Sene 2014 TV erkânlarında MHP’den 3 dönem belediye başkanlığı yapmış bir baba Irak’a, İşid’e karşı Türkmen kardeşlerine destek vermek için giden oğlunu anlatırken ‘’Biz bu davaya gönül vermiş insanlarız, gerekirse bende giderim’’ diyor. İşte Başbuğ’un anlattığı ‘’Cesaret ve atılganlık’’ demiştim. ‘’Şuurumuzu açtın, imanımızı tazeletin’’ diye sosyal medyadan da yazmıştım o zaman. Sene 2015 Suriye Türkmenleri davası bu zaman kadar hiç gündeme gelmemişti. Ta ki; Selami Aynur şehadetiyle imanımızı sorgulatana kadar, Türkmen dağına yardım kampanyası başlattık ve 2015 Ağustos’un da önce yardımları soktuk, sonra biz girdik. Alparslan Çelik’i ikinci görüşüm, ikinci sarılışımdı. Türkmen komutanlarla oturuyoruz.

Alparslan Çelik’in adını ilk 9 Temmuz 2014’te medyada ‘’MHP’li Başkanın oğlu Türkmenlerle birlikte IŞİD’e karşı savaşıyor’’ haberlerinde duydum. 1 sene sonra Türkmen dağına yardım kampanyası başlattığımız da tanışma fırsatımız oldu. Türkmen dağında, Türkmen komutanlarla oturduğumuz da anlatılanlardan yeni bir şeylerin yapılmak istendiğini, teşkilatlanmada yeni tecrübeler edindiklerini ve bunu geliştirmek istediklerini beyanlarıyla anladım. Alparslan Çelik’in bu yeni oluşunda katkısı hiç şüphesiz çok büyüktü bunu daha sonra da Türkmenlerin kendi ağızlarından duydum. 3 günlük ziyaretim de değişik grupların olduğu birlikleri gezdik ve gördük ki; herkes Alparslan’ı çok seviyor ve bağırlarına basıyor. Daha sonra bu yeni yapılanma istişarelerimiz arttı. Türkmen komutanlarında Alparslan Çelik’in anlattığı durumda; Türkmenlerin, Suriye genelinde bir birlik olamadıkları ve tek desteğin Türkiye’den geldiği farklı yardımların diğer muhalif gruplara dağıtıldığı, diğer muhalif grupların başka Arap devletlerden de destek aldıkları bu sebeple Türkmenlerin hep zayıf kaldıkları konulardı.

Bizde bunun üzerine ilk önce Türkmenleri tek çatı altında toplayacak faaliyetler yapmaya karar verdik. Zaten bu konuda alt yapısı hazırlanmış belli tecrübeler kazanmış Alparslan Çelik’in bulunduğu taburunda bağlı olduğu 2. Sahil Tümene tam destek vermek için anlaştık. Amaç yardımların tek elde toplanıp, o elden önce Türkmenlere onların eliyle ihtiyaca göre diğer gruplara dağıtılmasıydı. Alparslan Çelik büyük bir gayretlerle hem cephe hattında savaşıyor hem de gelen yardımlarla ilgileniyordu. Bunu yaparken de Suriye Türkmenlerinin davasını uzaktan seyreden teşkilatın hiç sesi çıkmıyor, nereden gelirse gelsin bütün yardımları bütün yardımları ‘’Ülkü Ocakları’’ adına Kızılay kayıtlarına geçirtip içeri sokturuyordu. Bütün çırpınmamıza rağmen teşkilatımıza bu durumu anlatamadık ve bu davayı topyekûn sahiplendiremedik. Sur ’da bir gedik açtığımıza inanarak bu durumu hep gündemde tutmaya çalıştık. Tabi ki; hayal ettiğimiz düzeye getiremedik hiçbir şeyi. Teşkilatımıza güvenerek Dağ’dan Türkmen komutanlara vaatlerde bulunarak ayrıldık.

Alparslan Çelik üzerinde o zamanlar kara propaganda yapılmaya başlanmıştı. Suriye masasında üzeri çizilmiş bazı istihbarat elemanlarının sivil taşeronları Alparslan Çelik nezdinde Türkmenleri ve bizi karalamaya başladılar. Onun için ‘’shovmen’’ dediler, ‘’Türkmenler için savaşmıyor, yatıyor’’ dediler, bizim için ‘’cihadı bölüyorsunuz asabiyetçilik’’ yapıyorsunuz dediler, gerekli tepki verilemedi. Alparslan Çelik anlaşılamadı, hayallerimiz için yeterli çalışmayı yapamadık. Alparslan Çelik’in,

İstanbul ziyaretinde (ismi bizde saklı) mahfuz bir işadamından 150 bin lira para yardımı aldı Dağ’a. Bizi de şahit tuttu. Türkmen komutanların hani Aslan sizinkiler söz vermişti ‘’sözünü yutmadı ‘’ Teşkilatın verdiğini söyleyerek bir top, bir arazi aracı ve oranın değişik giderlerine harcadı. Bu paralar hakkında şimdi dahi iftiralar atanlar hala sağ olan Türkmen komutanlara gidip, dağa sorabilirler.

Bir dernek kurmaya çalıştık, beceremedik. Teşkilat zaten ‘’vurdum, duymaz’’ dostlar ise yetersiz, unla, bulgurla bu işin olmayacağı açık ve net… İftiralar gizli yollardan artmaya devam etti. Çünkü Alparslan Çelik, ülkücülerden Türkmen Dağı’na toplandığı halde 7/24 ülkücüleri eleştiren, teşkilatı eleştiren ‘’Türkmenler savaşmıyor’’ deyip yardımları farklı gruplara veren şahısların ayağını kesmişti. Gözlerimle şahidim. Hatta Türkmenler içinde bile fitne sokulup, yardım vaadleriyle kandırıldıkları bazı grupları Alparslan ve Tümen üzerine sürmeye hatta onu ölümle tehdit ettirmeye kadar durum varmıştı. Bütün olumsuzluklarına rağmen o mücadelesine tekte kalsa devam etti. Bayır Bucağa büyük taarruz başlayınca bırakın cephe hattını terk etmeyi, bırakın yönettiği operasyonları İdip’ten gelmiş Araplar bile hayret eder olmuştu. Kızıldağ’a düzenlenen son operasyonda onun nasıl savaştığını Allah aşkına Dağ’a gidip bütün komutanlara sorsunlar.

Kendisi bunları hiç anlatmaz, kendisini övmez. Ben buraya yazmayacağım bütün kahramanlıklarına mücahitler dahil herkes şahittir. Kimden ne kadar aldığı, nere teslim ettiği ve neler alındığı hepsi ortadadır. Dediğim gibi aksini iddia edenlere Türkmen Dağ’ının yolunu gösterebiliriz. Rus savaş uçağının düşmesi sonucu Kızıldağ’a yapılan operasyonlarda Dağ’a ilk adım atanın o olduğunu yine komutanlardan öğrenip teyit etmiştim. Operasyon dönüşü adeta basın ordusuyla şaşkınlıkla karşılaştığında o anlatmıştı. Sağ mı, ölümü desek ikilemi Türkiye’yi ve Dağ’ı zora sokmama muhasebesi sonucu herkesin malumu olan o açıklamayı yapmıştır. Saldırılar daha da şiddetlenmiş, büyük kayıplar verilmeye başlanmıştı. Fakat Türkiye’de topyekün bir şuur oluşmuştu. Vakıflar, dernekler kişiler üzerinden koordinesiz, zemnini hazırsız bir şekilde yardım konvoyları bölgeye hareket etmeye başladı.

Gıda ve Giyim yokluğu haddini aşan bir biçimde artınca Dağ’ın asıl ihtiyacı olan nakit ihtiyacı görülmüyordu. Bir yaralı mücahidin, Türkiye’ye sokulup hastaneye yerleşme sürecinde arabaların, jeneratörlerin mazotuna kadar, ağır lojistik ihtiyaçlara varana kadar hepsi para demekti. Bu sorunu yine kendisine bulunulan vaadler sonucu Türkiye’ye geldi. Kendi asla ve kat’a Dağ adına dahi kimseden bir şey isteyemez karaktere sahip. Veren olursa alıp muhasibe devrediyordu. Sadece parayı dahi nasıl dikkatli aldığına şahidim. ‘’Fitre mi, zekat mı? Kimin adına? Ne için kullanılmasını istiyorsun’’ diye hepsini not alırdı. Ankara’da Olcay Kılavuz’un düğününe katıldı. Ülkü Ocakları Genel Merkezinin ‘’SMS’’ yoluyla topladığı 4 milyon tl için görüşmek için bekledi. Olcay Kılavuz’un balayı süreci, Devlet bey’in rahatsızlığı derken zaman uzadı. Bu sefer Dağ’dan kaçtı fitnesi yayıldı. Hatta onu sevmeyenler dahi Dağ’da ne kadar önemli olduğunu açığa vurarak

‘’O gitti, dağ bu duruma düştü’’ beyanları vermeye başladılar. Devlet beyi, hastane ziyaretinde Atilla Kaya ve Olcay Kılavuz ile bu yardım meselesini konuştu . Olcay Kılavuz’un ‘’parayı ayni yardıma çevireceğiz’’ sözü üzerine ‘’ayni yardıma ihtiyacımız yok onları buradaki garibanlara dağıtın’’ diye serzenişte bulundu. Hatta Rabia’nın ele geçirildiği gün tevhid ve ülkü ocaklarının bayraklarının rejim askeri tarafından çöpe atıldığı öyle zoruna gitti ki; gözleri dalarak bir sitem mesajıyla Olcay Kılavuz’a attı. Bir, iki dost meclisin bu haklı serzenişi uygun olmayan bir üslupla sosyal medyada paylaşan bir, iki kişi Ülkü Ocakları Genel Merkeziyle hukuku koparmaya getirdi. Hemen Daha önce Türkmen Dağ’ına yardım etmek isteyen Sedat Peker’le 2.Sahil Tümeni Komutanı olarak yaptığı görüşmedeki fotoğrafı hatta resmi kırparak ocak başkanlarına atmaya başladılar.

Ülkü Ocakları Genel Merkezi’de Suriye masasında görevli üstü çizilmiş istihbarat elemanlarının sivil taşeronlarının algılarına maalesef kendini kaptırdı. Bu algıyı yönetenler; değişik illerde bulunan fakat bölgeden anlık alabilen kirli şaibelere ve ilişkilere karışmış savaştan rant, ideolojik kılıfla kamufle ederek profesyonelce algı merkezinin başını tutmaktadırlar. Karşılıklı öfkelenmelere rağmen Alparslan Çelik, Ülkü Ocaklarına olan saygı ve sevgisini hiç bozmadı, yutkundu. Yalnızlaştırma eylemi başarıya ermiş, fitne bütün kesimlere sirayet etmişti. Ama o yılmadı. Yine mücahitlerin eğitimlerinden, yaralıların hastanelerdeki tedavilerine varana kadar yani baştan yeni kişilerle doğrulmaya çalıştı. Herkesin dağa daha gidemez onun hakkında fetva verildi. ‘’Silah satmış hatta sniper satmış’’ gibi uçuk fitne ve karamaların kol gezdiği sırada engellemelere rağmen dağa adım attı. İlk gitti gün kelez operasyonunu yönetti. Dağ’da kıpırdamalar olduğu artık hissediliyor, onun gelişi herkes tarafından sevinçle karşılanıyordu. Artık daha güçlü idealleri daha keskin inancı daha kaviydi. Ben vallahi bu anlattıklarımın bu hepsine şahidim. Çok güzel haberler gelecekti, bekliyordum ve bekliyorduk. Daha önce hastanelerde tedavilerini yaptığı mücahitlerin hem kontrollerini yaptırmak hem de bu konuda yardımcı olan arkadaşlarını ziyaret etmek amacıyla bir, iki günlüğüne dağ’dan çıkmıştı. Gözaltına alındıkları gece yine fitneciler hortlardı ‘’İzmir’de ne yapıyordu’’ diye. Biz Türk mücahitlerle adliyeden çıkıp Organize Şubeye götürülene kadar bekledik… Gönlümüzde ona kurulan kumpasın acısı, aklımızda İzmir’de bir evde hastaneye yatmayı bekleyen yaralı mücahitler.

Eee ne yapacağız. Yaralıların kaldıkları eve gittik. Kiminin kolları yanmış, kiminin yüzü ne yapacaktık şimdi? Ne yapacağız şimdi? Onsuz Dağ ne yapacak, dava ne olacak ve biz ne yapacağız şimdi…

Editör: TE Bilişim