Sadece Vicdan Sahipleri Okusun

Abone Ol

İnsan hayatı hatalara ve yanlışlara açıktır. Hiçbir insanoğlu hataya düşmediğini, hataya düşmeyeceğini iddia edemez. Mühim olan hataların öğretisi ve kâmil insan olma yolunda mesafe almaktır. Düştükleri hallerden ders çıkarmayan ve yanlışta ısrar eden toplumlar aynı hadiseleri tekrar yaşamaya mecburdur.

Bugünün toplumu ilgilendiren hadiselere baktığımızda toplumun düştüğü durumların farkında dahi olmadığının, farkına vardıklarında ise eksiklikleri başkasına mal etmek gibi bir nezaketsizlik için de olduğu gibi bir hakikat var. Kimse iğneyi kendine batırma ferasetini göstermiyor. Bu da bir hatalar silsilesini doğuruyor.

Türkiye’de vicdani olarak hiçbir şeyin hakikate uygun olarak yapılmadığının inancı içerisindeyim.

Yediğimiz gıdalardan tutun bindiğimiz otobüslerin, oturduğumuz evlerin, yürüdüğümüz yolların, okuduğumuz bilgilerin, dinlediğimiz insanların, tabii olduğunuz cemaatlerin, yaptığımız işlerin, icra ettiğimiz mesleklerin, aldığımız eğitimin altından çok pis kokular geliyor.

Her seferinde çok acı olayları tecrübe etsek de “biz nerede hata yapıyoruz” diye dönüp bakmaktan aciziz. Orta Doğu aklı ile hep hataları başkasına yıkma derdindeyiz.

Soma’da 300 can kaybedilmeden, aslında yasal halde bulunan iş güvenliği hizmetini harekete geçiremedik. Peki, geçirdik de ne oldu? İnsan hayatına dokunmayan kâğıt üzerinde bir takım önlemleri aldık da ne oldu? Trilyonlar kazanan vampirleri üç kuruş kazanan iş güvenliği şirketlerine teslim ettik. Üstelik uyumlu çalışamazsa anında değiştirebilecek bir iradeyi de ellerine verdik. Devlet bu şekilde araya bir tampon koyarak olası hatalarda suçlu bir merci oluşturdu. “Mış” gibi yaptık.

Yapılan her işimiz olsun da nasıl olursa olsun diye yapılan türden. Denetlemelerimiz tamamen göstermelik.

Bu coğrafyada bu sorunları hep vardı. Biz işlerimizi doğru yapma kararlığı gösteremediğimiz için bugün bu bataklığın içerisindeyiz. Yıllarca bir zihniyetle yönetilen memleket, aynı zihniyetin paraleli ile yol almaktadır. Giden geleni, gelen gideni beğenmemekte ise de yapılan hatalar ziyadesiyle benzerdir. Adaletin canı dün nasıl okunduysa, bugün de aynı derece okunmaktadır. Devlet kadroları aynı nezaketsizlikle pay edilmektedir. Rektör atamaları, ihaleler düne söylenmiş öfkeli laflar unutulmuş bir şekilde yol almıştır. 1960’larda Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde alkol almayan bir paşanın adaylığı tartışılırken, bugün de tam tersi ile bel altı bir siyaset güdülmektedir. Kişinin yaptığı işin ehliyeti değil, şahsiyetini ne derece teslim ettiği gözetilmiştir. En ufak çatlak bir sese tahammül edilememektedir.

Anadolu’da çocuklarımızın geleceği için, orta doğunun ve dünyanın huzuru için bir adım atmak mecburiyetindeyiz. Hukuk fakültesinden mezun bir gencin mezhebine, ırkına, fikrine bakılmaksızın işin ehli olduğunu düşünüyorsak adaletin kantarını ona teslim etmek mecburiyetindeyiz. Buradan başlayarak gömleğin ilk düğmesini doğru iliklersek, adalet üzerine kurulacak bir medeniyetin ilk adımlarını atmış oluruz. Buradan başlayarak eğitim, istihdam, dış politika, iç politika, terörle mücadele, sağlık her şey düzelecektir. İş sahibi olamayan bir gencin babası vidan rahatlığı ile “çalışmamışsın da olmamış” diyebilecek. Falanca yerden filanca referansı ayarlayamadığımız için benim evladım işsiz demeyecek.

Toplum FETÖ gibi bir travma yaşadı. Toplumun belki de her kanadını etkiledi. Geldiğimiz noktada ise devletin bu travmadan da hiç ders çıkarmadığını görüyoruz. Devlet kademelerini birilerine peşkeş çekmenin finalini çok acı yaşayan ülke, bugün benzer paralel yapılanmalara şahit. Artık dillere pelesenk olan ve demode hale gelen liyakatin esas olması artık kaçınılmazdır. Bu hatalara şahit olan milletin, canı yanan milletin de sessizliği ayrıca üzmektedir.

Anadolu coğrafyası yaptığı bunca hatadan artık çıkmak zorundadır. Her 20 yılda bir yaptığımız siyasi ve toplumsal hatalar mükerrer etmektedir. Toplumun ve insanların ve hatta siyasilerin gücüne de gitse hakikati söyleyecek, hakikati herkesin yüzüne çarpacak bir iradeye ihtiyaç vardır.