“Oku baban gibi, eşek olma” cümlesini hatırlarsınız değil mi? Türkçe derslerinde, bir virgülün ne kadar önemli olduğunu öğretmişti hepimize ve bir başka açıdan değerlendirmek gerekirse, olaylara bakış şeklimizin, sonucu nasıl etkileyeceğinin ispatı idi.

Bazen siyasi partileri ve onları destekleyen partililerin eylemlerini izliyorum. Bir önceki partinin yanlış uygulaması olarak kötüledikleri davranışları, yeni gelen parti yapıyor ve o zaman kötü diyenlerin, kendi partisinin hatasını alkışladıklarını görüyorum. İşte bu sebepten; Türkiye’de yapılan siyaseti ahlaklı bulmuyorum. Partizan düşünceyle yapılan her davranış, bana çok uzak geliyor. Kadrolaşmadan ziyade, liyakati esas alan yönetim sistemlerinin başarılı olabileceğini, aksi halde kurumların bir sistematik içinde çalışamayacağı ve tek kişinin idaresi altındaki beton yığınlarından ibaret olacaklarını savunmuşumdur ve savunmaya da devam edeceğim. Toplumların güvenini kazanabilmenin ve bunu sürdürebilir yapabilmemenin temeli; yazdığım gibi, kurum atamalarında liyakati sağlayabilmekle olur. Ancak ne yazık ki; hangi görüş yönetime gelirse gelsin, liyakatten öte, kadrolaşma ile yola çıkıyorlar ve vizyonu dar personel atamalarıyla, temsil ettiği şirketlerin başarısızlıklarında önemli rol oynuyorlar. Öyle ki; 1997 yılında kurulmuş Ağaç A.Ş., İBB’nin açtığı bir ihaleye katılıyor ve ihaleyi kaybediyor. Bunu da; şeffaflık olarak servis ediyorlar. Neyin şeffaflığı? A firmasının daha düşük fiyat ile yapabileceğini iddia ettiği bir yeri, elinde imkanları bulunan Ağaç A.Ş.; “ben o fiyata yapamam” diyorsa, ya en düşük fiyat veren ve ihaleyi alan firma zarar etmeli, ya da Ağaç A.Ş.’nin yönetim kadrosu yeniden gösden geçirilmelidir! Benim yöneticilik anlayışım, bu olaya böyle bakar!

Merakla beklenen Yeni Tip Corona Virüsümüze kavuştuk nihayet. Tüm medya bunu bekliyormuş gibi, sabah akşam virüs haberleriyle doldu tüm haberler. Bu süreye kadar, Çin nedeniyle ülkemize gelen siparişler karımız oldu desek yeridir. Bundan sonra biraz zor günler bekliyor bizi. Tabii ki geçici bir süre ama nedense seviyoruz panik yapmayı ve yazıp çizmeyi. Corona Virüs gribin bir türüdür. Şiddetli bir zatürre yapar. Bir kanser, ebola, HIV gibi değildir. İnfluenza daha tehlikelidir mesela. O da bir griptir. Ancak ne anlatmaya çalışırsak çalışalım, panik yapanların anlamalarını sağlayamayacağımız da görülmektedir. Belki sağlık konusunda birlikte hareket edebiliriz diye düşündüm ama o konuda bile her partinin milletvekilleri, kendilerince selamlamalar bularak, saçma sapan hareketler zincirlerine devam ettiler. Bu konuda şunu eklemden geçemeyeceğim; Sağlık Bakanımızın bu süreci çok iyi yönettiğini düşünüyorum. Diğer bakanlıkların da, Sağlık Bakanımız ile koordineli çalışmalarını, ekip çalışması açısından çok olumlu buldum. Yanlışlara, yanlış diyebildiğimiz gibi, doğru hareketleri de övmeyi bildiğimizin herkes tarafından görülmesini isterim.

Toplumları iyi izleyen ve bunu raporlayan kişiler için o toplumları yönetebilmek çok kolaydır. Yıllarca milletimizin reaksiyonları izlendi. İhtilallara vermiş olduğu tepkiler kontrol edildi. Aslında o ihtilalların hepsi birer testti. Tam 60 yıldır ülkemiz üstüne oynanan bir plandan bahsediyorum. Hangi durumlarda bir araya geliyoruz, biliniyor artık. O kadar güzel bir şekilde işleniyor ki dış müdahaleler; o konuda bile hemfikir olamıyoruz ve muhalif davranabiliyoruz. Sevgi, saygı, ahlak gibi toplumuzun vazgeçilmez özellikleri yerini; ukalalık, sahtekârlık ve terbiyesizliğe bıraktı. Kendisine; Viking’i, Alman’ı, Fransız’ı ve İngiliz’i örnek alan gençler yetişiyor. Aslı, ezogelin çorbası gibi karışık Amerika vatandaşı olabilmek için “Green Card” kuyruğuna giriyor Şanlı Türk Milleti’nin evlatları. Biz ne zaman ülkemizi terk etmek için sıraya girer olduk? İflasa sürüklendiğini bildiği halde, masasından bir dakika ayrılmayan babaların evlatları, nasıl oldu da bu kadar korkak ve aciz olabildi?

Hülasa; neyin nasıl anlaşıldığını bilemediğimiz bir süreçten geçiyoruz. Herkes kendince görüyor ve aynı olayı bir kısım alkışlarken, diğeri ıslıklıyor. Ve bu durum; bir kısırdöngü içerisinde, partiler arası devam ediyor. Siyasetin kirli dünyası, tüm hızıyla bütün değerlerimizi kirletiyor. İnandığımız koca koca ağabeylerin ve ablaların, aslında Kabe’deki putlardan farksız olduklarını görüyor ve fırlatıyoruz… Kırılıyorlar! Doğru söyleyen bizler; itiliyor, öteleniyoruz ama damarlarımızda gezen kudrete ulaşmanın vermiş olduğu özgüvenle yazmaya devam ediyoruz. Yazıyorum ve üstüne basa-basa tekrar ediyorum; sizin şeffaflık olarak servis ettiğiniz konular, aslında basiretsizliğiniz! Kadrolaşma hevesiniz, henüz yolun başındayken sonunuzu hazırlayacak. Liyakate karşı olan düşmanlığınız nedeniyle, inovasyonu yakalayamayacak ve yerinizde sayacaksınız. Yazımın sonunda şunu da belirtmek isterim ki; İmam Hatip kültürüyle, Mustafa Kemal Atatürk üzerinden kendisine ekonomik fayda sağlayan Yılmaz Özdil kültürü arasında hiç bir fark yoktur. Her iki kültür de, toplumun ilerlemesinin önünü kesen ve kendi çıkarlarını düşünen Rasyonel Egoizm’in ülkemizdeki öncüleridirler.