FAŞİZMİN AYAK SESLERİ Mİ, SESSİZ SEDASIZ FAŞİZM Mİ? BAĞIRTA BAĞIRTA GELEN TEHLİKE !

*

en sonrasında ve bir ölçüde soğuk savaş döneminin de sona ermesine paralel olarak, yeniden, çok renkli-çok sesli “örgütlü toplum” olma çaba ve hedeflerimizden son dönemde hızla uzaklaşıyoruz.

*

“Ya bendensin ya düşmanımsın” diyen kafa yapısına sahip bir insan, uzunca bir süredir memleketimizde etkili ve yetkili oldu ve aralıksız bir şekilde ötekileştirerek, “bitaraf olanları bertaraf ederek” adeta gri yaşam alanı bırakmadı. Şu an, O’nun gözünde hepimiz ya ak ya karayız.

*

Bu durumun sebepleri tartışılabilir ama büyük ölçüde, yerli ve milli olmayı başaramadan “küresel oyuncu”, “dünya lideri” olmaya kalkışan bilinçli(!) AKP politikaları sayesinde Ortadoğu ve Afrika’yı kendimize düşman edip Avrupa Birliği ümit ve hedeflerinden de bütünüyle kopmamız ve tamamen yalnızlaşmamızdan kaynaklı olduğu her halde tartışılmaz.

*

Dışarıdan tecrit edilmek ve “bütün dünya bize düşman” algısının yaygınlaşması, içeride “koruyucu otoriterliğe” kolaylıkla rıza oluşturuyor, davetiye çıkarıyor olacak ki, Almanya’da da İtalya’da da faşizm “sandıktan” çıkabilmiştir. Bu yüzden faşizm daha çok, demokrasi kullanılarak yapılan “demokrasi katliamının” adı olarak anılır, tanımlanır.

*

AKP LİDERLİĞİ, ÇOK SİNSİ, PLANLI ve SABIRLI BİR ŞEKİLDE HUKUKU ARKADAN DOLANARAK SİYASETTE ADIM ADIM İLERLEDİ ve ŞU AN, ADETA, BÜTÜN BU SÜREÇTE TUTUNDUĞU DALLARI, GEÇTİĞİ KÖPRÜLERİ, AYAĞINI BASTIĞI NOKTALARI, DELİKLERİ-GEDİKLERİ.. ARKADAN GELEBİLECEKLER O YOLLARDAN ASLA GEÇMESİN, KENDİNE YETİŞEMESİN, RAKİP OLAMASINLAR DİYE, BİLİNÇLİ BİR ŞEKİLDE “İMHA ETMEKLE” MEŞGUL.

*

AKP’yi aslında 28 Şubat şartlarının, mağduriyetlerinin doğurduğu, genel ve büyük ölçüde doğru bir kabuldür. Hatırlanacak olursa –dış icazet ve destek ayrı bir ama- içeride Erdoğan’a “-Buyur; sırtımıza bas, iktidar ol” diyenler, o dönemin, ortak yönleri “milli, yerli, İslamî ve sivil olmak” olan çok renkli, çok çeşitli gönüllü kültür teşekkülü STK’lar ile kervana yolda katılan liberaller idi. Farkındalar ise, bugün hepsinin de ipi çekilmiş ya da çekilmek üzeredir. Sivil ihtilal, sivil yol arkadaşlarını yiyor ve yiyecek. İşin kuralı, eşyanın tabiatı bu.

*

FETÖ ile çıkarılan maraza, görünürdeki mücadele de bu amacın bir parçası. Malum cemaate; “-Bundan sonrasını artık ben kendim yürürüm, senin mihmandarlığına ihtiyacım kalmadı!” denmesinin kavgasıdır son günlerde yaşanan. Gizli ajandadaki hedefe varmaya, ramak kaldığının düşünülmesidir.

*

Yeni mihmandar adaylarının da çok fazla itibar göreceği sanılmasın. Yeni dönemde de eğer bir “başmuhterem efendiye” ihtiyaç duyulacaksa, o isim artık “Muhterem Recep Hocadan başkası” olamayacaktır. El ovuşturan, sırada bekleyen hoca adayları ve müritleri bu gerçeği ıskalamasınlar. “Muhtar bile olamayacak adamımız, iktidar olmakla kalmadı; devlet oldu artık, devlet!”

*

Korku iklimi, sivil toplum örgütlenmelerinin şimdiden çanına ot tıkamıştır. Artık insanlar saraya bağlı, saraydan icazetli olmayan bir vakfa, bir derneğe, bir düşünce kuruluşuna, bir kulübe üye olmak için bir değil, on kere düşünmek zorunda kalacaklardır. Kendimizi kandırmayalım; bu tablodan demokrasi çıkmaz.

*

BU GİDİŞE DUR! DENİLBİLİR Mİ? KİM, NASIL?

Üretimden gelen gücü ile örgütlü mücadelenin temel taşı, temel dinamiği, temel direği olması gereken işçi sendikalarımız, taşeronlaşmaya paralel olarak, uzunca bir süredir sistematik bir şekilde bitirilmiş vaziyettedir. 80 öncesinden farklı ve olumlu olarak memur sendikalarının belli bir varlığa ve güce kavuşmuş oldukları görülmektedir ama memurların ve memur örgütlenmelerinin 15 Temmuz sonrasındaki “darbe fırsatçılığının” baş hedefi durumunda oldukları da dikkatlerden kaçmamalıdır. Zaman, sendikal rekabeti erteleyip 657’ye sahip çıkma zamanıdır ama, peki bu mümkün mü, hayır, zor gözüküyor.

*

Bizde köylü ve esnafın örgütlenmesi de, örgütlense bile harekete geçip protestolarda bulunması-direnmesi de pek yaşanmış, rastlanmış değildir. Esnaf, esnaf odasına, bir iş yerini açarken bir de -eğer iflas edip kaçmamışsa- işyerini tasfiye ederken uğrar. Köylü ancak kendi arasında, köy kahvesinde “söylenir” ama sesini yükseltemez, duyuramaz. Ağasından, ustasından, abisinden, babasından, jandarmadan veya belediye zabıtasından, en son da sarayın nüfuzunu arkasına almış muhtarlardan zılgıt ve dayak yemeye alışkın bu kesimlerde itiraz veya isyan kültürü yoktur. Zaten “asmalı-kesmeli” türünden otoriterlik çağrılarına en çok kulak kabartan, prim verenler de bu kesimlerdir.

*

İş dünyası kılı kırk yarmak, bu dönemi, yönetimle iyi geçinip “gazaba uğramadan atlatmak” zorundadır ve haksız da değildir. Nitekim, en büyük gruplardan birinin sahibi de bu gerçeği “Biz, en rahat Kenan Evren döneminde çalıştık, en güzel parayı o dönemde kazandık” minvalinde açıkça söylemiştir. Bu döneme (15 Temmuz sonrasına) bakışlarının da bu zaviyede olması doğaldır.

*

4.kuvvet medyamızı anmaya gerek olduğunu hiç sanmıyorum. Muhalefet adına 4.değil, 14.kuvvetten bile söz etmek mümkün değildir. İktidara yağcılıklarının bile yalama olup bütün inandırıcılıklarını kaybettiklerini rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz. Bu konuda sadece Doğan grubu yayınlarına bakmanız bile yeterli.

*

Örgütlü meşru toplumsal mücadele adına geriye bir tek akademik dünya yani üniversiteler kalmaktadır ancak akademisyenlerin tepelerinde sallanan kılıçlara rağmen cüppelerini giyip seslerini duyurabilmeleri çok fazla ihtimal dahilinde değildir. Seslerini yükseltebildiklerini farz edelim, emir kulu medyanın çarpıtma, yaftalama yollu itibarsızlaştırma saldırılarına dayanabilmeleri ve netice almaları oldukça zordur.

*

Üniversitelerin öğrenci varlığı ve zemini –hiç temenni edilmez amma- bu yılın en çatışmalı, en sancılı zemini olmaya adaydır denilebilir. Gelecekten pek ümidi ve kaybedecek bir şeyi de olmayan öğrenci grupları, bu yıl da, bir çok şeyi, çok düşünmeden tartışacaklar gibi. Başta 15 Temmuz olayı ve IŞİD üzerinden farklı İslamî yorumlar olmak üzere pek çok konuda ayrışacaklar. Özgür birey olmak ile tabi ve tebâ olmak üzerinde tartışacak, demokrasi ile radikalizm arasında gidip gelecekler. Ve yine maalesef, aralarına sızan provakatörler vasıtasıyla, enerjilerini birbirleri üzerine beyhude harcayacaklar.

*

Öğrenci hareketlerinden toplumsal muhalefet adına müspet bir katkı, fayda çıkabilmesi için, öncelikle “enerji ile tecrübenin” buluşması, büyük ölçüde ezberlerin bozulması ve klasik kamplaşmalar yerine “cumhuriyet değerlerinde” ittifak gerekir. Bu da, Atatürk ortak paydasında, demokrasi ve laiklik ekseninde ama konuşarak-dinleyerek-anlamaya çalışarak, birbirinin kutsallarına saygı göstererek mümkün olabilir.

*

“Laik eğitimin tümden bitirilmesi” yönünde yoğun bir çaba sarf ediliyor. İktidar, tercihini “dindar nesil” yetiştirmek yönünde yapmış ve bunu açıkça ilan etmiştir. Bu, sanıldığı kadar, hatta hiç kolay olamayacaktır. Normalde, siyasal İslam’ın hiçbir renginin yek diğerini kabul ettiği, hazmettiği görülmemiştir. Herkesin biri birini rahatlıkla münafıklıkla, kafirlikle suçlayabildiği bu arenada, ümmetin liderinin(!) olsun, mahdumunun olsun, Diyanetin ya da TÜRGEV’in olsun.. işleri hiç de kolay değildir. İddialarını kanıtlamak, çizgilerini güçlendirmek için bu dönem dört cephede fikren üstün gelmeleri gerekiyor: Müstakilen Alevilere, topyekün milliyetçi-ulusalcı laik çevrelere, Fethullahçı öğretiye ve IŞİD sapkınlığına karşı fikren galip gelmek için, özellikle son ikisi ile yarışa girmeye kalkışmaları, topyekün felaketimiz olabilir. Ama, emareler de, gidişat da bu yönde. Sanki devlet gücü ile topluma en koyusundan, en radikalinden “devlet mezhebi, devlet cemaati” dayatılacak gibi.

*

Söz konusu olan vatandır, cumhuriyettir. Dışarıdan dayatılan da Sevr şartlarıdır. Bu şartlar karşısında vatan evlatlarının, aydınların, özellikle geleceğimizin teminatı öğrencilerimizin sağcı-solcu, devrimci-ülkücü, İslamcı-laik, Alevi-sünni, şunun adamı-bunun adamı diye ayrışma ve çatışma lüksü olamaz. Eyaletlere bölünmüş, kimyası bozulmuş bir Türkiye’den, bölücü terör örgütü PKK yandaşları ve saltanat heveslileri dışında hiçbirimizin hazzetmesi, fayda bulması mümkün değildir. Son “İngiliz oyununu” bir kez daha bozmak şerefi, -dilerim- bu nesle nasip olsun.

*

Öyleyse, bu gerçekler ve vahim durum karşısında, bu yıl ve bu tehlike tamamen bertaraf edilinceye kadar, en başta, üniversitelerimizdeki aklı başındaki “ülkücü ve devrimci liderlere”, başkanlara, reislere, sözcülere çok iş düşmektedir. Yan yana gelmekle, konuşmakla, görüşmekle; ne kimse davasından dönmüş, ne de kimse dinden çıkmış olmaz. Üniversite içerisinde yumruk sıkıp “Ya Allah, bismillah, Allahüekber” ya da “Faşizme karşı omuz omuza” diye slogan atmakla vatan kurtulmaz. Keşke faşizme karşı omuz omuza olabilsek ama birbirimize değil “faşizme” karşı.

*

Zira, her geçen gün ve son darbe teşebbüsüyle biraz daha “örgütsüzleştirilen”, muhalefetsizleştirilen toplumumuz, Allah ile kandıranların kalkışmasını bir şekilde bastırdı ama, “ya Allah, bismillah” diye diye soyanlar, semirenler eliyle, son raddede tamamen sandığa indirgenen “araçsallaştırılmış” bir demokrasi anlayışıyla, aynı amaca, aynı karanlık yere, yani FAŞİZME DOĞRU, doludizgin sürüklenmektedir diye endişeliyim.

*

Cumhuriyeti kuran CHP kadroları hepimizin atası-dedesi, hepimizin ortak mazisidir. Aynı CHP, -mecbur olmadığı halde- çok partili hayata geçerek, iktidarı kaybetme pahasına, cumhuriyetimizi demokrasi ile de taçlandırmıştır. Kaderin cilvesine bakınız ki, demokrasinin nimetleri üzerinde tepinen bizim mahalledeki kadir bilmez işgalci-fırsatçıların, demokrasinin ırzına geçmesinden, rejimimizi gene -koruyabilirse- CHP kadroları koruyacaktır... Ben bunu yazıyorsam, utanmazlar utansın!

İrfan ÇEP

Editör: TE Bilişim