Türkiye “eski sistemin mevcut ihtiyaçları karşılayamadığı” gerekçesiyle 24 Haziran 2018 tarihinde apar topar seçime gidiyor.

Ülkemizi 2002 den beri tek parti iktidarının yönettiğini, 2007 den beri de Cumhurbaşkanının da aynı düşünceden olduğunu önce bir hatırlatalım.

Demek ki 11 yıldır kuvvetler arasında bir düşünce farkı yok…

1 yıldır Cumhurbaşkanımız da partili.

1,5 yılı aşkın zamandır OHAL ile yönetiliyoruz. “Yok kanun, yap kanun” işler ışık hızında ilerliyor.

Meclis deseniz zaten by pass edilebiliyor da, taslağı bugün ver yarın onayı çıksın modunda. Sayısal çoğunlukla iş tıkır tıkır gidiyor.

Başbakan deseniz Cumhurbaşkanının emrine amade, gözünün içine bakıyor, ne dese yapıyor.

“Milli irade” neticesinde seçilmiş belediye başkanları bile Cumhurbaşkanının bir sözüyle istifa ediyorlar.

Basın deseniz, Doğan Grubu da satılarak yandaş saflara katıldı. Televizyonlarda, gazetelerde iktidar parıl parıl parlatılırken, muhalefete kerhen yer veriliyor.

Anket şirketleri sipariş üzerine sonuçlar yayınlıyor.

YSK deseniz başlama düdüğünden sonra bile kural değiştirebilecek kadar emirlere uyuyor.

Sistem o kadar hızlı işliyor ki Cumhurbaşkanımızın aklına gece yarısı bir şey gelse, sabah mesai başlamadan uygulamaya konabiliyor.

OHAL de bu acele niye ?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle, parlamenter sistem ile 2019 a kadar gidecek Türkiye arasında ne fark var ?

Mecliste sayısal çoğunluğu elinde bulunduran, bonus olarak 40 vekillik daha alan, başbakanı, cumhurbaşkanı aynı partiden olan, sistemin hiçbir noktasından çatlak ses  gelmeyen bir yönetim biçimi varken Kasım 2019 niye beklenilemiyor ?

Lütfen bu sorulara hamasi değil vicdani cevaplar verin.

15 Temmuz falan da demeyin, zira Fetö denen hain örgütün hangi iktidarın zamanında palazlandığını, devlet kademelerini sarmaşık gibi sardığını, hangi partinin vekillerinin büyük çoğunluğunun Fetullah alçağıyla boy boy resimlerinin olduğunu, “Kandırıldık” demenin devlet yönetiminde bir özür olamayacağını sanırım aramızda bilmeyen yoktur.

“Ülkemizin etrafındaki çember daralıyor” klişesi de geçer akçe değil. O zaman da adama “Bu yeni bir şey mi, hangi Türk Devleti’nin beka sorunu yoktu ?” diye sorarlar.

“Ekonomik saldırılar” desen yıllardır, hatta asırlardır var.

Sen güçlü ol da saldıramasınlar derler adama.

Bu ülke 16 Nisan’a da edebiyat parçalanarak götürüldü, 24 Haziran’a da edebiyat parçalanarak götürülüyor.

Ama artık hamasetin rafa kaldırılıp, elle tutulur, gözle görülür, neden – niçin, sebep – sonuç ilişkisi içinde gerçekçi propagandaların yapılması lazım.

Romantik bir cümle olacak ama ülkemizin bu baskın seçime  “ADALET” ve “EŞİTLİK” ilkelerinden zerre taviz verilmeden götürülmesi, mücadelenin “DEMOKRATİK” bir yarış olduğunun farkında olunması,“KARDEŞLİK” hukukunun zinhar unutulmaması, devlet kurumlarının her düşünceye aynı mesafede durması, özellikle imamların partizanlaşarak, Allah’ın tertemiz evlerini kirletmemeleri lazım.

24 Haziran 2018 de baskın seçime gidiyoruz.

Allah devletimiz, milletimiz, bayrağımız için en hayırlı sonuçları alabilmemizi nasip etsin.