Enflasyona rağmen yapay yollarla faizleri düşürmek, MB eliyle piyasaları düşük faiz oranlarıyla fonlamak, toplam kredi hacminde kamu bankalarının %24 olan payını %53'e kadar çıkaracak şekilde parasal genişlemeyi ve kredileri artırmak ve yaklaşık olarak 60 milyar $'lık rezervleri eriterek, döviz kurlarını bastırmak veya kontrol altında tutmak gibi yöntemlere başvurmanın, kamuoyunda bilinenler dışında başka bir sebep ve amacı olmalıydı.

Dikkat edileceği üzere, aşağıda izah edeceğimiz bu amaca kamuoyunda hiç vurgu yapılmadı.

Bugün başlatılan #BeratAlbayrakınYanındayız kampanyasında bilhassa vurgulanan 2020 yılı I.Çeyrek büyüme rakamı olan %4,5'luk oranın ön plana çıkarılmasına bakarak bu amacın ne olduğunu anlamak mümkün olacaktır.

Kestirmeden bu amacın ne olduğunu peşinen söyleyelim.

Piyasanın dengelerini bozacak şekilde ekonomi yönetimi tarafından yapılan müdahalelerin tek amacı; dünya ekonomilerinde daralma yaşandığı bir dönemde 2020 yılı III. Çeyrekte %6 veya daha üstünde bir büyüme oranına ulaşmaktır.

Türk Ekonomisinin yapısal problemleri sebebiyle, bizim büyüme oranlarımızı etkileyen temel faktörler; sabit sermaye yatırımları, teknolojik gelişmeler, verimlilik artışı ve dış ticaret fazlası olmadığından, Türk ekonomisindeki büyüme faktörleri arasında, I.Çeyrekte olduğu gibi "TÜKETİM HARCAMALARI" %79 gibi ezici bir orana sahiptir...(Son 18 yıllık ortalama ise %74'dür.)

Bu vesileyle tam dokuz çeyreklik dönemde sabit sermaye yatırımlarının azalmakta olduğunu ifade etmeliyiz.

Görüldüğü üzere, son aylarda kamu tarafından piyasalara ve dövize yapılan müdahalelerin tek sebebi, son 18 yıldır olduğu üzere; "Sahte Cennet" algısını ilk seçime kadar devam ettirebilmek maksadıdır.

Nitekim bu piyasaları düşük faizli parayla fonlamanın en tipik örneği 2017 yılında yaşanmış, KGF kaynaklı 295 milyar TL Kobilere kredi dağıtılarak, "sahte cennet" algısı kuvvetlendirilmiş ve o yılsonunda %7,4'lük büyüme oranı yakalanmıştır.

Yılbaşından bu yana 750 milyar TL'lik düşük faizli kredi artışı ve tüm zamanların rekorunu teşkil edecek şekilde kredili konut ve otomobil satışları bu iddiamızı destekleyecek verileri oluşturuyor.

Ancak hesap edemedikleri gelişme veya öngördükleri varsayımın tam tersine, kredi genişlemesi daha önceki yıllarda olduğu gibi ekonomiyi canlandırmadı, negatif mevduat faizi ortamı ve yönetime olan güvensizliķ faktörü sebebiyle, MB ve kamu bankaları eliyle piyasaya çıkarılan TL miktarı altın ve dövize kaydı.

Nitekim döviz mevduatları rekor bir miktar olan 213 milyar $'a çıktı...

Demokrasi, hukuk devleti ve kurallı piyasanın rasyonel eğilimlerine inanmayan otoriter yönetimler ele geçirdikleri devlet gücüyle, tam bir kibirle her şeyi kontrol altına alabileceklerini düşündüklerinden, içinde bulunduğumuz bugünlerde yine bu türden denemelerin sonuçlarını yaşıyoruz...

Olmayacak duaya amin demek kabilinden, kurguladıkları bu varsayım tutsaydı, sabah akşam "bütün dünya küçülme yaşamışken Türk mucizesini gerçekleştirdik, %6 oranında büyüdük" diyerek ensemizde boza pişirmeye ve algılarımızla oynamaya devam edeceklerdi...

Oysaki kurgulanan bu büyüme problemlerimizi daha da ağırlaştıracak sağlıksız "obezleşme" dışında olumlu bir sonucu olmayacaktı.

Şimdi ise; piyasaya müdahale anlamında daha önce aldıkları her türlü kararı yeniden gözden geçiriyor ve geri adımlar atmaya başlıyorlar.

Sevgili arkadaşlar;

Benim içinde yaşadığımız ekonomik gelişmeleri okuma biçimim şimdilik özetle böyledir.