Dünyada herkese biçilen bir ömür var. İnanıyoruz ki ne bir nefes geri ne bir nefes ileri. Buna “Takdir-i İlahi” diyoruz ve “Yarın ölecekmiş gibi öbür dünya, hiç ölmeyecekmiş gibi de bu dünya için” çalışma gayretindeyiz. Yaşadığımız süre içerisinde bazen en yakınlarımızın, arkadaşlarımızın, dostlarımızın, çok sevdiğimiz komşularımızın, hocalarımızın, devlet büyüklerimizin, tanıdığımız ve tanımadığımız daha pek çok kişinin bu dünyadan göç ettiğine şahit oluyoruz.

Sevdiklerimizin, yakından tanıdıklarımızın ölümü elbette bizi üzer. Ancak bir vesile ile sevemediğimiz, ilgi duymadığımız kişilerin vefatından sonra da zil takıp oynayacak, ya da “oh olsun” diyecek halimiz yok. Bu bir insana, hele de Müslüman olan birine hiç ama hiç yakışmaz.

27 Eylül 2020’de değerli bir insan, donanımlı bir ilim ve kültür adamı olan İlahiyat Profesörü Hasan Onat’ı, 30 Ekim 2020 günü de eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz’ı kaybettik. Dünyanın başına bir kâbus gibi çöken virüs belası da her gün onlarca insanımızı alıp götürürken aynı gün öğle saatlerinde bu defa Güzel İzmir ve çevresi bir depremle sarsıldı; evler yıkıldı, can kayıpları ve yaralılarımız var.

Bütün bunlar dünyanın düzeni ve hayatın akışı içinde olağan işler. Yalnız dünyada olmaması gereken işler de oluyor. Ölenler genelde hayırla yâd edilirlerken bazıları da bazılarının arkasından kin ve nefret saçıyorlar.

Prof. Dr. Hasan Onat okuyup araştıran, inceleyen ve boş konuşmayan bir ilim adamı idi. İyi bir hatipliği vardı. Dost canlısıydı, hiçbir kimseye kötü gözle bakmaz; fikrini, düşüncelerini açık yüreklilikle ve belgelere dayanarak anlatır, yazardı. Ancak kalıplaşan ve hurafelerle desteklenen bilgiler dışında yeni araştırmalara kapalı meslektaşları ile onların kafasındaki bazı kendini bilmezler tarafından da kıskanılıyordu. Utanıp arlanma duygusundan bile mahrum olan bu insanlar arkasından kin kusmaya devam ettiler. Bunların başında da Türkiye Gazetesi’nde bir köşe tutan ve ne yazık ki “Prof.” etiketi taşıyan Ahmet Şimşirgil geliyordu. Aslında ona ve onun gibilere en güzel cevabı da yine kendi mahallelerinden Yeni Şafak Yazarı İsmail Kılıçarslan vermişti:

“Ayıp ki ne ayıp artık ya hu! Ölmüş biriyle kavga edecek kadar ne yaşıyorsunuz siz? Allah’ın dinini hangi ara kendi uhdenize aldınız? Bu terbiyesiz noktaya hangi ara geldiniz? Bütün akademik hayatı İNTİHAL ÜZERE KURULU, kitaplarının editörü FETÖ FİRARİSİ! Hanımlara hakaretleri kayıtlı. Üstelik ‘Rahmet dileme kültürü’ bile yok. Biz bu adamları vallahi hak etmiyoruz.”

Bu konuda fazla söze ve araya girip başka ifadeler yazmama gerek yok sanırım; geçelim…

Ağır bir hastalık dönemi geçirdikten sonra vefat eden eski Başbakanlarımızdan Mesut Yılmaz’la hiçbir tanışıklığım yok, karşılaşmadık da. Ancak Kültür Bakanlığı döneminde ve 1988 yılında, yurt dışında çalışan işçi çocuklarımızın “Kendi kültür ve tarihlerine yabancı kalmamaları” için bir proje hazırlanmıştı. Prof. Dr. Alemdar Yalçın’ın editörlüğünde oluşturulan 14 kişilik yazarlar heyeti içinde ben de bulunuyordum ve yabancı dillerde basılıp işçilerimizin bulunduğu ülkelerde dağıtılan “A Brief History of Turks” isimli kitabı yazmıştım. Bu kitabı daha sonra “Benim Tarihim” adıyla Türkçe olarak da yayınladım.

Mesut Yılmaz’ın arkasından da daha hastalığından başlayarak ileri geri konuşanlar, yazanlar oldu. Bu konuda da, kendimden bir kelime bile katmadan imamlık yapmasının yanında büyük bir araştırmacı ve kitap dostu olup Rize kültürüne büyük hizmetlerde bulunan hemşerisi Recep Koyuncu’nun, “Müslümanlığınızı Bilmem Ama İnsan Değilsiniz” başlıklı paylaşımını aktarıyorum:

“Bugün eski Başbakanlarımızdan Ahmet Mesut Yılmaz vefat etti. Cuma vaazına başlarken kendisine rahmet diledim ve cemaatimden gayet yüksek sesle ‘Âmin’ cevabı gelince hem sevindim hem de gururlandım. Çünkü dinimiz ölülerimizi güzel anmamızı emrediyordu… Sonra bir din görevlisi arkadaşımın vefat eden Başbakanımız hakkındaki paylaşımı ile yıkıldım… Ve ardından İzmir’deki deprem ve densizlerin paylaşımları… Oof, of!..”

Gelelim o “densizlerin” paylaşımlarına:

“İzmir Ege’de 6.8 deprem… Çok geçmiş olsun Müslüman halkı. Ya Rabbi! İzmirliler gibi zinaya, nefsime değil; seccademe köle et beni… Amin!”

Biri atıyor, öbürü kapıyor:

“Allah zinanın başkentini uyarmak için salladı. Unutmayın Lut Kavmi’ne ne olduğunu…”

Bu paylaşımları yapanlar bir defa kesinlikle İslamiyet’ten habersizler ama kendilerini “Müslüman” sanıyor olabilirler. Ancak Akit TV gibi Anıtkabir için “AnıRkabir” ifadesini yazmaktan utanmayıp mesela Kadıköy taraflarında sel felaketi olduğunda insanların yaşayış tarzlarına bağlarken Fatih gibi ilçelerde bir felaket olduğunda ise “Takdir-iİlahi”ye sığınan kaynaklardan beslendikleri belli.

Rizeli Recep Koyuncu Hoca, o zihniyettekilere “Müslümanlığınızı bilmem ama insan değilsiniz” diyerek noktayı koymuştu aslında. Ben de ilave ediyorum: “Kinliman”sınız, “Kinliman!..”

Çünkü ve ne yazık ki bazılarının kinleri dinleri haline gelmiştir de artık rüzgâr ekenler fırtına biçmekte, kindar bir güruh ortalıkta boy göstermektedir.