Aslında yeniden fethedilmesinin gerekçeleri hazır olsa da öncelikle Mekke’nin ilk fetih tarihinin 1 Ocak 630 değil de 11 Ocak 630 olduğunu herkese kabul ettirmemiz gerekiyor. Bunun için de tarihi kaynaklara bakmamız lazım. İbn İshâk, İbn Hişâm, Belâzûrî, Vâkıdî, İbn Esir, İbn Kesir ve Taberî gibi pek çok tarihçinin ittifakla verdiği tarih, Hicrî takvime göre 20 Ramazan 8, yani Hicretin 8. yılıdır. Bu Hicri tarih Milâdî takvime göre değerlendirildiğinde ortaya çıkan tarih ise 11 Ocak 630 oluyor.

Gerçek bu iken, epeyden beri “çokbilmiş” birilerinin gayreti ile fetih tarihi on gün geriye çekilivermişti. Güya yeni yıl kutlamalarını gölgelemek istiyorlardı ama tartışmalara ve inatlaşmalara sebep olup günah işlediklerinin farkında değillerdi. İşin acı tarafı, dini referanslı birtakım dernek, vakıf ve cemaatlerin bu oyununa Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı da alet olduğu için her yıl bastırılan Diyanet Takvimlerinde “1 Ocak Mekke’nin Fethi” olarak gösteriliyordu. Ta ki 2016 yılına kadar!

Bu tür saçmalıklarla mücadele etmeyi vazife edindiğim için Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve devrin Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’e hitaben 10 maddelik bir dilekçe/mektup yazarak 2 Ocak 2015 tarihinde göndermiştim. Diyanet’in 2015 takvimi daha yeni gelmişti ve Mekke’nin fetih tarihi yine “1 Ocak” olarak gösteriliyordu. Yazdığım 10 maddelik dilekçe/mektubun birinci maddesi aynen şöyle idi:

1-Önce en güncel olandan başlayacağım: Mekke’nin Fetih Tarihi… Türkiye Diyanet Vakfı’nca yayınlanan İslam Ansiklopedisi’nde, İbnü’l Esir’in İslam Tarihi isimli eserinde ve başka kaynaklarda fetih tarihi olarak “11 Ocak” verilirken Diyanet Takvimi “1 Ocak” diyor. Nasıl ki İstanbul’un fethini mesela 19 Mayıs olarak gösteremiyorsak Mekke’nin fetih tarihini de on gün önceye alamayız. Artık o tarihin konusudur ve değiştirilemez. Bu tarihin Yılbaşı kutlamalarına bir alternatif gibi düşünülmesi ise takdir edersiniz ki abesle iştigaldir.

Bu müracaatımdan bir hafta veya on gün sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nın o tarihlerdeki Basılı Yayınlar Dairesi Başkanı Yunus Akkaya beni arayarak, “Osman Bey, Sayın Başkanımız, Mekke’nin fetih tarihi konusundaki müracaatınızla ilgili olarak bize talimat vermişlerdi. Araştırdık ve haklı olduğunuzu gördük. Bu yılki takvimlerimiz basıldığı için yapacak bir şey yok ama 2016’dan itibaren 11 Ocak olarak düzeltilmiş olduğunu göreceksiniz” dediler. Ben de ilgileri için teşekkür ettim. Nitekim Diyanet takvimlerinde, 2016 yılından itibaren “11 Ocak Mekke’nin Fethi” ibaresi yer almaya başladı.

Ancak ne var ki bazı dernekler, vakıflar, cemaatler -istisnalar hariç - yine bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Onlardan etkilenen sosyal medya fenomenleri de hâlâ “1 Ocak Mekke’nin fethi” diye paylaşımlar yapıyorlar. Ben rastlamadım ama bazı Vaiz efendiler de 1 Ocak teması üzerine konuşuyorlarmış. Tarihi çarpıtmak doğru değildir. Başkanlığa yazdığım yazıda olduğu gibi İstanbul’un fethini nasıl 29 Mayıs’tan 19 Mayıs’a çekemiyorsak tarihi bir olayın yaşandığı 11 Ocak’ı da 1 Ocak olarak değiştiremeyiz. Aslında ben, fetih tarihi olarak 1 Ocak tarihini kabul edip 31 Aralık akşamı program düzenleyenlerden ulaşabildiklerimi de aradım, sözümü dinleyenler oldu. Mesela o gruplardan biri yine 31 Aralık’ta program yaptı ama duyurularında “Mekke’nin Fethi” ibaresi yerine “Mekke’nin Fethine Doğru” yazıyordu.

Gelelim yeniden fetih meselesine...

İslamiyet’in en kutsal mekânı olan Kâbe bugün ne yazık ki riyallerini dinlerine tercih eden, İslam kardeşliği dururken adeta ABD ile İsrail’e kul – köle olan, yanı başındaki Yemen başta olmak üzere Asya ve Afrika’da açlıktan bir deri bir kemik kalan insanlara yardım eli uzatmayan, Türkiye’ye karşı terör örgütlerine destek olan, Doğu Türkistan’daki vahşete seyirci kaldıkları yetmezmiş gibi Vahşi Çin’i haklı gösteren beyanatlar veren ve İstanbul’un göbeğinde insanlığın en vahşi, en acımasız, en gaddar, en ahlâk dışı cinayetlerinden birini işleyip sonra da keyif çatan zihniyetin işgali altındadır. Onlar içlerinden çıkan ve insanlığa gönderilen son Peygamber olan Hz. Muhammed’in kemiklerini sızlatmaktadırlar. Tıpkı, büyük şair Arif Nihat Asya’nın o muhteşem Naat’ında çok güzel ifade ettiği gibi, “Kâbe’ne siyahlar yakışmamıştır ya Muhammed bugünkü kadar” desek yeridir. (Kâbe’ye daha önce başka renklerde örtüler de giydirilmiş olmasına rağmen Abbasiler tıpkı imam cüppelerinde uyguladıkları gibi Kâbe örtüsünde de siyah rengi tercih etmişler ve o hal gelenekleşmiştir)

Hal böyle olunca Kâbe’nin bu zihniyetten kurtulması, kurtarılması mutlaka şarttır ve bunun için de yeni bir fetih gerekir. Ancak bu fetih topla tüfekle değil, Müslümanların akledip düşünmeleri, özlerine dönmeleri, zihniyetlerini değiştirmeleri ile mümkün olacaktır. Her yıl umreye giderek, üç defa, beş defa, on defa Hacca giderek daha çok, daha ihlaslı, daha samimi Müslüman olunamayacağı gibi Kâbe de kurtarılamaz. Farz olan, durumu müsait olanlar için yalnızca bir defa hacca gitmektir. Teferruat olan hac ve umre ziyaretleri ise bu şartlarda ancak ve ancak hacılardan kazandıkları paraları ranta çeviren mevcut zihniyetin işine yarar ve orada iyice kökleşmesini sağlar.

O halde ne yapılmalı?

Mademki bir “İslam İşbirliği Teşkilatı” var; üye devletlerle görüşmeler yaparak uygun bir zemin oluşturulmalı, sonra da “Kâbe’nin/Hac mekânlarının kullanımı” konulu bir konferans düzenlenerek Suud yönetimi siygaya çekilmelidir. Çünkü dünyanın dört bir tarafından Mekke ve Medine’ye koşan insanlar bin bir zorlukla karşılaşmakta, en azından Mekke’den Medine’ye, Medine’den Mekke’ye geçişler çoğu zaman çileye dönüşmektedir. Arazi şartları ve maddi imkanlar uygun olmasına rağmen Suud yönetimi raylı sisteme geçmemiş, tren, metro, hızlı tren uygulamalarını hiç düşünmemiştir. Zengin hacılar Kâbe’nin hemen yanı başındaki kulelerde bulunan süper lüks dairelerinde keyif çatarlarken ve hatta oradan imama uyup namaz kılarlarken gariban hacılar aşağıda sefalet sürmekte, yerlerde yatıp uyumaktadırlar.

Kısacası orada yapılacak çok iş vardır ve İslam ülkeleri buna el atmak zorundadırlar.