AKŞENER’E MEKTUP..

Önümüzde “Tüzük Kongresi” var. 
Bir tüzük taslağı hazırlatıyor olmanız çok tabii. 
Duyduk ki Sivas konuşmalarınızda hem Genel Başkanlığın hem milletvekilliğinin “2 dönem” ile sınırlandırılacağını söylemişsiniz. 
Bu hazırlanan tüzükte böyle bir maddenin olacağı anlamındadır. 
Bu sizin kişisel görüşünüz olarak tüzüğe eklenecektir, yada Tüzük Taslağı’nı hazırlayanların telkini ile benimsediğiniz bir görüştür, ama neticede beyanı sizi bağlayacak, müspet menfi sonuçlarını kongre sürecinde şahsen yaşayacağınız bir yaklaşımdır. 
Elbette ki kazandıracaksa da kaybettirecekse de öncelikle şahsınıza kazandıracak ve kaybettirecektir.
Ama sizinle birlikte bu değişim sürecinde emek koyan herkese de (öncelikle sizin ekibinizdekilere de) kaybettirecek olma ihtimali dikkate alınmalıdır.
Hatta muhtemel kaybın bütünüyle Ülkücü Hareket’in kaybı olacağı, ardından Türkiye’nin, Türk Milleti’nin, Türk Dünyası’nın kaybı da olacağı göz önünde tutulmalıdır. 
Bundan sonra atacağınız her adımın, yapacağınız her tercihin bu zincir boyunca kazanca yada kayba sebep teşkil edeceğinin sorumluluğunu biliniz. 
İki defa değil, oniki defa düşününüz tercihlerinizi yaparken, kararlarınızı verirken..

Asayiş ve güvenlik sizin geçmiş tecrübeleriniz sebebiyle hakim olduğunuz bir saha. O konularda beyanatlar verirken rahat olmanız, iddialı olmanız hakkınızdır. Ama parti yönetmek bu güne kadar ilgi sahanıza girmemiş, doğal olarak tecrübelerinden yoksun olduğunuz bir sahadır. Tecrübenin de çok önemli olduğu bir sahadır.
Elbette ki tecrübe bir yerlerde satılmıyor ki parasını verip alasınız. Yapılabilecek en makul şey, tecrübesi olanlardan istifade etmektir..
Bunun da garantisi yoktur, bu hareketin içinde, hatta bu teşkilatçılık sahasında uzun yıllar geçirdiği halde, olayları gelenekselleşmiş kalıplar ile değerlendiren kişiler çoktur.. Onlar sizi de kendi hatalarına sürükleyebilirler..

İşte bu “2 dönem” sınırlaması tam da böyle bir yanılgıdır.

Yaşanmış ve yaşanmakta olan örneklerde bütün hareketin (veya bütün parti teşkilatının) “ORTAK AKIL” ile yönetildiği bir uygulama yoktur. 
Kişilerin tahakkümü yada ekiplerin tahakkümü, ekiplerin koalisyonu türü örnekler vardır hep. 
Yöneten kişilerin/ekiplerin dışında kalanlar ( sanki bir “nimet bölüşümü” gibi) sıranın kendilerine geleceği gün için çaba sarfederler. 
“Artık sıra bize gelsin, bu gücü ve iktidarı ( haliyle maddi manevi nimetlerini ) biraz da biz yaşayalım” dürtüsü ile hareket ederler.. 
Buradan bakınca da, “Beni baş yaparsanız, ben bu iktidar makamını 2 dönem sonra boşaltacağıma söz veriyorum..” türünden vaadler iş yapar hale geliyor.

Ama bu yanlış..
İki defa yanlış.. Birincisi her haliyle bir rüşvet teklifi gibi durması sebebiyle yanlış..
İkincisi, başarılı ve tecrübe kazanmış kişilerin potansiyellerinden cihanşumül bir davayı mahrum bırakacağı için yanlış..
Ve ayrıca ; zaten 2 dönem vekillik yapmış olanları bu kuraldan muaf tutacak bir gerekçe bulmak zor olur, muaf tutunca başka mahzurları olur, muaf tutulmayınca başka mahzurları olur. 
Bu geçmişe dönük sınırlama, muhatabı olan insanların ve onların sempati halkasında olanların yoğun ve haklı bir tepkisi ile karşılanır, derin ve sert tartışmalara sebep üretir 
Muaf tutulduklarında da, bu defa “Madem bu hizmet ve görevin ( yada nimet bölüşümünün) en fazla 2 dönem yapılması uygun olandır, işte siz de kaç defa milletvekili oldunuz, artık olmayın, sadece Genel Başkan olun” derlerse ne diyebilirsiniz ? Mutlaka diyecek bir sözünüz olur ama bu ne kadar kabul görür ?

Ki, bu “2 dönem sınırlaması”na (benim gibi) ilkesel olarak karşı çıkanlar da çok olacaklardır, bu tartışmanın karşı tarafında olacaklardır..
Kalabalık bir itiraz gurubu henüz merdivenin ilk basamaklarında olanlar için hiç de iyi sonuçlar doğurmaz..

* * *

“O yanlış, bu yanlış, peki çözüm ne?” diyecek olursanız..
Evet, basit bir çözümü var bütün bunların ;
Herkesin üye olduğu, herkesin de aday olabildiği, yönetenlerin adaletli kongre zeminlerinden seçilebildiği bir yapıyı kurarak yetkiyi de sorumluluğu da “Ülkücü İrade”ye, Ülkücülerin ortak aklına bırakmak en iyisi, en doğrusu..
Ülkücüler kendi “ortak akıl”ları ile kimin tekrar milletvekili, kimin tekrar Genel Başkan olacağına, kimin yetersiz olup azledilmesi gerektiğine karar verirler. Ülkücülerin bu basiretine güvenmeyenler Ülkücü kadrolar ile iktidara talip olmasınlar, olmamalılar.. 
Geçmişte iyi örneklerin olamadığı geçmişte herkesin üye olabildiği ve herkesin aday olabildiği adaletli kongre zeminleri olmadığı içindir.

Milletvekili adayları ve sıralaması belli bir sistem ile yapılandırılacak bir Ülkücü heyet tarafından belirlenmelidir.
Her seçim çevresinde o ildeki parti ve ocak il yönetimleri ile Kamusen dahil, Ülkü-Tek, Ülkü-Bir, Ülkücü İşçiler ve benzeri bütün yan kuruluşların il yöneticileri, o seçim çevresindeki ilçe yönetimleri, yan kuruluşların şube başkanları esas olmak üzere..
Hayatta olan ve bölgede olan bütün eski ilçe başkanları, il başkanları, herhangi bir görev makamında halde yada geçmişte görev yapmış olmasalar dahi camiada saygınlık ve itibar kazanmış olan eski gençlik liderleri, kanaat önderleri vasıflı kişilerin ilçe tarafından belirlenerek teklifi, il yönetiminin onayı ile bu seçici heyete dahil edilmesi suretiyle bir “Seçici Heyet” oluşturulmalıdır.
Bu heyet sandıklarda fiili olarak oy vererek o seçim çevresinin Milletvekili adaylarını ve sıralamasını belirlemelidir.

Bu seçimin nasıl yapılacağı “maksadın hasıl olması için” çok mühimdir.
Geçmişte (şahsen teklifini yapmış olduğum bu model ) sadece bir defa ve fakat yanlış bir kurgu ile uygulanmıştır. 25 vekil kontenjanının bulunduğu bir seçim çevresinde başvurular içinden 25 ismin sıralanarak yazılması istenince, oy verenler tanımadıkları kişiler hakkında bir tercih sıralaması yapmak zorunda kalmışlar, adında soyadında kurt olanlar, bozkurt olanlar, Türk olanlar, ülkü olanlar vb en ön sıralara yükselmişlerdir, keza hanım adaylar genellikle birinci sıraya taşınmışlardır bir teveccüh olarak.. Bu sorunun aşılacağı bir model üretilmelidir.
Bu yanlış uygulamaya rağmen en çok Milletvekilinin çıkarıldığı ve ardından hükümet ortağı olduğumuz dönem bu dönemdir. Bu başarıda bu “katılım”ın ürettiği sinerjinin büyük pay sahibi olduğu kabul edilmelidir.

Önemli bir diğer husus “Genel Başkan Kontenjanı” dır..
Tıpkı “2 dönem sınırlaması” gibi, “Genel Başkan Kontenjanı sınırlaması” da mevcut yapılar için kısmi çözüm üreten, uygulanmasının da mahzurlar teşkil edeceği bir modeldir.
Yetkinin ve sorumluluğun “Ülkücü İrade”ye verildiği bir yapılanmada Genel Başkanlar da bir sonraki kongrede adaletli bir tartıya çıkacakları için Ülkücü vicdanı rahatsız edecek şeyleri yapmaktan kaçınmalıdırlar, kaçınacaklardır.. 
Çok kontenjan kullanmak şart değil, bir tek kontenjan kullansanız dahi “Fırıldak Kubilay” gibi bir örneği kontenjan adayı yaparsanız mesela sayı hakkınızı tüketmediğiniz halde itibarınız zedelenir.. İlk kongrede de mukabelesi olur..

Kontenjan adayları, bürokrasideki yada akademik çevrelerdeki, belki kültür sanat edebiyat çevresinden, belki yöresel bölgesel hassasiyetleri gözeten dengelerin öne çıkardığı, ama teşkilatın tanımadığı iyi referanslı kişileri hareketin enerjisine dahil etmek sebebiyle, konjonktürel olarak sayıları ve kimlikleri değişecek bir tasarruftur. Bu sebeple tahdit edilmemelidir. Nasılsa Ülkücü vicdanı rahatsız edecek ifrata kaçmış bir uygulamanın ilk kongrede mukabelesi olacağı sebebiyle “otokontrol”ü olacaktır.

Bir dip not olarak; 
Değişimi isteyenlerin kahır ekseriyeti yapısal değişiklik istiyor, yöneten kişilerin - ve ekiplerin- değişikliğini değil. Mitinglere, aktivitelere, türlü faaliyetlere koşturan ekipler içinde kişisel beklentiler taşıyanlar olsa da, değişimin enerjisi bu ideal saikindendir. 
Bu sebeple, bu ideal çerçevesinde yönetmeye aday olduğunu söyleyenler “her şartta birlikte olarak, birlikte olacaklarını ilan ederek” bu husustaki samimiyetlerini göstermelidirler..
Aynı iyi şeyleri yapmak istiyorsanız, o zaman hareketi hiçbirinizin enerjisinden mahrum etmeyecek birlikteliği gösterin ki size inanmamız kolay olsun..
Ayrışırsanız kazanamazsınız, kazanamadığınız hiç bir şeyi de bölüşemezsiniz.. 
Ne nimeti ne külfeti..

Şimdilik bu kadar..

Yazının başlığı her ne kadar “Akşener’e Mektup” olsa da, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle” kabilinden “bütün muhataplarına” bir mektuptur aslında. Seçileceklerden seçeceklere kadar..

 

Ali Baykan

Editör: TE Bilişim