" aşamasına ulaşacak ve T.İ.P. içinde fırtınalar koparacaktır.

Bu konuya birazdan değinilecek.

Şimdilik yalnızca teorinin kendisini nasıl değerlendirmiş bulunduğunu incelemeyi sürdürelim.

T.İ.P. genel başkanı olarak partisinin Fatih ilçe kongresinde 28 Ağustos 1966'da yaptığı konuşmasında yer alan ve sert tepkilere yol açan şu sözleri ilginçti:

 

(1) Yön, 14 Şubat 1962, sayı 9.

(2) Kemal TAHİR ile 12 Şubat 1970'de yapılan görüşme.

(3) Konuşmanın metni: Yön, 26 Eylül 1962, sayı 41.

 

30

 

".....Sosyalizmin   kitaplarda  yazılanları   masa başında birbirimize tekrarlamak(la)..... kurulamayacağını..... bilmemiz şarttır..... Her toplumun kendine özgü tarihsel şartları ise başka başka olduğundan, sosyalizmin kuruluşunda, bu etkenlerin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir ki, bu da sosyalizmde kitapçılığa, taklitçiliğe, dogmacılığa asla yer bırakmaz.....Kitaplar bir bakıma fotoğraflara benzer. Fotoğraflar gibi kitaplar da, bir durumu, bir anı tespit ederler..... Gelişimin canlı akışını durdururlar."(4)

Bu sert tepkilerden biri Vahap Erdoğdu'dan geldi. Erdoğdu, şöyle diyordu:

"Son zamanlarda T.İ.P. yöneticileri çevresinde bir teoriyi küçümseme, kitaplara dudak bükme eğilimi görülmektedir. "Kitapların yazıldıkları andan eskimeye başladıklarından" söz ediliyor. Tıpkı sosyalizm düşmanı burjuva yazarların yaptığı gibi, bilimsel sosyalizmi, "On dokuzuncu yüzyılın koşullarından doğma, bugünkü dünyanın yorumlanması için elverişsiz, modası geçmiş” bir düşünce akımı olarak nitelendirmeğe kadar ileri gidilmektedir artık."(5)

Erdoğdu, bu teoriyi küçümseme havasına "tam teorik hazırlık çağında olan genç İşçi Partililerin" kapıldığını görmekten üzüntü duyduğunu da belirtiyordu.(6)

 

(4) Konuşmanın metni: Mehmet Ali AYBAR: "Bağımsızlık, Demokrasi. Sosyalizm (Seçmeler: 1945-1967)": Gerçek yyn., istanbul, 1968, s.476-481.

(5) Vahap ERDOĞDU: "T. İ. P. Nereye Gidiyor? Önümüzdeki Devrimci Adım Ve T.İ.P.nin Tarihsel Görevi": Yön, 11 Kasım 1966, sayı 189 "

(6) Aynı yerde.

 

31

 

Bir süre sonra öteki bazı T.İ.P. yöneticileri de buna tepki gösterecekti.

Bu konuda çıkan tartışmalar üzerine Sadun Aren, 11 Kasım 1968 günlü T.İ.P. Kurultayı’ndaki konuşmasında, ülkemizde sosyalist eyleme emekçi kitlelerin yeterince katılmamış bulunduğunu, bu eksikliğin sosyalizmden sapma'lara yol açabileceğini ancak bu tehlikenin sağlam bir teorik temel sayesinde önlenebileceğini belirttikten sonra:

"Sayın Aybar konuşmalarında, sosyalizmin bilimselliği meselesinde şüpheler izhar etmiştir. Bilimsel sosyalizmin kesinliği konusundaki şüphelerini, buna karşı olan kitapların okunmasını tavsiye ederek belli etmiştir. Eylemde belli bir fikre sahip olan partinin mensuplarına, bundan saptıracak Fikirler telkin eden kitaplar tavsiye edilemez."(7)

dedi. Ayrıca, bu konudaki tartışmalar T.İ.P. içinde büyük tartışmalara yol açtı.

O denli ki, Aren, artık partiyi yeniden bilimsel sosyalizm öğretisine bağlamak için sataşıldığını belirten demeçler verdi.(8)

 

(7) Konuşma metni: Ant, 19 Kasım 1968, sayı 99.

(8) Örneğin; Milliyet, 3 Temmuz 1969.

 

Aren'in ve "Emek" gurubunun teori-pratik ilişkisi üzerine görüşleri ise kendi sözleriyle şöyleydi:

"Bilimsel sosyalist teori, en kaba çizgileriyle, bir bütün olarak insanların tabiatla ve bu bütünün parçaları olarak sınıfların birbirleriyle giriştikleri mücadelenin ortak hareket kanunlarının bulunması, bu yoldan edinilen tüm bilgi ve deneyimlerin soyutlanarak genelleştirilmesidir. Teori, geçmişteki deneyimlerden bugün ve gelecekteki kuşakların yararlanabilmesi için yol gösteren bir pusula, ışık tutan bir fenerdir. Pratik ise, teori ışığında yürütülen ve yürütülmesi sırasında edinilen deneyimlerle teoriyi zenginleştiren eylemin genel adıdır. Bu açıdan bakıldığında 'pratik" bir teknedir. Tekneye yerleştirilmeyen pusulanın paslanacağı açık, aynı şekilde, rotası çizilmemiş ve pusulası olmayan bir teknenin kayalara çarpmadan ya da yolunu kaybetmeden karşı kıyıya ulaşacağı şüphelidir. Pusulayla teknenin, bir başka deyişle bilimsel sosyalist öğreti ile işçi sınıfı hareketinin, bir araya gelmesi, teknenin pupayelken ve tehlikesizce karşı kıyıya gidebilmesinin ön şartıdır."(9)

Bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere, Aren ve Emek dergisi çaresinde toplananlar, kendilerinin teoriye katı ve mutlak olarak bağlanmadıkları görüşündeydiler.

Aren, daha 21 Mart 1962’de Yön'de çıkan bir yazısında sosyalist akımın iki yanılgıya düşebileceğini ve bunların "aşırı teoricilik" ile "işi el yordamına bırakmak, sadece pratik çözüm yolları üzerinde durmak" olduğunu belirtmiş ve arkasından da sosyalizmin artık daha özgürce yorumlanabileceğini söylemiş bulunuyordu.

Aren'e göre, bunun da üç nedeni vardı:

(a) İşin zamanla sıcaklığını yitirmiş olması, (b) insanların doktrinlerin her şeyi hemen çözebileceği inancını bırakmış olmaları, (c) XIX.yüzyıldaki kapitalist sömürü düzeninin daha ılımlı bir nitelik almış bulunması.(10)

 

 (9) Emek, 3 Kasını 1969, sayı 14.

(10) Sadun AREN: "Nasıl Bir Sosyalizm?": Yön. 21 Mart 1962, sayı 14

 

32

 

Behice Boran’ın görüşü ise şöyleydi:

"Teoriyi ve bunun sonucunda da eylemi geliştirmek  çabaları  revizyonist,  oportünist  veya sekter, dogmatik suçlamalarına aldırış etmeden sürdürülmelidir. Teoride ve pratikte hata etmekten korkmamalıdır. Öğrenme, ister kişinin, ister toplumsal gurupların öğrenimi söz konusu olsun, deneme -hata etme- hatayı düzeltip yeniden deneme süreci içinde yer alır. Öğrenmede hatanın böyle olumlu bir görevi (fonksiyonu) vardır. Dikkat edilecek nokta hatanın düzeltilemeyecek kadar büyük olmaması ve hatalardan ders alınmasının bilinmesidir."(11)

TİP  yöneticilerinin bu konudaki tartışmaları ve ilerde göreceğimiz nedenlerle partiden atılmalar   sürüp   giderken T.İ.P.nden kopan bir gurup (Milli Demokratik Devrimciler) teori konusunda, belki de olup bitenlere bir tepki olarak, daha sert ve katı bir tutum takınacaklardı.

O zamanlar Şahin Alpay bakın neler demiş

"Devrimci teoriyi ihtiva eden kitaplar asla eskimezler!... Bu kitaplar yazıldıkları dönemin şartlarını tespit etmekle kalmamışlar, toplumların ilerleyiş yönünü de göstermişler, geleceğe ışık tutmuşlardır….

Bilimsel sosyalizmi, ancak kitaplardan öğrenebiliriz, Onun için, kitapları okuyacağız !..."(12)

 

(11) Behice BORAN: "Türkiye ve Sosyalizmin Sorunları", Gün yyn, İstanbul, 1968, s. 133.

(12) Şahin ALPAY: "Devrimci Teorik Eğitim"; Aydınlık, Aralık 1968, sayı 2, s. 146. 34

 

Bu gurubun sözcülüğünü yapan Aydınlık dergisinin 2. sayısında T. İ.P. yöneticilerinin küçük burjuva ideologları oldukları ileri sürüldükten sonra, bu savın kanıtı olmak üzere bu yöneticilerin bilimsel sosyalizmi "köhnemiş", "dogmatik", "fanatik", "kalıplaşmış", "geçerliliğini yitirmiş" olarak gördükleri belirtilmekteydi.(13)

Onlara göre, mücadelede başarıya ulaşmanın ilk koşulu, teorinin gereğince bilinmesi ve uygulanmasıydı.(14)

Bu teori çekişmeleri karşısında bazı sol aydınların tutumu ise daha bir dikkatliydi.

Örneğin, Mehmed Kemal, bir gerçeğe parmak basıyordu:

"Solu (sosyalizmi) katılaştırmak veya sulandırmak, şöyle değil de, böyle olur demek, hiçbirimize bir şey kazandırmaz. Solculuğun çocuk felci hastalığı olur bu ! Tersine, karşımızdakilerin ekmeğine yağ sürer."(15)

 

(13) Aydınlık, Aralık 1968, sayı 2, s.94.

(14) Aydınlık. Kasım 1968. sayı 1, s.30.

(15) Mehmed KEMAL: "Gelelim Dersimize": Ant, 25 Haziran 1968. sayı 78.

 

35

 

Fethi Naci ise şöyle diyordu:

"Unutulmaması gereken şudur: İzlenecek yolu çizebilmek bilim düşüncesini benimsemeye bağlıdır, teoriyi bilmeğe bağlıdır. Teorinin olmadığı yerde ancak el yordamı ile ilerlemek, kafaları hataların duvarına vura vura yürümek mümkündür. Ama her teorik sonuç, olayların, somut durumun, milli ve milletlerarası şartların gerçek bir tahlilini gerektirir. Bu ikisini birlikte yürütmek, sosyal adaletten yana olanların başarılarının temel şartı olacaktır."(16)

Teoriye ilişkin bu görüşler ve tartışmalar, ister istemez, bu noktada kalmayacaktı.

"Türkiye'ye özgü sosyalizm" kuramının ortaya çıkması, ülkemizde sosyalizmin "güleryüzlü" ve "özgürlükçü" olması gerektiği görüşünün ortaya atılması, bu tartışmaların, ortaya çıkan yeni gelişmeler karşısındaki doğal sonucuydu.

 

(16)  Fethi Naci: “Bölünmek Değil, Birleşmek", Sosyal Adalet,19 Mart 1963. sayı 1.

 

36

 

Kesim İki

 

"YENİ" ya da "TÜRKİYE'ye ÖZGÜ-HÜRRİYETÇİ"

SOSYALİZM SAVLARl

 

Aradan zaman geçince, konu ile ilgilenenlerin birçoğunun "Türkiye'ye özgü sosyalizm" savının Mehmet Ali Aybar ortaya atıldığı sanısına kapıldıkları görülüyor.

 Oysa, aynı sav, çok daha önce, Yön dergisinde öne sürülmüş bulunuyordu.

O tarihte Yön'ün amacı, Türkiye'de uygulanması olanaklı bir sosyalizm anlayışı bulmaktı.

Gerçekte, bu çaba, sürekli bir arayış niteliğinde kendini göstermiş bulunuyor.

Sosyalizm için İslamiyet'ten, azgelişmiş ülkelerin denemelerinden ve İsveç "sosyalizm'inden yardım umulmuştu.

Yıldız Sertel'in o sıralar bu dönem için vardığı yargı, durumu doğru olarak saptamaktadır:

“Yurtsever burjuva aydınlarının 'Türk sosyalizmi' diye adlandırdıkları bu teori üç ana temele dayanıyordu: l. "Kemalizm", 2. 'Laborizm" (batı anlamında sosyal demokrasi), 3. 'Azgelişmiş Memleketler Sosyalizmi'.

 

37

 

Yeni devletçiliğin objektif hedefi, aynı 27 Mayısçılar'ınki gibi, Milli Kurtuluş Hareketi ile başlayıp, tamamlanmamış olan burjuva devrimini tamamlamaktı.”(01)

Bu çabanın belirgin özelliklerinden birini Doğan Avcıoğlu'nun çok sonraları "Türkiye'nin Düzeni - Dün, Bugün, Yarın" adlı kitabının temel savını oluşturacak olan 1962 yılında yazdığı şu satırlarda açıkça görmek olanaklı:

"Sosyalistler arasındaki farklılaşma, sosyalist toplum düzeninin nasıl kurulacağı konusunda ortaya çıkmaktadır. Sosyalizmi üç ana gurupta toplamak mümkün:

1. Doğu sosyalizmi        

2. Batı sosyalizmi          

3. Azgelişmiş ülkeler sosyalizmi             

O halde Türkiye için nasıl bir sosyalizm istiyoruz? Yukarıdaki açıklamalar batı sosyalizminin ülkemize örnek olamayacağını göstermektedir. Azgelişmiş bir ülke olan Türkiye'de sosyalizm radikal olacak, kısa zamanda yeni bir toplum düzeni kurmaya yönelecektir.

Doğu sosyalizmi de Türkiye'ye örnek teşkil edemez. Asıl gayenin, insanın gelişmesi olduğunu unutabilecek kadar insafsız metotlara yönelmek, arzu edilecek bir şey olmadığı gibi, zaruri de değildir"(2)

 

(1) Yıldız SERTEL: "Türkiye'de İlerici Akımlar", Ant yyn., istanbul, 1969, s 216-217. daha ayrıntılı bir değerlendınne için bkz. s.216 vd..

(2) Doğan AVCIOĞLU: "Sosyalizm Anlayışımız": Yön, 22 Ağustos 1962, sayı 36.

 

38

 

Türkkaya Ataöv de bu çabaya şu katkıda bulunuyordu:

"Her rejim kendi toprağında ve kendi şartlarına en uygun şekilde yeşerir. YÖN, Türkiye'nin geleceği bakımından yapılacak tartışmalara hareket noktası olarak bir zarurete parmak basmıştır. Türk sosyalizmi, bu tartışmaların ortasında ortaya çıkacaktır."(3)

Ne var ki, daha bu sıralarda bile Sadun Aren, Türkiye'ye özgü ya da yeni bir sosyalizm arama çabalarının sakıncalı sonuçlar doğurabileceği görüşündeydi:

“Türkiye için ve Türkiye'ye mahsus yeni bir gelişme teorisi, yeni bir sosyalizm bulmak teklifidir ancak tek bir sosyalizm vardır. Türkiye için ayrı bir sosyalizmden bahsetmek, Türk insanı ve toplumunun diğer insan ve toplumlarından temelli olarak farklı değer yargılarına ve gelişme kanunlarına sahip ve tabi olduğunu kabul etmek olur ki, böyle bir şeyin yanlışlığı apaçıktır….farklar ne olursa olsunlar, çözüm yollarının hepsinin aynı maksada hizmet etmesi, aynı modele uygun olması lazımdır. Bu sebepten, yeni bir sosyalizm modeli, bir Türkiye sosyalizmi bulmak için, beyhudeliği mukadder gayretler sarfedilmemelidir. Böyle bir şey bulma ümidi, bizleri daha bir müddet tereddüde ve atalete mahkum etmekten başka bir işe yaramaz.” (4)

 

(3) Türkkaya ATAÖV: "Türk Sosyalizmine Doğru "; Yön, 7 Mart 1962, sayı 12.

(4) Sadun AREN: "Nasıl Bir Sosyalizm?": Yön, 21 Mart 1962, sayı 14

 

39

 

Yine aynı tarihlerde Behice Boran da, her toplumun birtakım kendine özgü koşulları bulunduğunu ve bunları doğru değerlendirebilmek için yöresel koşulları öğrenmek ve anlamak gerektiğini, ama işin bu kadarla bırakılmasının da zorunlu olduğunu, yoksa yalnızca bu yöresellik üzerinde yoğunlaşmanın çok yanıltıcı sonuçlar doğuracağını yazıyordu.(5)

Bu çabalar Yön dergisi çerçevesinde kalmadı ve T.İ.P. yöneticilerini da kapsadı.

Şu duruma göre, ele aldığımız dönemde bu savın kökenlerini 1962 yılından başlayarak aramak gerekiyor.

Bununla birlikte, 1965’de bile Mehmet Ali Aybar, yine de şöyle demekteydi:

"Aşırı sosyalizm sorunuza gelince; bu, yanlış bir deyim, aşırı kötü bir sıfat. Nasıl dairenin aşırısı olmaz, daire daire ise, sosyalizmin de aşırısı yoktur. Sosyalizm bir bütündür. Sosyalizm, çağımızın toplum felsefesi, ekonomik ve sosyal sistemidir."(6)

Ne var ki, Aybar'ın "yeni" teorisinin bu tarihten sonra açık seçik ortaya çıkmağa başladığı da görülüyor.

 

(5) Behice BORAN: "Marksist MetodNedir?": Yön, 28 Kasım 1962, sayı 14.

(6) Mehmet Ali AYBAR ile Tercüman gazetesinin yaptığı röportaj, 13 Ağustos 1965.

 

40

 

28 Ağustos 1966:

"Türkiye'de sosyalizmi kurmak tarihi sorumluluğu,  bizlerin omuzlarımızdadır. Sosyalizmi kurmak için Türkiye'nin tarih şartlarını, ekonomik, sosyal gerçeklerini iyi bileceğiz. Sınıflar arasındaki kuvvet ilişkilerini, iç ve dış etkenleri iyi hesap ederek, emekçi halk yığınlarını bilinçlendirerek, örgütleyerek emekçilerin politik kuvvet dengesine ağır basmalarını sağlayacağız. Demek ki, Türk sosyalizminin KİTABINI, a'dan z'ye kadar, her günkü mücadelemizle, bizler, yani Türkiye İşçi Partililer hep beraber yazacağız. Ve de yazmaktayız. Biz kitabı yarına açılmış bir kapı olarak görürüz. Ve biz kitabı tamamlanmamış, hayatın akışını yansıttıkça sonsuzluğa kadar durmadan tamamlanan bir canlı varlık olarak kabul ederiz."(7)

14 Şubat 1967:

"Türkiye İşçi Partisi'nin sosyalizmi, 'Türkiye sosyalizmi' ithal malı değildir. Bu, ne batıdaki, ne doğudaki örneklerine benzer. Çünkü, Türkiye ne batıdır, ne doğudur. Türkiye kendine özgü koşulları olan bir ülkedir. Koca bir imparatorluktan yarı sömürge durumuna düşmüş; bir milli kurtuluş savaşıyla politik bağımsızlığına kavuştuysa da, bunu da yitirmiş, bir benzeri galiba bulunmayan, geri kalmış bir toplumdur." (8)

Aybar'ın Gerçek Yayınevi'nce 1968"de yayınlanan kitabından:

"Sosyalizm için reçete yoktur. Yani, ne yürütülen mücadelenin yolu, ne de iktidara geldikten sonra kurulacak düzenin biçimi hakkında uygulanacak hazır bir model mevcut değildir."(9)

 

(7) Mehmet Ali AYBAR'ın 28 Ağustos 1966'da Fatih T.İ.P. ilçe kongresindeki konuşmasından; konuşmanın metni: M.A.AYBAR: a.g.k.,s.476-481.

(8) Mehmet Ali AYBAR ile Ant dergisinin yaptığı röportaj; 14 Şubat 1967.

(9) M.A.AYBAR: a.g.k., s.641.

 

41

 

Türkiye'ye özgü sosyalizm savlarının T.İ.P. içinde büyük çalkantılara yol açacağı apaçıktı. Hatta bazı yazarlar uyarılarda da bulunuyorlardı.(10)

Bu "yeni" teoriyi incelemeyi sürdürmeden önce bir an için duralım ve acaba başlangıçta T.İ.P.nin öteki yöneticilerinin de Aybar'ın bu görüşlerini paylaşıp paylaşmamış olduğu sorusunu Behice Boran'a yöneltelim. Boran'ın bu soruya yanıtı şöyle olacak:

“Belki baştan beri esas anlayışlarda fark vardı, fakat hadiseler bu farkları meydana çıkarmadı. Mesela, Aybar daima şunu demiştir -ben de demişimdir-: 'Türkiye'nin şartlarına özgü sosyalizm'. Bugün de derim. Türkiye'de kurulacak sosyalizm, başka memleketlerin taklidi olarak, aktarma olarak yapılamaz derim. Ama, giderek Türkiye'ye özgü sosyalizm, dünyada hiçbir sosyalizme benzemeyen, dünyada ilk defa meydana gelecek ve Latince tabirini kullanmıştır konuşmalarda ve resmi kurul toplantılarında, 'sui generis', yani kendi şahsına münhasır bir sosyalizm. İşte bunu deyince ben karşı çıktım. Buraya götürdü işi. Demek ki biz vaktiyle aynı kelimeleri konuştuğumuz halde, aynı şeyi kasdetmiyormuşuz.”(11)

 

(10) Örneğin; Doğan ÖZGÜDEN: "T.İ.P.ne Düşen Görev" Ant, 22 Ekim 1968, sayı 95.

(11) Behice BORAN ile 20 Aralık 1969'da yapılan görüşme.

 

42

 

Aybar'ın Türkiye'de sosyalizmin kendine özgü bir yapıda olması gerektiğini açıklamak için öne sürdüğü nedenlerin ve gerekçelerin belirtilmesi, T. İ. P. yöneticileri arasında beliren görüş ayrılıklarının nedenlerinin de daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1- Osmanlı Devleti'nde yönetici sınıf "ceberrut" Osmanlı tipi devlet aracılığı ile üretimden büyük paylar almıştır. Bu sömürü biçimi zamanla değişikliğe uğramıştır, ama bugün hâlâ varlığını sürdürmektedir.(12)

2- Kapitalizm, Türkiye'de komprador bir sınıf yaratmış, bu sınıf ise, kapitalist üretim biçiminin gereğince gelişememesine yol açmıştır.(13)

3- Bu nedenle de proleterya gelişememiştir.(14)

4- Hâlâ derebeyilik kalıntıları vardır.(15)

5- Türkiye dünyada ilk kurtuluş savaşını yapmış olmasına karşın, sonradan yine emperyalizmin ağına düşmüştür.(16)

6- Her şeye karşın Türkiye'de yine de sosyalizme açık bir Anayasa vardır.(17)

7- Halkımız oy hakkına kıskançlıkla bağlıdır.(18)

8- Sosyalizmi gerçekleştirecek sınıflar Türkiye'de özellikler göstermektedir.(19)

İşte, Aybar'a göre, bu nedenlerle sosyalizm, Türkiye'de kendine özgü bir yapıya sahip olacaktı.

 

(12) M.A.AYBAR: a.g.k., s. 639-640.

(13) Aynı yerde, s.640.

(14) Aynı yerde, s.640.

(15) Aynı yerde, s.640.

(16) Aynı yerde, s.640 ve Mehmet Ali AYBAR ile Dönüşüm gazetesinin yaptığı röpotaj, 1 Aralık 1966.

(17) Aynı yerde ve aynı röportaj.

(18) Aynı röportaj.

(19) Mehmet Ali AYBAR'ın 11 Kasım 1968 günlü TİP. Kunıltayı'ndaki konuşması: konuşma metninin özeti: Ant, 19 Kasım 1968, sayı 99.

 

43

 

Gerçekte, Aybar, Türkiye'deki sosyalist akımın uluslararası sosyalizm ile organik bir bağı bulunmadığını belirtmek de istiyordu.

Gerçekten de, "hürriyetçi sosyalizm" görüşünü, Çekoslovakya'nın Varşova Paktı üyesi devletlerce işgalinden sonra ortaya atmıştı.

Aybar’ın kendisi de T.İ.P. Olağanüstü Büyük Kongresini açış konuşmasında bu gerçeği dile getirecek ve diyecekti ki:

"İhtilaf, benim 'güleryüzlü sosyalizm', 'bize özgü sosyalizm' sözlerimden çıkmış görünüyor. Konuşmalarımda, Çek olayları çıktıktan sonra Türkiye'de sosyalizmin demokratik yoldan olacağını söylemeyi gerekli gördüm.

… Hakim çevrelerin dış dayanakları, sosyalizmi halka kötü gösterme gayreti içindedirler              …

 T.İ.P. iktidara gelirse emekçileri devletin kölesi yapacağı, altı çizile çizile halka telkin ediliyordu. Ne var ki, Amerikan emperyalizminin politikasının ağırlık noktasının Uzakdoğu'dan Ortadoğu'ya aktarılması, Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya'yı işgali, sosyalizm aleyhine bir kampanyanın açılmasına sebebiyet verdi. Çekoslovakya'nın işgalini biz açık şekilde suçladık. Nasıl kendi bağımsızlığımıza kıskançlıkla sarılmışsak, başka milletlerin bağımsızlığına da {"bağımsızlığının ihlaline de" olması gerekiyor -Ç.Y.} aynı hassasiyetle karşı çıkmamız tabii idi. Bu vesile ile sosyalizmin hürriyetle olan ilişkileri üzerinde durmak zorunluluğunu duydum…"(20)

 

(20) M.A.AYBAR'ın T.İ.P. Olağanüstü Büyük Kongresı'nı açış konuşması; konuşma metninin özeti: Tüm, 1 Ocak 1969, sayı 4.

 

44

 

Aybar, 11 Kasım 1968'de T.İ.P. Kurultayı'nda yaptığı konuşmada da şöyle demiş bulunuyordu:

"Bugün Türkiye'de hürriyetçi sosyalizm sözünü etmenin ne gereği vardır? Büyük gereği vardır. Vatandaşlarımızın haysiyetlerine son derece bağlı ve hatta ekmek parasından, maddeten sömürülmelerinden daha çok bağlı olmalarından ötürü. Temel yapı değiştirildiği zaman hürriyetler  gelecektir diyorlar. Kendiliğinden gelmez hürriyetler. Bunu söylemek bilimsel  değildir. Sosyalizm kurulduktan yarım yüzyıl sonra da hürriyet olmayabilir. Onun da tedbirini almak lazımdır. Hürriyetçi bir yoldan kurmak gerektir sosyalizmi. Bütün dünya sosyalistleri bu problem üstüne eğiliyor, yeni yeni kitaplar yazıyorlar. Genç kardeşlerimizde alerjiler yaratmış olsa da, bu hürriyetçilik probleminin bizim için büyük problem olduğunu belirtmeyi borç bilirim. Bir büyükleri, bir yaşlıları, eski bir öğretmenleri olarak. "(21)

Aybar bu görüşlerinde yalnız kalmamış, T.İ.P. yönetici kadrosunun büyük bir bölümü ve bazı aydınlar onu desteklemişlerdi.

 

(21) M.A.AYBAR'm 11 Kasım 1968 günlü T.l.P.Kurultayı'ndaki konuşması; konuşma metninin özeti: Ant, 19 Kasım 1968, sayı 99.

 

45

 

Örneğin, Yaşar Kemal, "Halk İçinde Oluşmak" adlı bir yazısında şöyle diyordu:

“Sosyalizm  yeni,  adil,  haklı,  güvenlikli,  eşit, sevgi  dolu, hür bir dünya kurmaktır… Her toprak parçasının halkı, yoğurdunu kendince yer. İşte bu önemlidir. Sosyalizmin metodunu bir toprak parçasına, bir halka uygularken, bu halkın nasıl yoğurt yediğini bilmeliyiz. Yoğurdunu Yunus'ça, Pir Sultan, Dadaloğlu, Nasreddin Hoca, Sinan'ca yiyen bir halkın sosyalizmi de kendince olur… Halkları, onların yoğurt yeyişlerini de bilmeden yeni dünyanı onun üstüne kuramazsın. Büyük güç olan halkı yanına almadan da, sosyalizmi kuramazsın. Türkiye'de halka sırtını dönmüş, sosyalizm adına birtakım ucubeler düşünenler var. Ne yazık ki, böylesi insanlar birer gerçek. Geçide gittikçe yaklaşıyoruz. Ak koyun kara koyun belli oldu olacak. Şimdilik ferman okunmuyor tozdan dumandan ama, bir lider var, Mehmet Ali Aybar var. Halkın sonsuz yaratıcılığına girmek isteyen, halkın yoğurt yeyişine varmak çabasında olan…” (22)

Aybar'ın ve arkadaşlarının bu görüşlerine tepki, hem T.İ.P. içinden ve hem de Milli Demokratik Devrimciler'den geldi.

Bu tepkileri incelemeğe geçmeden önce önemli bir gerçeği belirtmek gerek.

Gerçekte Aybar, başından beri batıdaki gerçek anlamıyla burjuva özgürlükleri için didinmiş, yaşamını bu özgürlüklerin ülkemizde de varlık kazanması uğruna harcamış bir aydındı.

"Hazımsızlık, Demokrasi Ve Sosyalizm" adlı kitabında yer alan eski tarihli makaleleri bu gerçeği kanıtlamaya yeter.

Kendisiyle yaptığım görüşmede Yusuf Ziya Bahadınlı'nın bu konuya ilişkin olarak anlattıkları, Aybar'ın ne denli batı burjuva özgürlüklerinden yana olduğuna ışık tutacak:

 

(22) Ant, 25 Mart 1969, sayı 117.

 

46

 

"Çekoslovakya'nın işgal olduğu sıralarda ben Romanya'ya gidecektim. O zamana kadar sosyalist elçiliklere pek gidip geliniyorduk. Bunun istismar edileceğinden çekiniyorduk. Ben bir davet aldım Romanya'ya gitmek için... neyse, gittik ve döndük. Dedim ki, 'Sayın Başkan, Romanyalılar sizi çok seviyorlar.' "Niçin?' Dedi. 'Onlar da bağımsız sosyalizm diyorlar' dedim. Bunun üzerine, 'İyi ama, aynı zamanda da hürriyetçi değiller' dedi. O zamana kadar bu konuları açık açık tartışmamıştık. Şimdi, Aybar'ın bu sözü, konu üzerinde beni düşünmeğe şevketti. Aybar Romanya'yı beğenmiyor. Niçin beğenmiyor? Hürriyetçi olmadığını sandığı için. Hangi konuda hürriyetçi değil? Bu, o zaman açık değildi. Aybar açıkça söylemiyordu Romanya'nın neden hürriyetçi olmadığını. Fakat daha sonraki konuşmalarından, özel sohbetlerinden anladım ki, hürriyetçilikten kasdı, işte, batı ülkelerinde ne kasdediliyorsa, onu anlıyor. Mesela, dedi ki: 'Biz, Türkiye gibi bir memlekette birtakım şeyleri söyleyebiliyoruz da, sosyalist ülkelerde, karşı fikirler niçin söylenmesin? İşte buralarda hürriyet yok.' Yani, Aybar istiyor ki, nasıl Türkiye'de hakim sınıfların bir partisi iktidar ise ve karşılarında da cılız ve sola açık bir İşçi Partisi varsa, aynı şekilde, madem ki onların da iktidarlarında sosyalistler var, o halde muhalefette de anti-sosyalistler olmalı. Bunu hürriyetin varlığı olarak görüyor. Şimdi böylece, daha da meydana çıkmağa başlıyor Aybar'ın düşünceleri. "(23)

Aybar'ın çıkış noktası belki buydu, belki de değildi ama ne olursa olsun T. İ.P. sosyalist olmak isteyen bir partiydi. Bu nedenle de parti içinden sert tepkilerin gelmesi kaçınılmazdı.

 

 (23) Yusuf Ziya BAHADINLI ile 21 Ocak 1970’de yapılan görüşme.

 

47

 

 Ancak, tepkiler dar bir çerçeve içinde kalmadı ve tüm parti örgütüne yayıldı, genel başkanın değişmesinde de önemli bir etken oldu.

T.İ.P. içinde oluşan tepkinin sözcülüğünü özellikle Sadun Aren ve Behice Boran yaptı.

Aren'in Aybar'ın bu görüşlerine yönelttiği eleştiriler şöyle özetlenebilirdi:

"Hürriyetçi" bir sosyalizm savını ortaya atmak, ister istemez sosyalizmin "hürriyetçi" olmayabileceği ve onu böyle yapıp yapmamanın kişilerin elinde olduğu anlamına gelecekti.

Öte yandan, "Türkiye'ye özgü sosyalizm" deyişinin de bir anlamı yoktu. Çünkü, sorun, üretim araçlarının özel kişilere mi, yoksa kamuya mı ait olacağı idi.(24)

Ama bu, sosyalizme götürecek yollar her ülkede birbirinin aynıdır da demek değildi. Oysa, Aybar Türkiye'de gerçekleşecek sosyalizmin, yalnız bu gerçekleşme yolunun değil, ama aynı zamanda kendisinin de bambaşka olacağını öne sürmekteydi.

Sosyalizm, bir üretim biçimi olarak hep aynıydı. Oysa. Aybar, üretim ilişkileri açısından da Türkiye'ye özgü bir sosyalizmden söz ediyordu. Bununla birlikte, sosyalizmin özgürlükçü yanı üzeri¬de propaganda açısından durmak, sosyalizmden bir sapma değil, bir taktik sorunuydu. Ne var ki, "hürriyetçi sosyalizm", daha henüz kimsenin bilmediği bir sosyalizm için kullanılırsa, bu tutumda olan kişiye, sosyalist bir kişi gözüyle bakılamazdı.(25)

Boran da, durup dururken "hürriyetçi sosyalizm" savı ortaya atılınca, bundan, o güne değin T.İ.P. özgürlükçü değilmiş de, bundan sonra öyle olacakmış sonucunun çıkarılabileceğini belirtecekti.(26)

 

(24) Sadun AREN’in 11 Kasım 1968'de T.İ.P.Kurultayı’ndaki konuşması: konuşmanın özeti: Ant, 19 Kasım 1968, sayı 99.

(25) Sadun AREN. "T.İ.P.deki İhtilaf”, Tüm, 11 Aralık 1968, sayı 1.

(26) Behice BORAN'ın 11 Kasım 1968'de T.İ.P.Kurultayı'ndaki konuşması: konuşma metninin özeti: Ant, 19 Kasım 1968. sayı 99.

 

48

 

Aren ve Boran’ın başında bulunduğu Emek gurubunun yayın organı olan "Emek" dergisi bir süre sonra Aybar'ı daha değişik ve ilginç bir açıdan eleştirdi:

"Bu düşünce biçimine "bilimsel" diyebilmenin temel şartı, 'A eşittir A' önermesinden hareketlenen klasik mantığa değil, her şeyin sürekli ve kesintisiz bir değişim içinde bulunduğu önermesinden hareketlenen diyalektik mantığa dayanmasıdır… 'Bizim sosyalizmimiz kimseninkine benzemeyecek' doğrultusundaki sözleriyle de, kendiliğine bırakıldığında, Türkiye sosyalizminin başka sosyalist uygulamalara benzeyebileceği varsayımını dile getirmiştir. Gerek sorunun ele ele alınış biçimi ve gerek sorunun ele alınış biçimini belirleyen temel varsayım, bütünüyle, diyalektik düşünceye ters düşmektedir. Türkiye Sosyalizmi, kendi başına bırakılsa da, üstüne gidilse de, başka sosyalist uygulamalara benzemeyecektir, benzeyemez; çünkü, her şeyden önce, Türkiye sosyalizmi, dünden bugüne, bugünden yarına kendisine bile benzemeyecektir, benzeyemez. Bunu belirleyecek olan…

maddenin ta kendisidir. Aybar'ın bu bilinen (daha doğrusu bilinmesi gereken) gerçekleri bir yenilikmiş gibi sunması, başka bir deyişle 'malumu ilam' etmesi, bilimsel sosyalizmin besberrak kavramlarına bulunaklık getirmiştir. Teoride yaratılan böylesine bir bulanıklık, kaçınılmaz olarak, eylem çizgisini de bulandırır. Bunu bilmek gerek."(27)

 

(27) Emek, 3 Kasını 1969, sayı 14.

 

49

 

Şaban Erik, yine Emek dergisinde Aybar'ı bir başka açıdan eleştirecekti.

Erik'e göre, sorun, güleryüzlü sosyalizm sorunu değildi.

Önemli olan, toplumun dertlerini gidermekti.

Bunu yapamadığınız sürece, gülseniz de, ağlasanız da, boştu.

Sosyalizm, yaşam kavgasına çözüm bulacak bir yöntemdi, yoksa toplumun yüzünü güldürmek için Karagöz oyunu oynamak değildi.(28)

Bu arada, Muzaffer Erdost da, Aybar'ın Türkiye'ye özgü sosyalizm savını eleştiren bir kitap yazmış bulunuyordu.(29)

Ama bu kitapta, özünde, Türkiye'ye özgü bir sosyalizm olur mu, olmaz mı sorununa, yüzeysel olarak değindikten sonra, Aybar'ın "sosyalizm" dediği şeyin gerçekte "milli demokratik devrim aşaması" (ya da bir çeşidi) olduğunu öne sürüyor ve eleştirilerinin de ağırlık noktası bu oluyordu. Gerçekten de, Erdost'un kitabında vardığı sonuç şu:

"Sayın Aybar'ın               vermeği önerdiği mücadele, hiçbir şekilde anti-kapitalist, yani sosyalist mücadele değildir…demokratik devrimdir. Sayın Aybar, netice itibariyle, 'milli demokratik devrim'i gerçekleştirmeyi (o da kademeli bir şekilde) hedef almışken, daha ileri bir aşama olan 'sosyalist devrim' şiarıyla ortaya çıkmakta       Sayın Aybar'ın 'milli demokratik devrim'den  tek  parmak  ileri  geçmeyen   programı… “(30)            

 

(28) Şaban ERİK: «Aybar Ve Ettikleri"; Emek, 1 Aralık 1969, sayı 16.

(29) Muzaffer ERDOST:"'Türkiye Sosyalizmi' ve Sosyalizm";Sol yyn , Ankara, 1969.

(30) Aynı yerde, s.86-88.

 

50

 

Şu halde, Erdost'a göre Aybar'ın yanılgısı milli demokratik devrime sosvalist devrim demesi oluyordu.

Aybar'a böyle bir açıdan yönelen bu eleştirinin geçerli olabilmesi (a) milli demokratik devrim görüşünün Türkiye için geçerli olmasına, (b) milli demokratik devrimlerin de, "Türkiye'ye özgü", "güleryüzlü" ya da "özgürlükçü" olup olmadıkları sorunlarının çözülmesine bağlıydı. (a)ya ilerde değinilecek, (b)nin tartışılması ise bu kitabın konusunun dışında kalıyor.

 

 

51

 

 

Kesim Üç

 

GERÇEKÇİLİK AÇISINDAN TEORİ-PRATİK

 

Bu tartışmalarda üzerinde durulması gereken en önemli nokta şu olmalıydı:

Eğer amaç Türkiye'de sosyalizmin gerçekleştirilmesi ve sosyalizm de bilimsel gerçekler üzerine kurulu bir "teori" ise, bilimsel gerçeklerin "güler yüzlü " ya da "asık yüzlü " ve "özgürlükçü " ya da "baskıcı" olmaları da düşünülemeyeceğine göre, sosyalizmin de böyle niteliklerinin olamayacağı da bilinmeliydi.

Herhangi bir ülkede yöneticilerin baskıcı olmaları ile bilimsel sosyalizm arasında organik bir bağ kurulamayacağı düşünülmeliydi.

Bu konudaki tartışmalar sürüp giderken bazı aydınların tartışmacıları daha gerçekçi bir tutum almaları açısından uyarmaya çalışmış olduklarına da tanık olabiliyoruz.

Bunlar, daha çok, tartışmalara hiç katılmayan ya da pek az katılan çevrelerdendi.

Hatta, bu gibi uyarılar, bu teori-pratik çekişmesine katılanlardan bile gelebiliyordu.

Örneğin, Mihri Belli:

"Sosyalizm bir dogma değil, bir hareket kılavuzudur. Yani sosyalizmde dogmalar, hazır reçeteler aramak yanlıştır, boşuna bir gayrettir. Sosyalizmin metodunu benimsemek, bu metodu doğru uygulayarak her somut durumda doğru yorumu, doğru uygulamayı kafamızı yorarak kendimiz bulmak zorundayız.

 

52

 

Bu temel teoriye katkıda bulunmak olmasa bile, hiç değilse teorinin uygulanmasında orijinal olma görevini bize yükler. Her sorun karşısında, sosyalizmin yüce ustalarından yerli yersiz aktarmalarla yetinerek hazır çözümler arayan kimseyi gerçek bir sosyalist sayamayız."(1)

diyordu.

Sosyalist teori, "teori" olarak "bir", yani "tek" olmakla birlikte, iş, teorinin uygulamaya konulmasına gelince, her ülkenin gelişim aşaması değişik olduğuna göre, izlenecek yolların da değişiklik göstermesini herhalde doğal karşılamak gerekiyordu. Başka bir ülkede uygulanmış bir geçiş yolunu olduğu gibi özümsemek hiç tartışma konusu yapılmamalıydı. Böyle bir tutumun, sosyalizmin gerçekleştirilmesinin önüne dikilecek bir engel olduğu konusunda herkesin birleşmesi gerekirdi.

çiydi:

Bu açıdan bakıldığında İsmail Cem'in şu yargısı gerçekçiydi:

"Sosyalizmin  Türkiye'deki kuruluşunda daima batı örneğinden hareket edildi… Teorilerin bir evrensel yanı, bir de birtakım kendine özgü şartlardan dolayı söylenmiş yanları vardır. Bu kendine özgü şartlardan dolayı söylenmiş olan yanlar, zaten Türkiye'ye uymuyor. Fakat bir de sosyalist teorinin evrensel yanlarının Türkiye ile olan bağları kurulmaksızın, yani bunun Türkiye'de ne şekil alacağı düşünülmeksizin, bizim çok özel şartlarımıza rağmen, batının bir ürünü olan  bir sosyalizm modelini  Türkiye'ye getirdik. "(2)

 

(1) E.TÜFEKÇİ (Mihri Belli): "Sosyalizmde Metod Meselesi"; Yön, 25 Şubat 1966, sayı 152.

(2) İsmail Cem ile 23 Şubat 1970’de yapılan görüşme

 

53

 

 

Aybar'ın Çekoslovakya'nın Varşova Paktı üyesi devlerce işgali üzerine hemen nasıl bir "hürriyetçi sosyalizm" savını ortaya attığı, buna karşılık da bazılarının bu ülkenin işgali olayını savunmamı sosyalizmin gereği olduğunu sanarak savunmaya geçtikleri anımsanırsa, Türkiye'deki bu teori-pratik çekişmesinin bazan hiç de gerçekçi ve ussal olmayan temellere dayanmış olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Gerçekten de, Gülten Kazgan'ın deyişiyle:

"Göz önünde tutmak lazımdır ki, Sovyet Rusya bir dünya devletidir. Dünya devleti olması kendisinin izlemesi gereken bir politikayı gerektirmektedir, böyle bir politika vardır, bu politika, kendi kanımca, sosyalist teori ile bağdaşmayan sonuçıara da götürebilir, fakat bunun sosyalizmin kaçınılmaz bir sonucu sayılmaması gerekir…Böyle bir politika tasvip edilmezse, sosyalizme karşı çıkıılmış olur gibi bir yorumlamayı kabul etmiyorum, çünkü bu, Sovyet Rusya'nın özel bir durumu.'(3)

Bugün, Sovyetler Birligi çöküp dağılmış bulunuyor.

Bu tarihsel olay, ele alacağımız dönemde bu açıdan yapılan ve zaman zaman karşılıklı suçlamalara varan tartışmaların ne denli yersiz ve saçma olduğunu gözler önüne sermiyor mu?

 

 (3) Gülten Kazgan ile 16 Şubat 1970’de yapılan görüşme

 

54

 

Ne çare ki, bundan sonraki kesimde açıkça görüleceği üzere, Türkiye'deki teori-pratik sorunu, bir yönüyle de Sovyetler Birliği'nin devletlerarası gelişmelerdeki yeri ve rolü karşısında Türk solunun değişik kesimlerinin aldığı tutumun sonucunda ortaya çıkmış bulunuyordu.

Kaldı ki, Sovyetler Birliğinin varlığının sona ermesi, sosyalizm adına onun gerçekleştirdiği uygulamaların da yanlışlığını kendiliğinden kanıtlamakta!...

Bu kesimi, bu konuda Selahattin Hilav'ın 1970 yılında söylediği ama bugün en az o günkü kadar geçerli olan şu sözlerine kulak vererek bitirelim:

“Herhangi bir gerçek sonuç, mutlaka bazı düşüncelerin, bazı doğruların halka mal olması ile ortaya çıkacaktır. Eylemin de bunun üzerine oturması lazım. Biz şimdi bir şey öğrenmeden sırf kendimiz veriyoruz. Halkı anlamak ve halkla ilintileri kurmak lazım.” (4)

 

(4) Selahattin HİLAV ile 26 Şubat 1970'de yapılan görüşme.

Editör: TE Bilişim