Deniz Baykal’ın seçilememesini Devlet Bahçeli’nin tavrına bağlayanlar çoğunlukta. Tabii MHP’nin de bir açıklaması var. Meselâ, “Neden CHP, Deniz Baykal’ı aday yaptı” diye soruyorlar. MHP’ye göre Baykal’ın adaylığının iki mahsuru vardı:

1) Kaset skandalı… Kasetler yüzünden 10 civarında MHP’li istifaya zorlanmıştı.
Baykal’a oy verilseydi, Devlet Bahçeli bunu tabana anlatmakta zorlanabilirdi.

2) Baykal, Tayyip Erdoğan’la konuşup, görüştü. Bu görüşme, Bahçeli’nin zihninde soru işaretleri yarattı. Baykal’ı Tayyip Erdoğan’ın adayı gibi gördü.

İşte bu mülâhazalarla “Biz Baykal’a destek vermedik ama CHP de Ekmeleddin İhsanoğlu için oy kullanabilirdi” diyorlar ve sorumluluğu Kemal Kılıçdaroğlu ile arkadaşlarına yüklüyorlar.

Sonuca bakıldığında hem CHP hem MHP sınavdan başarısız çıktı. Eğer gerçekten MHP, CHP’ye, Baykal’ı istemediğini ve bir başka aday göstermesi gerektiğini iletmişse ama buna rağmen CHP Baykal’da ısrar etmişse, işte ilk yanlış adım. Fakat MHP, 7 Haziran seçimleri akşamından itibaren HDP’nin içinde bulunduğu hiçbir oluşumda yer almayacağını açıkladığı için, “Meclis Başkanlığı’nda uzlaşma”teklifi nasıl olumlu bir sonuç getirecekti? MHP, CHP ile bir koalisyona “HDP dışarıdan desteklerse kabul etmem” diye tavır koymuştu. Bu durum, Meclis Başkanlığı seçimi için de geçerli değil miydi?

Kısacası, Meclis Başkanlığı’na sandıktan çıkan yüzde 60’ın iradesi yansımadı. Bu koltuk, AK Partili adaya, bir anlamda altın tepsi içinde sunuldu.

1973’te, askeri vesayetin hüküm sürdüğü yıllarda, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ağır baskısına rağmen, Ecevit ile Demirel aralarında uzlaşıp Faruk Gürler yerine Fahri Korutürk’ü cumhurbaşkanı seçtirmeyi başarmışlardı. Maalesef bugün, öyle ağır bir iklim bulunmamasına rağmen, gerekli esneklik gösterilmediği için, muhalefet başarısız kaldı. Bu başarısızlığın faturası birinci derecede MHP’ye ait. Zira ilk günden itibaren HDP’yi dışlayarak Meclis’i kilitleyen kişi Devlet Bahçeli.
 
Güvercinlik’te “kupon araziler”
 
İki sene önce Tayyip Erdoğan, Bodrum koylarında tekneyle dolaşmış, kaçak yapıları tespit etmişti. Birçoğunu durdurdu. Hatta yıkılacağını söyledi. Güvercinlik, Pina’daki Amara Otel’den de söz etti. Sözde, o da yıkılacak; en azından yeşilliklerin ortasına bir hançer gibi saplanan o muazzam bina, biraz küçültülecekti. Tabii hiçbir şey yapılmadı.
Üstelik yanına 2 otel inşaatı daha başladı. Bu bölgede, önceden yangın çıkmış,
birilerinin araziye göz koyduğu daha o tarihte anlaşılmıştı. Orman Bakanlığı, “Ağaç dikilecek” sözü vermişti. Ağaç dikilmedi ama o yangın bölgesine iki otel yapıldı. Biri Antalya’daki Titanik otellerinin sahibi Muzaffer Aygün’e ait. İnşaat yasağına rağmen, gizli gizli çalışmalar sürüyor. Bina Milas Belediyesi tarafından mühürlendi lâkin hâlâ makineler faaliyette. 3’üncü otelin sahibi bilinmiyor. Ben şahsen çok araştırdım; tespit edemedim. Çeşitli söylentiler etrafta dolaşıyor. “Acaba birileri bu kupon araziyi beğendiği için mi ormanda otel inşaatına izin verildi” diye soranlar var.
Sanıyorum herkes avantasını alıyor. Herkes kazanıyor. Kaybeden tabiat, doğal güzellikler ve sükûnet arayan Güvercinlik halkı.


Pina Yarımadası’nın ucuna inşa edilen Amara Otel, her gece geç saatlere kadar müzik çalarak Güvercinlik koyu sakinlerini rahatsız ediyor. Hem tabiatı kirletti hem doğayı bozdu hem de pervasızca herkese gürültü kirliliği yaşatıyor. Güllük Jandarması, sözde uyarıyor ama otel sahibi aldırış etmeden yoluna devam ediyor. Acaba arkasını kime dayıyor? Bu fotoğraf geçen seneye ait. Geri planda görülen yeşil araziye de 2 yeni otel daha inşa ediliyor.


Güvercinlik’teki ormanlar yakıldı. Ortaya 2 kupon arazi çıktı. Biri Antalya’daki Titanik otelinin sahibi Muzaffer Aygün’e ait. Diğeri hakkında çeşitli söylentiler var.

 
Günün mağduru: Hidayet Karaca
 
Samanyolu Haber TV, “Günün Mağdurları” belgeseliyle, bu defa Hidayet Karaca’yı gündeme taşıyor. (5 Temmuz 2015 Pazar/Saat:21.00) Karaca, Tahşiye operasyonu çerçevesinde, “terör örgütü liderliği” iddiasıyla 14 Aralık 2014’te tutuklandı. O gün bugün cezaevinde.

Bu vesileyle, Hidayet Karaca’nın neden cezaevine konulduğunu bir kere daha hatırlayalım:

Tahşiye, El Kaide sempatizanı, Mehmet Doğan’ın da içinde yer aldığı bir örgüt. Zaten Mehmet Doğan, Usame Bin Ladin’e duyduğu sempatiyi inkâr etmiyor. Ayrıca devlet MİT, Emniyet ve Askeri İstihbarat’la Tahşiyeciler’i yıllardır adım adım izliyor.

Fethullah Gülen (Nisan 2009), herkul.org sitesinde, 28 Şubat döneminde sergilenen senaryoları hatırlatan bir konuşma yapıyor. Ve bir uyarıda bulunuyor: “Yarın Tahşiye diye bir şey icat edebilirler. Allah korusun kitap okuyan Müslümanlar’ın içine sokmaya çalışabilirler. Bizden görünen kişilerin eline de Kalaşnikofları verirler. İki yerde eylem yaptırıp, onlara terörist damgası vurmak isteyebilirler. Samimi müminleri terörist gibi göstermeye çalışan odaklar, yeni bir irtica yaygarası koparabilirler.”

Aynı günlerde, Samanyolu televizyonunda oynayan Tek Türkiye dizisindeki Karanlık Kurul’da da Tahşiye’den söz ediliyor. Kurul Başkanı, “Ülkeyi istikrarsızlığa götürecek her türlü malzemeyi kullandık. Yeni projemizin adı Tahşiye olacaktır. Tahşiye, yeni bir irtica dalgasıdır. Naylon dinci ve terörist örgütler kurduk. Sistemimizin devamını bu yolla sağladık bugüne kadar. Ülkeyi bu köylülere mi bırakacağız” diye konuşuyor.

Hem Karanlık Kurul’da sarf edilen bu sözler hem de herkul.org’da Gülen’e ait açıklamalar, Nisan 2009’da yayınlanıyor. Herkesin kolayca anlayabileceği gibi, Tahşiyeciler diye bir irticai grup icat edilip, Gülen Cemaati’nin üyelerini zora düşürecek, hatta onların “terörist” diye damgalanmasına yol açacak bir tertipten söz ediliyor.
Fethullah Gülen diyor ki: “Çuvaldızı bile olmayan samimi müminlere terörist damgası vurmak isteyebilirler.”

Şimdi buradan yola çıkarak “Dizi senaryosuyla ya da Gülen’in konuşmasıyla, Tahşiyeciler’e karşı bir kumpas kuruldu” denilebilir mi? Aksine devletin, tıpkı 28 Şubat’ta Fadime Şahin’lerle, Aczimendiler’le yaptığı gibi, tıpkı Hizbullah-PKK çatışmasıyla Kürtler’e yönelik kanlı bir senaryo oluşturduğu gibi, yeni bir oyunun sergilenebileceği endişesi dile getiriliyor. Ama ne oldu? Tek Türkiye’deki Karanlık Kurul konuşmaları ve Fethullah Gülen’in açıklamaları delil sayıldı; “Nisan 2009’da Gülen, Tahşiye örgütünü hedef gösterdi. Ocak 2010’da polis bu örgüte operasyon yaptı. İşte Gülen Cemaati’yle polisin arasındaki irtibatın kanıtı”denildi.

Bu deli saçmasının neresinden tutacaksınız! Her şeyden önce, Karanlık Kurul’daki müzakereler ve Fethullah Gülen’in herkul.org sitesindeki açıklamaları, hedef göstermiyor; hazırlanan bir tuzağı haber veriyor. Türkiye’de, geçmiş yıllarda, irtica paranoyası kaşınmak suretiyle meşru idarelere müdahale edildiğini hatırlatan Gülen, kendisini takip edenlere, “Aman dikkat” diyor. “Sizden görünüp, insanlar aranıza girebilir. O kişilerin ellerine Kalaşnikof vererek, bize de terörist damgası vurabilirler.”

2009 yılında Samanyolu televizyonunda bu dizi oynadığı için, Hidayet Karaca, 2014 yılında “terör örgütü liderliğinden” tutuklandı. Kumpas kurulduğu ileri sürülürken, Tahşiyeciler’e mensup bir kişinin evinden çıkan bomba ve o bombada da polis memurunun parmak izinin bulunması, en önemli kanıt sayılmıştı. Günlerce bu tartışılmıştı. Oysa o polis memuru, yanlışlıkla içinde bomba olan poşeti tutmuş, parmak izinin poşette olduğunu da ilk gün gelen Olay Yeri İnceleme Ekibi’ne söylemişti. Zaten o polis tutuklanmadı. Serbest dolaşıyor. Madem tertip, kumpas eve bomba yerleştirmek suretiyle yapıldı, neden polis tutuklu değil? Yanlış anlaşılmasın, tutuklansın demiyorum ama bu durum, evde bulunan bombanın polis tarafından yerleştirilmediğini de göstermiş oluyor.

Yani, böyle bir tertip yok. Peki ne var? Cemaat’e yakın insanlara karşı yürütülen bir cadı avı var. Hidayet Karaca da bu avın hedeflerinden biri olduğu için, 7 aydır suçunu bilmeden Silivri’de yatıyor.

Editör: TE Bilişim