1 Kasım Genel Seçimleri ve ortaya çıkardığı sonuçlar Türk siyasetine yeni bir öğreti kazandırmıştır. Belirli sebeplerle oyları düşen ama birincilik iddiasını sürdüren bir partinin algı yönetimi temelinde, hangi sosyal dinamikler harekete geçtiğinde ve/veya nasıl bir psikolojik beklenti oluştuğunda çekim merkezi haline gelebileceğine yönelik bir öğretidir bu...

Anket şirketlerinin neredeyse tamamına yakınının tespit edemediği bu çekim alanı, yine aynı şirketlerin açıkladığı pek çok bulguyla birlikte “Tek başına iktidar gelmeli” diyen insanların bu yaklaşımını oya dönüştüren bir patlamaya vesile oldu. Buna benzer bir durum 7 Haziran’da da “HDP barajı aşamazsa...” denilerek ortaya çıkmıştı.

Bu sonuçlar Türkiye’de seçmenin belirsizliğe toleransı olmadığını ve gelecek kaygısına yol açan bir çözümsüzlük sarmalında kaldığı takdirde “Mevcut koşullarda en iyi nedir?” sorusuna cevap vererek hareket ettiğini gösteriyor. Böylelikle siyaset literatürü açısından “rasyonel karar vericiler” olarak ifade edilen ve anketlerde “kararsızlar” şeklinde yer alan seçmenlerin sandığa gitme oranını artırdığında neler olabileceğini de görmüş olduk.

MHP ve HDP seçmeni belirledi

Resmi olmayan sonuçlara göre AKP yüzde 49,4 oy oranıyla tek başına iktidarı yeniden elde ederek oy sayısı itibariyle kendi rekorunu kırdı. Başbakan Ahmet Davutoğlu bu sonuçla partideki liderlik sistemini sürdürülebilir kılacak bir başarı öyküsünün başlangıcına imza attı. Seçimin matematiksel olarak kaybedeni MHP ve HDP olurken, göreli olarak yerinde sayan CHP ise stratejilerini derin bir sorgulama sürecine taşıyan parti konumuna geldi. Hiç şüphesiz bu seçimin sonucunu Batı’da MHP, Doğu’da HDP oyları belirlemiştir. MHP’nin yüzde 4,3, HDP’nin ise yüzde 2,4’lük oy kaybı AKP’deki yaklaşık yüzde 8,5 puanlık artışın büyük bölümünü oluşturuyor.

1 Kasım sonucunu getiren iç ve dış koşulların yanı sıra muhalefet partilerinin yapamadıklarının AKP’nin başarısındaki en büyük etken olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Zira sosyolojik açıdan CHP’nin tek başına iktidara talip olan AKP’den kitlesel oylar alması neredeyse imkânsız. Bunu gerçekleştirebilecek yegâne parti mevcut siyasal sistem açısından Milliyetçi Hareket Partisi... Peki, MHP bunu neden başaramadı ve oylarının yüzde 27’sini nasıl kaybetti? Geleneksel sahalardaki kopuş

MHP’nin oy kayıplarına bakıldığında Türkiye genelinde benzer bir değişim göze çarpıyor. Muhtemel oy geçişlerinin belirli iller ya da bölgelerin ötesinde ülke çapında benzerlik taşıması sosyolojik olarak problem alanının parti yönetimi ve onun politikaları ile ilişkilendirilmesini kaçınılmaz kılıyor.

Özellikle partinin ideolojik dinamiklerini ayakta tutan geleneksel seçim çevrelerinde ciddi bir gerileme dikkat çekiyor. Yozgat, Kırşehir, Çorum, Çankırı, Afyon, Kırıkkale, Kütahya, Kastamonu, Tokat ve Aksaray’da meydana gelen oy kaybı yüzde 35’i buluyor. Bu illerin seçim barajının aşılamadığı 2002’de MHP’nin toplam oyları içerisindeki oranı yüzde 10,4 iken, 1 Kasım’da yüzde 7,7 seviyesine gerilediği görülüyor. Aynı şekilde bu 10 ilde kazanılan 8 milletvekili de 1 milletvekilliğine düşmüş durumda.

7 Haziran’da AKP’yi tek başına iktidardan uzaklaştıran ve kıl payı MHP’nin kazandığı illerin tümünde milletvekillikleri yeniden el değiştirdi.

MHP’nin moral ve motivasyon kaynağı olarak uzun yıllar büyüme hedefinin ilk sıralarında yer alan Adana ve Mersin’de, bu 2 ilin partinin toplam oyları içerisindeki oranı 2014 yerel seçimlerinde yüzde 15, 7 Haziran’da yüzde 10.4 iken 1 Kasım’da yüzde 8.3’e geriledi. 7 Haziran’a göre Trakya bölgesinde oylarının yüzde 30’nu, Ege’de ise yaklaşık yüzde 20’sini kaybetti.

Algı yönetimi başarılamadı

7 Haziran seçimleri sonrasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin koalisyon ihtimallerine yönelik açıklaması ve sonrasında ortaya konulan “kırmızı çizgiler” yöntemsel açıdan eksik bir kurgu üzerine inşa edildi. Açıklamada yer alan “seçim resti”nin hemen öncesinde AKP Genel Başkanı Davutoğlu’nun yaptığı açıklamaya bir cevap olduğu ileri sürülse de seçmenler nezdinde MHP erken seçimi ilk telaffuz eden parti olarak yerleştirildi.

Bu algının kırılması için gösterilen çabalar AKP’nin etkili propagandası karşısında yetersiz kaldı. Ayrıca partinin ilkesel duruşunun bir tezahürü olarak kabul edilen bu ve benzeri açıklamalar Türk seçmeninin geleneksel algılama süreçleri çerçevesinde halka yeterince sunulamadı ya da geniş kesimlerin benimsemesi için gerekli olan iletişim stratejisi ortaya konulamadı.

Özellikle bazı MHP temsilcilerinin medyada geliştirdiği üslup ve yanlış söylemler partinin farklı kesimlere açılma hedefine ciddi zararlar verdi. 17 Ağustos’ta Sayın Davutoğlu ve Sayın Bahçeli arasında gerçekleşen görüşmenin detayları hemen sonrasında açıklanmadığı için AKP Genel Başkanı Davutoğlu’nun MHP’ye yönelik iddiaları daha belirleyici oldu. MHP Genel Başkanı Bahçeli 3 televizyon programında buna benzer detayları açıklamış olsa da süre kısıtı nedeniyle iddialar çürütülemedi.

Seçime 1 gün kala Adana gezisinde Sayın Bahçeli’nin 1 Kasım sonrasında olabileceklere ilişkin açıklamasında 7 Haziran’a benzer şekilde ilk adres olarak AKP-CHP ya da AKP-CHP-HDP hükümetini adres göstermesi, bir kısım seçmende yukarıda belirtilen algının pekişmesinde etkili oldu.

Kurumsal bir yenilenme

1 Kasım sonuçları, 7 Haziran’dan bu tarafa yaşanan hata ve eksikliklerin dışında MHP’nin yapısal örgüsü, tanıtım-propaganda sistemi ve yönetim mekanizmasının güne uyarlanamayışıyla ilişkilendirilmelidir.

Partinin ideolojik köklerine ve tarihsel misyonuna sahip çıkarak politikalarını etkinleştirmesi, dünyanın yeni koşullarına uygun bir söylem ağı oluşturması ve gerekli olan her düzeyde gençleşmesi MHP’nin gelecekteki konumunu belirleyecek değişkenler haline gelmiştir. Çok açık ki iktidara gelme hedefinde olan bir partinin bu hedefe yaklaşmak bir tarafa yukarıda belirtilen sebeplerle oylarının yüzde 27’sini kaybetmiş olması bir başarı olarak değerlendirilemez.

Parti merkezince yapılan açıklamada belirtildiği gibi “AK Parti'nin istikrarsızlık ve terör vurgusu yapması” veya “millet iradesinin çarpıtıldığı” yönündeki tespitlerin sonuçlarda etkisi olduğu kabul edilse bile bu yaklaşımın siyasette sürdürülebilir bir başarı için geniş kesimleri ikna edicilikten uzak olduğu ortadadır.

Şimdi ne olacak?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin seçim akşamı yaptığı yazılı açıklamaya ve Başkanlık Divanı toplantısı sonrası gelen bilgilere göre, kısa vadede kongrenin toplanmayı düşünülmüyor. Kuvvetle muhtemeldir ki yapılacak ilk seçime kadar kademeli biçimde mevcut Başkanlık Divanında kısmi değişikliklere gidilecek.

Geçmiş yıllardaki uygulamalar dikkate alınırsa tabandan yükselen eleştirilere bu şekilde cevap verileceği öngörülebilir. Buna karşın olağanüstü kongre için parti tüzüğünde “Büyük Kongre delegelerinin en az beşte birinin imzaları ile birlikte noterce onaylı yazılı talebi üzerine çağrılabilir.” ifadesi yer alıyor. Bu imza sayısına ulaşılıp ulaşılamayacağı kamuoyunda yer alan çeşitli haberlerde belirtildiği üzere önümüzdeki günlerde belli olacak.

Eğer bir olağanüstü kongre toplanmaz ise olağan büyük kongrenin için en 2 yıllık süre olan Mart 2017’nin beklenmesi gerekecektir

. Ancak geçmişteki örneklerden yola çıkılarak partinin kendi içerisinde bölünme ve ayrışma yaşamaması için olağanüstü büyük kongrenin Genel Merkezin çağrısıyla yapılması, partinin geleceği açısından en doğru yöntem olacaktır. Büyük kongrenin mümkün olan en kısa sürede toplanması, seçim sonuçlarının ayrıntılı şekilde analiz edilerek sorumlulukların üstlenilebilmesi ve parti teşkilatlarının moral-motivasyonunun bütünleştirici bir zeminde yeniden yükseltilebilmesi için son derece önemlidir. Ve bu sürecin sağduyulu, çözümleyici ve yarışmacı bir özgürlük alanını içerisinde barındırması, Türk milliyetçiliğinin gelecek planlaması açısından vazgeçilmezdir.

Editör: TE Bilişim