Dindarlıkla siyasal İslamcılık arasındaki derin farkı anlamak için son günlerde giderek şiddetlenen siyasi çekişmelere bakmak kafi. Siyasetçi ülke yönetimine talip olan insandır, dolayısıyla işi dünya iledir. Vaatlerini, hizmetlerini ve tabi propagandasını da bu gerçek üzerine yapması gerekir.Söz gelimi daha iyi, daha dürüst bir yönetim vaat edebilir. Parklar, sosyal alanlar, yollar yapmaktan bahsedebilir. Bunların hiç biri sırıtmaz. Fakat siyasi rekabet öyle bir hal aldı ki, bazıları işi öteki dünyayı vaat edecek noktaya vardırdı.

İki hafta kadar önce eski Savunma Bakanı İsmet Yılmaz partisine oy isterken karşılığının ahiret saadeti ve cennete giriş beratı olduğunu söyledi. O tarihten beri bazı çevrelerde İsmet Yılmaz'ın ismi cübbesiz İsmet diye anılmaya başlandı. Bu sözlerin İslami açıdan vahametini anlatmaya gerek yok. Bu, dini bir ahlak davası olmaktan çıkarıp bir parti davasına indirgemektir. Konuşan açısından sorumluluğu büyüktür.

İslamcılık iddiasında olan bir parti için İsmet Yılmaz'ın sözleri İslam'la telif edilmese de siyasal İslamcılıkla telif edilebilir. Siyasal İslamcı bir partiden bu tür sözler sudur edebilir. Ama bunun tam zıddını bu defa başka bir AKP'li, Nihat Zeybekçi İzmir'de söyledi: Zeybekçi, seçilirsem İzmir şaraplarını dünya markası yapacağım dedi. Cennet vaat eden bir partinin şarapçılığı markalaştırma vaadini İslamcılığın bir yerine sığdırmak mümkün değil. Ne kadar tevil ederseniz ediniz, bu mümkün değil. İşte bu noktada İslam'la, siyasal İslamcılık arasındaki fark ortaya çıkıyor. İslam'ın yol vermediği bir şeye siyasal İslamcılık rahatlıkla yol verebiliyor. İslam'la AKP'yi özdeşleştirenler bunu nereye sığdırırlar bilemem,ama bunun nedenini Nusret Çam'ın Hangi İslam isimli kitabından alıntıladığım aşağıdaki örnekten sonra açıklamaya çalışacağım.

Çam, 60 yıllarda Türkiye'nin en saygın İlahiyat Fakültelerinin birinde çalışan bir odacının kendine ek gelir sağlamak için bir simit tablası alıp okulun en kalabalık noktasına yerleştirdiğini anlatır. Simit almak isteyen simidini alıp parasını tablanın üzerine bırakır. Yıllarca bu tablanın üstünde tek bir simidin parası bile eksik çıkmaz. Terör ve siyasi rekabetin en yoğun olduğu yetmişli yıllarda bile aynı sistem devam eder. Tarikat ve cemaat yapılanmalarının yaygınlaştığı, siyasal İslam'ın giderek büyüdüğü doksanlı yıllarda ise iş tam tersine döner, odacı akşam tablayı aldığında simit paralarının yarısının bile bırakılmadığını görür ve işi bırakır. Siyasal İslam yaygınlaşmış ama İslam ahlakı sahneden çekilmiştir.

İşte bu noktada niçin sorusu büyük önem kazanıyor. Niçin? Çünkü şarabı yasaklayan dindir, yani İslam'dır. Oysa Sivas'ta cennet, İzmir'de şarap vaat eden siyasal İslam, yani ideolojidir. Din ideoloji halini alınca dinin yasakladığı şeyler bile- güya din için- mübah hale geliyor.Din için çalışma, insanların iyiliğine koşma, güzel ahlakı yaygınlaştırma, kul hakkına saygıya davet gibi iyi ve güzeli hakim kılmanın yerini bir partiyi iktidara getirme veya iktidarda tutma davası alıyor. Onun için din asla ideolojiye dönüşmemelidir.