17 Ağustos 1999 Marmara depreminin acı hatıraların 18 yıl sonra düşündürdükleri;

O gecenin sabahın da Yalova’da enkazın başında çaresiz şekilde çırpınıyoruz… Saatler sonra daha 32 yaşında meslektaşım ve eşimin, 2,5 yaşında oğlum Mehmet Gökhan’ın cansız bedenleri ve depremden yaralı kurtulan 7 yaşındaki kızım Elif’in ve on binlerce insanımızın acısıyla kavruluyoruz…

Yarı bulanık, yarı kâbus gibi geçen saatler sonra cenazelerimizi defnetmiş ve ciğerparelerimizi Cenab-ı Hak’kın rahmetine yolculamış ve kızımın tedavisi için hastanelerde koşturuyor ve bacağının kesilmemesi için doktorlarla kavga-dövüş şansımızı zorluyoruz…

Yaklaşık 20 bin insanımızı kaybetmiş, on binlerce yaralımıza derman arıyoruz.

Milyonlarca Türk insanı acıyla kenetlenmiş, herkes derin bir mâtem içindeyken “siyasal İslamcılığın” resmi fetvacısı Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN’ın gazetelere meâlen düşen beyanı; “Marmara depremi Allah’ın ahlaksızlığa karşı bizlere gazâbını göstermesidir, buradan ders almayacak mıyız?”

Beynimizden vurulmuş gibi olduk bu densizce laflarla… İnsanlıktan nasipsiz bu fetvacı sözleriyle herkesin vicdanlarını kanatacak şekilde ve gerçek islâm anlayışının sevgi ve merhamet anlayışı dışında “siyasal İslamcılık” düşüncesini tahkim edecek şekilde, tam bir bedevilik örneği sergiledi ve her türlü insanlık ve medeniyet telâkkisini yerle bir etti.

Düşünüyorum da, o günlerde bu adamı niye bulmadım, niye içimden isyan etmeme rağmen yakasına yapışıp bu nasıl bir din anlayışı diye dersini niye vermedim diye hâlâ hayıflanırım.

Deprem Salı günü olmuştu… Cuma günü yine eğitim haklarının başörtü gerekçesiyle engellenmemesi için bizlerin de destek verdiği “türbanlı bacılarımız” Beyazıt Cami avlusunda eylemlerine devam ediyorlar. Eylem görüntülerine bir göz attım, ellerinde taşıdıkları pankartlara göz attım; “7,4 YETMEDİ Mİ?” diye bir ibareye gözüm takıldı. Malum Marmara depreminin Richter ölçeğiyle şiddeti 7,4 olarak açıklanmıştı.

Bu pankart karşısında dehşete kapıldım…

Din ve vicdan hürriyeti ve evrensel hukuk ilkeleri doğrultusunda, şahsen de haklarını savunduğum “türbanlı bacılarımız”, hâşâ Allah’ı da kendilerine vekil kılacak şekilde ve hepimizi cezalandırmak için başımıza 7,4 şiddetinde deprem felaketi getirmesine, on binlerce insanımızın ölümüyle bizleri terbiye etmesine rağmen, hâlâ mı akıllanmadık diye yine tam bir şirk anlayışıyla, hâşâ Allah’ın diliyle ve Cenab-ı Hak’tan vekalet almış gibi “YETMEDİ Mİ?” diye bize parmak sallıyorlardı..!

O günleri çok iyi hatırlıyorum; bu pankart için “bu nasıl bir densizliktir, bu nasıl bir din anlayışıdır” diye bilhassa islâmi camiada ciddi bir tepki ortaya konulmamıştı.

Bu parmak sallama karşısında “yetmedi mi” diyecek kadar devleti ve milleti muhatap olarak gördüklerine göre, yüz binlerce insanın canına mal olacak yeni bir deprem felaketine bizi muhatap mı edeceklerdi, tabi ki bilinmez… Milletçe terbiye olmamız için 8 şiddetinde yeni bir depremle yüz binlerce insanımız ölseydi, haklılıklarını ispat etmiş olmanın keyfiyle sevinip, mutlu mu olacaklardı acaba?

Bilmiyorum aradan geçen 18 yıl sonra bu pankartı yazan, taşıyan veya “bu nasıl bir lakırdıdır” diyerek bu sözlere karşı çıkmayanlar, binlerce masumun canı ve kanı üzerinden hastalıklı zihinlerinden zuhûr eden bu nevrotik öç alma duygusu sebebiyle bizlerden helâllik istemeyi düşünürler mi acaba?

Bırakınız helâlleşmeyi, o gün yaptıklarımız ve söylediklerimiz “islâma da”, “insanlığı da” uygun olamaz diye, kendilerini imân ölçülerine göre veya insanî açıdan bir nefis murâkabesine tâbi tutuyorlar mı acaba?

 Dinimizle uzaktan yakından alakası olmayan ve “siyasal İslâmcılık” adı altında psikiyatrların “kesin inaçlı-nevrotik kişilikler” dediği bu IŞİD kafalıların üreteceği her hangi bir insanlık ve medeniyet anlayışı olamayacağını bildiğimizden, İslâm âlemine musallat olmuş bu hastalıklı zihniyetin dönemsel olarak sonuna gelmiş olduğumuz temennisiyle, 17 Ağustos’un acı hatıralarını bu şekilde sizlerle paylaşmak istedim.

Allah’a emanet olunuz..!