İktidarının üstünden 20 yıla yakın zaman geçmesine ve uyuşturucu ticaretinden, en üst seviyesinden en alt seviyesine kadar yiyiciliğe bulaşmış siyasal ve bürokratik kadrolara, liyakatsizlikten, vıcık vıcık yardakçılığa, devletin tüm kurumsal yapısını yok etmekten, çocuklarımızın geleceğini çalmaya kadar varan iğrenç bir süreç işlerken, hükümet tarafından açıkça Türk düşmanlığı yapılmasına rağmen, anketlerde kokuşmuş iktidara ve mevcut mütegallibe takımına oy vereceğini söyleyenlerin oranı % 30’u bulmaktadır.

Aman efendim siz misiniz bu oranı açıklayan, her meslekten, özellikle de akademik camiadan gelen bir papağanlar korosu ezberlerini işgal altındaki tüm televizyon kanallarından insanların üzerine kusarak muhalefetin dikkat çekmek istediği her konunun üstünü örtmeye çalışıyor, ülkenin sorunlarının görmezden gelinmesi için ellerinden geleni yapıyorlar.

Merkez Bankası’nın kasaları tamamen boşaltılıp rezervler eksi 50 milyara düşmüş ne oldu rezervlere? Al sana %30, vatandaş size inanmıyor. Bu teknik bir konu inançla ilgisi yok dendiğinde %30’ a bak, %30’a!

KOİ projeleri ülkenin soyulması için bir araç haline getirilmiş toplam yükümlülük 155 milyar Dolara çıkmış, vatandaşın ödediğinden başka, bütçeye her yıl 10 milyar Dolar ilave ödeme yükü getirilmiş, borçlar 4-5 kat büyümüş, bu borçların yalnızca faizleri bütçenin %20’sini geçmiş, devletin yatırım yapma şansı kalmamış, borç ödeme kabiliyeti sıfıra inmiş. Ne olacak halimiz? Al sana %30, vatandaş size inanmıyor.

Ülke tamamen kutuplaşmış durumda, bu ateşle oynamaktır. Toplum bölünüyor biz çocuklarımızı kardeşçe büyütmek istiyoruz. Herkes birbirinin gözünü mü oysun? Bir arada nasıl yaşayacağız? Al sana %30, vatandaş size inanmıyor.

Ülkenin 100 yılda bin bir güçlükle ürettiği sermayeyi özelleştirme adı altında satıp savdılar elde ettikleri 75 milyar Doları nereye harcadılar? Al sana %30 vatandaş size inanmıyor.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi hızla otoriterleşiyor, kısa süre sonra iktidar sahipleri kendilerini diktatör ilan edecek, aman dikkat çok tehlikeli bir gidişat var. Al sana %30 vatandaş size güvenmiyor.

20 yılda 3,5 trilyon Dolar vergi toplanmış, hesapsız şekilde harcanmış nereye harcandı bu para denildiğinde, saray her şeyi ele almış, tapular delinmiş mallara çökmüşler, hukuk yok olmuş, siyasal sistem yozlaşmış, Diyanet İşleri Başkanı Cumhurbaşkanının gözünün içine baka baka soydaşı püsküllü şerefsiz gibi ağıza alınmayacak küfürlerle Atatürk’e saldırıyor, ne oluyoruz? Al sana %30 vatandaş bunu istiyor.

Ülke bütün olarak göçmen kampına dönmüş yılda 20 milyar Dolar para harcanıyor bunlara, biz fakir kalıyoruz. Herkes kendi ülkesine gitsin. Vay ırkçı faşist biz din kardeşiyiz, görmüyor musun vatandaş desteğini?

Ağızdan çıkacak her eleştiri için cevap olarak %30 var. Saldırıların en uç noktası da muhalefet görevini yapmıyor, vatandaşı ikna edemiyor. Siz görevinizi yapın, göreviniziii! diye bir de muhalefete ayar veriliyor.

İlk dönemde İstanbul başta olmak üzere toplumun tüm kesimlerden oy alan iktidarın oyları hızla gerilerken iktidar şimdi kimden oy alıyor bunun detayına bakarak politika üretmek gerekmiyor mu?

Öncelikle bu %30 doğru bir anket sonucu mu yoksa yönlendirilmiş veya hiç yapılmamış anketlerin kurgusal sonuçları mı diye sormak lazım. Ama bunu yapmak için de tekrar bir çalışma yapmak şart. Bu tartışmaya girmeden bu soruya en makul ve mantıklı cevap veren bilim adamlarından biri, 1985’de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesindeki görevinden atıldıktan sonra yurt dışına giderek Birleşmiş Milletlerin Cenevre’deki merkezinde Ticaret ve Kalkınma Programı adına çalışmaya başlayan ve 2019 yılı sonunda emekli olan baş ekonomist ve programın bir dönem yöneticiliğini yapan Prof. Dr. Yılmaz Akyüz’dür.

Hoca, yapılan bir mülakatta ülkedeki ekonomik durumu “Sermaye girişleri popülist politikalara ve hızlı büyümeye olanak vererek AKP’nin iktidarını konsolide etmesinde önemli bir rol oynadı. Ama bunu yaparken de şu anda üstesinden gelemediği finansal kırılganlıklar ve yapısal sorunlar yarattı” diye değerlendirdikten sonra şu tespiti yapıyor “…2000’lerin başında ABD’de teknoloji balonunun patlamasıyla FED’in faizleri hızla düşürmesi ve Avrupa’nın da buna ayak uydurması sonucunda küresel sermaye, faizlerin yüksek ve varlık fiyatlarının düşük olduğu, yükselen ekonomilere yönelmeye başladı. Bunlar içinde en liberal yabancı sermaye rejimlerden birine sahip olan ve 2008 yılına kadar iktisat politikalarını IMF gözetimi altında yürüten Türkiye bundan oldukça yüksek pay alan ülkelerden biri oldu. Öyle ki Sermaye girişleri görülmemiş düzeylere çıkarak 2007 yılında milli gelirin yüzde onuna ulaştı” Akyüz şöyle devam ediyor: “Sermaye girişleri sadece Türkiye’de değil birçok ülkede büyümenin 2003’den sonra görülmemiş düzeylere çıkmasının ana nedenidir. AKP hükûmetinin ilk beş yılında büyüme 1990-2002 ortalamasının iki katına çıkmış, 2008 krizinden sonra da 2012’ye kadar hayli yüksek düzeylerde seyretmiştir. Sermaye girişleri makroekonomik istikrarda da önemli bir rol oynamış, bu sayede güçlenen kur, fiyat bekleyişleri için bir çıpa görevi görerek enflasyonun düşürülmesi kolaylaşırken faizlerin düşmesine zemin hazırlamıştı”. Kurların yükselmesi ithalatı cazip hale getirmiş ülke içinde her türlü mal bol ve göreli olarak ucuz bulunur olmuştu.

İşte hükümetin kendisini arşı âlâya çıkarmasının altındaki ekonomik gerçek budur. Şartların değişmesi ve küresel finansal krizle birlikte Amerika ve Avrupa’da emisyonu artırılıp ülke içinde kurtarma faaliyetleri önem kazanınca başka bir oyun kurulacağını baştan beri söyleyen Hocanın hükümeti her fırsatta uyardığı riskler gerçekleşmiş, yatırım iştahının kaybolması sonucu işsizlik artmaya başlamıştır. Elde edilemeyen para nedeniyle ülke içindeki kur artışları ithalatı cazip olmaktan çıkarınca piyasadaki mal bolluğu yerini darlığa ve yüksek enflasyona bırakmıştır. Üretmeyen bir ekonomideki faktör verimlilikleri sıfıra inerken 2012 yılında 850 milyar Dolar toplam ve 12.500 Dolar kişi başına hesap edilen GSMH 10 milyon sığınmacının da nüfusa eklenmesiyle kişi başına 7.500 dolara inmiştir. Net fakirleşme kişi başına 5.000 Dolardan fazladır. Tüm bu gelişmelerin sebebi iyi dönemde yatırım yapılarak, verimlilik arayışı içinde olmamak, teknolojik ürün üretmek ve ihracatın büyütülmesi için çalışmamaktır. Sonuç hızla bataklığa sürüklenen bir ekonomi.

Peki bunlara rağmen bu %30 nereden çıkmakta ve iktidarı halen güçlü göstermektedir.

Akyüz hoca bunu şöyle açıklıyor: AKP hükümetlerinin başarılı olduğu 2 konu var. Bunlardan ilki önce Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu üzerinden dar gelirlilere gelir transferi anlamına gelecek makarna ve kömürden başlayıp, daha sonra çeşitli isimler altında yaygınlaştırarak önemli bir seçmen grubunu gelire bağlamış olmasıdır. Bu grup hükümetin değişmesi durumunda bu gelirden mahrum kalacağı endişesiyle hükümete sımsıkı sarılmaktadır.

Nitekim Selçuk Üniversitesinde Kalkınma Ekonomisi Dersleri veren Prof. Mehmet Alagöz yaptığı bir çalışmada TUİK verilerine atıf yaparak ülkede 2020 sonu itibarıyla 17.285.000 yoksul olduğunu ve bunlar içinden 15.041.000 kişinin sürekli olarak yıllık ortalama 4.000 TL yardım aldığını tespit ettiğini belirtiyor. Yani 15 milyon seçmen, yani son seçime katılan seçmen sayısının üçte biri.

Başarılı olduğu bir diğer alan da hükümetin devlet imkanları üzerinden kendi burjuvasını yaratma becerisidir. Bu grup içinde büyüklü küçüklü ağırlıkla müteahhitlik grupları yer alırken her türlü mal ve hizmet piyasalarında yaratılan haksız rekabet şartlarında iş yaparak varlıklarına varlık katanlar hükümetin değişmesinden ödü kopmaktadır.

Oysa, Akyüz hocanın belirtmediği bir başka toplumsal grup daha var. Büyüklü küçüklü organizasyonlarıyla toplam sayılarının 6.000.000 olduğu kabul edilen tarikat ve dini grup mensupları. Son seçimde bu gruplardan bazıları AKP’yi desteklemeyeceğini açıklamış olsa da kahır bir ekseriyeti AKP seçmeni durumunda. Bu gruplar ile AKP’nin sürdürdüğü simbiyotik hayat herkesin malumu ve devleti tümüyle isteyen FETÖ örgütünün yaptıkları hepimizin hafızalarında taptaze duruyor. Daha sonrasında Harp Okulundaki tarikat kavgalarını, Bakanlıkların tarikatlar arasında nasıl paylaşıldığı ve iktidara nasıl ortak oldukları artık gizlenmeye bile gerek görülmüyor.

İlk iki grup için hükümete sadakat ülkeye sadık olmaktan daha önemlidir. Üçüncü grup içinse ru-yi zemin vatandır. Seccade nereye serilebilirse vatan orasıdır. Nevzuhur burjuvazinin ve sosyal yardım alanların tutumunu rasyonel iktisadi davranış olarak kabul etmek mümkün olmakla birlikte denizin bittiğini alarm zilleri duyururken gelirlerdeki devamlılık nasıl sağlanacaktır. Özgürlüklerin olmadığı vatan olmayan bir toprak parçasında inanç nasıl yaşanacaktır. Endülüs kimsenin aklına gelmez mi?

İşte, Türkiye’de herkesi hayrete düşüren anket sonuçları hakkındaki en akılcı ve gerçeğe yakın yorum bu olmak lazım gelir diye düşünüyorum.