Kimi kime şikâyet edeceksiniz? Vasatın altındaki akademisyenlerin, vasatın üstündekileri “Gezici” veya “Paralelci” diye saf dışı bırakabildiği bir üniversitenin bilime katkı sağlaması, kaliteli eğitim vermesi mümkün mü? “Eşit rekabet şartları paralelcilerin önünü açıyor” diye, liyakat ve ehliyet standartlarını kaldırırsanız dün başkasına ait olan çiftliklere bugün “rektör” diye yeni kâhyalar atamaktan öte ne yapabilirsiniz?

Hürriyet Gazetesi’nin eski yöneticisi Enis Berberoğlu, Alev Cirmen’e verdiği röportajda benzer kalite sorununun medyadaki karşılığını özetlemiş. Rekabet işlemediği için “kötü yapan”ın ödüllendirildiği bugünün medya düzenini, yani havuz medyasını anlatıyor. “Dayamış ağzına hortumu, alıyor reklamları, hiçbir sorunu yok. Adam gazeteyi satmıyor, satar gibi gösteriyor. İlanı haraçla alıyor.” Günlük gazeteleri alıp yan yana koyun, kalite farkı Berberoğlu’nun dediği kadar yok mu?

Yozlaşan iktidar olunca, yozlaşma bulaşıcı hastalık gibi her yere yayılıyor. Yoz bir iktidarın yanında yer almak dışında bir meziyeti olmayan akademisyeninden, gazetecisinden, bürokratından, işadamından yaptığı işte hangi düzeyi tutturmasını bekleyebilirsiniz?

İktidarların her zaman mecburiyetleri olur. Hiçbir ahlâkî ilkenin sınır koyamadığı siyaset alanında, politikacı kendisini elde ettiği netice ile aklamaya çalışır. Peki siyasetin cilveleri ile sağa-sola yalpa yapan politikacılara her hal ve şartta destek olmakla görevli olanlar? “Kabataş yalanı”na kulp takmak gibi gündelik siyasete çarşaf yetiştirmekle meşgul olanlar.

Güç ve iktidar sahipleri, çevrelerindeki bu yeteneksiz adamlarla birlikte halkı “enayi” yerine koyarlar. Her türlü kuyruklu yalan, iktidara tutunmanın çaresizliğine dönüşür. Sonunda bu yalanların her biri iktidarı kurt gibi içten içe çürütür; bir gün gelip üflediğinizde geride sadece bir toz yığını kalır.

Saray’da üretilen iktidar siyasetinin masabaşı kumpaslarla yol almaya niyetlendiği dört somut örnekle kanıtlandı. “Kabataş yalanı”nın, devletin tepesinden hâlâ savunulması bunların ilkiydi. Kılıçdaroğlu hakkında kaset iddiası, Sümeyye suikastı yalanı ile denemeler devam etti. Gülen Hocaefendi hakkında, Yeni Şafak’ta yayımlayanların bile inanmadığı belli olan haber de sonuncusu. Kumpas dediğiniz de bir marifet; önümüze konanlar yozlaşmış bir iktidarın yetenek fukarası adamları hakkında fikir veriyor. Beceremiyorlar, organize olamıyorlar, koordine edemiyorlar, kasten eskitildikleri belli olan ürettikleri evraklar “ben sahteyim” diye bas bas bağırıyor. “Sonradan kötü yola düştükleri için beceremiyorlar” diyebilirsiniz; o kadar iktidar gücü ve para ile hiç mi bu sahtekârlıklardan anlayan adam bulamıyorlar?

Kötü gazetecilik iktidarın sınırsız desteği ile ayakta duruyor. Peki bu gazetelerin iktidarı ayakta tutma yeteneği var mı? Hayır. Bir fasit daire şeklinde birbirlerini çürütüyorlar. Medyasına bakarak, iktidarı hakkında, iktidarına bakarak medyası hakkında fikir sahibi oluyorsunuz. Milleti aptal yerine koyan bu medya yalanlarını üreten bir iktidarın izzeti, iffeti ve namusu kimi ikna eder?

Mesele bir iktidar siyaseti olmaktan çıkıyor, ülke için genel bir seviye sorununa dönüşüyor. Bir şikayetimi tekrarlayayım: Sosyal medyada yazdığım her yazıya gelen küfür ve hakaretlerden önce, bu lafızlardaki Türkçe yanlışlarından şikayetçiyim. Aynı durum, elindeki kalemi çamur hokkasına batıranların köşe yazıları için de geçerli. Arkalarındaki iktidar gücünün yerlerde sürünen Türkçelerini ayağa kaldıramadığını bir türlü anlayamıyorlar. Ne bir zekâ pırıltısı, ne ifade-i meram, ne idare-i kelam, ne asgarî nezahet; hiçbir şey yok. Bu memleket neden bu kadarına müstahak olsun?

İktidar yozlaşması, bir kanser hücresi gibi önce kendi vücudunda yayılıyor. Kendi açtığı üniversiteler bir türlü üniversite olamıyor, beslediği medya gücü bir türlü ağzı-yüzü düzgün gazetecilik yapamıyor. İşte bu yüzden içten içe çürüyor ve tükeniyor. Diktatörlüğün bile bir ciddiyeti var, yeteneksizler ordusu ile o bile yaşamaz ve bu ülke bu kadar düzeysizliğe daha fazla tahammül edemez.

Editör: TE Bilişim