Malumdur ki hem nalına hem mıhına vuran yazılar yazıyorum. Bir “50. Yıl Jübilesi” yapmış olmasam da yazı hayatım neresinden bakılırsa bakılsın yarım asrı devirdi. Yaş kemale erip 70’i bulduğuna göre tecrübeli de sayılırız. Kendi çapımızda gençlik hareketlerinin içinde bulunmuşluğumuz, sosyal ve kültürel aktivitelerimiz, yayıncılığımız, devlet memurluğumuz, aday olmasak da bir zamanlar siyasete ilgi duymuşluğumuz bile var. Daha ne olsun değil mi?

Böylece feleğin çemberinden geçmiş biri olarak yazılar yazıyor, kitaplar çıkarıyorum. Hiçbir siyasi parti ile bağım yok. Ben terk etmesem ve en azından gönül bağımı sürdürüyor olsam da elli yıl heyecanını duyduğum siyasi hareket beni terk etti. Onun için son yıllardaki politikalarını tasvip etmediğim için onları, sorumluluk mevkiinde olan iktidar partisini, ayrım gözetmeksizin muhalefet partilerinin hemen hepsini eleştirebiliyorum.

Ancak ne var ki Türkiye’de herkes bir şekilde siyasetin içinde olduğu için yazdıklarımız çoğu zaman sevdiğimiz insanları bile rahatsız ediyor. Çünkü objektif değerlendirme diye bir mefhum yok edilmiş durumda.

Son günlerde malum, Irak’ın kuzeyinde bulunan ve terör örgütü PKK’nın yuvalandığı yerlerden biri olan Gara bölgesine operasyon düzenlenmişti. Operasyondan günler önce “Havuz Medyası” ya da “Yandaş Medya” diye adlandırılan basın yayın organları “Gara’ya Operasyon Geliyor” diye haberler yapmış, oprerasyondan birkaç gün önce de Sayın Cumhurbaşkanı “Çarşamba günü bir müjde vereceğini” açıklamıştı. Herkes o müjde için Çarşambayı beklerken Cumhurbaşkanı bir gün öncesinden “Ay’a gideceğiz” demiş ama doğrusu millette bir heyecan uyandırmamış, asıl heyecan uyandıracak olan müjde için Çarşamba beklenir olmuştu ki peş peşe şehit haberleri geldi. Önce üç subayımızın çatışmada şehit olduğunu, sonra da “On üç sivil vatandaşımızın” Gara Mağaralarında hunharca katledildiklerini öğrendik. Müjde beklenen Ak Çarşamba bir anda Kara Çarşamba’ya dönmüş, bir başka söyleyişle “Çarşambayı sel almış”tı! Bu olayın asıl kahredici yanı Malatya Valisi tarafından şehitlerin künyelerinin okumasıyla ortaya çıktı. Meğer o on üç vatan evladı 2015 yılından beri değişik zamanlarda PKK tarafından kaçırılan devlet görevlilerimiz imiş. Öyle anlaşılıyor ki kurtarılacaklarından emin olunduğu için müjde bekleniyordu ama bu olmayınca kara haberi vermek Vali Bey’e düştü. Tıpkı bir yıl önce 27 Şubat 2020 tarihinde İdlib’de şehit olan 33 yiğidimizin isimlerini de Hatay Valisi’nin açıklaması gibi!

Bu arada AKP kongreleri de eleştirilere aldırmadan ve hız kesmeden devam ediyordu. Eleştirilerin gerekçesi oldukça haklı idi. Barolar, Meslek Odaları ve Derneklerin kongreleri salgın dolayısı ile yasaklanmıştı ve doğru olan da bu idi. Ancak AKP Genel Başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı’nın da katıldığı il kongreleri peş peşe yapılıyor, televizyon kanallarından da canlı olarak yayınlanıyordu. Öyle ki insanlar salonlara tıka basa dolduruluyor, el ele tutuşturuluyor, şenlik şamata gırla gidiyordu. En son Rize ve Trabzon’da yapılan kongreler büyük tepki çekti. Özellikle 14 Şubat günü Rize’de yapılan kongre sırasında canlı yayın yaparak Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını yayınlayan televizyon ekranlarında altyazı olarak da “Gara’da PKK Katliamı: 13 şehit” ibaresi yer alıyor, sitemler arş-ı alaya yükseliyordu.

Kongre salonunda şarkılar söylenip sloganlar atılırken Cumhurbaşkanı’nın eline bir telefon tutuşturuluyor ve Eskişehir’de bulunan şehit anası ile konuşturuluyor, şehidimizin anacığı zaten ağlamaktan bir şey diyemiyordu. Sonradan öğreniyoruz ki zaten mezarlıkta imiş. Dinimizin, camilerimizin, bir şekilde kışlalarımızın siyasete alet edilmesi hazin bir durumdur da, bir şehit anasının ya da şehitlerimizin kongredeki şenlik şamata havası içinde malzeme yapılması nasıl izah edilecektir? Bunu organize eden AKP’nin Siyasi ya da propaganda işlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı mıdır kimdir bilmiyorum ama öyle anlaşılıyor ki Ak Parti büyük bir bocalama içindedir ve artık ne yaptığını bilecek durumda değildir.

Rize’den sonra yapılan Trabzon kongresindeki manzaraya şahit olan Trabzonlu bir arkadaş haklı olarak şu paylaşımı yapıyordu:

“Bu salonun yanındaki kafede çay içemiyorsun, lokantada çorba içemiyorsun, büfede tost yiyemiyorsun!”

Doğrusunu isterseniz bir salonun manzarasına baktım, bir bu satırları okudum ve ağlamaklı oldum. Ben ağlıyorum, millet öfkeleniyor da ey AKP yetkilileri siz neler yaptığınızın farkında değil misiniz? O halde “Acaba nedir, nedir” diye sorarak bir test uygulayalım. Pek çok yer kapalı olup okullar açılamamışken “Lebaleb dolu” salonlarla kongre yapma cesareti gösterilebildiğine göre:

a)Virüs AKP kongrelerinden kaçıyor mu?

b)AKP yöneticilerinin AKP seçmenine kastı mı var?

c)Seçimi kazanma ihtimali zayıfladığı için seçmen de gözden mi çıkarıldı?

d)Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulu üyeleri bu kongrelerden habersizler mi? Niye sesleri çıkmıyor?

Cevabınız ne olur bilmiyorum ama bu kongreler sırasında bir taraftan da Irak’ın kuzeyinde bulunan Gara bölgesinden gelen şehit haberleri ile sarsılmış, haklı olarak da öyle bir durumda güle oynaya kongre yapılmasını eleştirmiştik. Sorgulamazsak, olana razı olup fikrimizi, düşüncemizi söylemezsek gelecek nesiller bizi de hesaba çeker. Ayrıca, “Akletmez misiniz”, “Düşünmez misiniz”, “İbret ve öğüt almaz mısınız” diye devamlı ikaz eden Allah’a karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz.

Operasyonun başlarında 3, operasyon sırasında da 13 olmak üzere toplam 16 şehidimiz oldu. Yaralılarımızın durumunu henüz bilmiyoruz. İnşaallah şehit sayımız artmaz ve yaralı askerlerimiz şifa bulurlar. O 13 vatan evladı yıllardan beri PKK’nın elinde olmasına rağmen adeta kamuoyuna unutturulmuştu. Bunları yazdığım zaman, “Ak Parti dışındakilerin de o kadar yanlışları oluyor. Onlara da Ak Parti kadar yer versen olmaz mı” diye soranlar oluyor. Oysa yazımın başında da belirtmiştim; hiçbir siyasi parti ile organik bağım yok. Kaldı ki Yunus Emre’nin Molla Kasım’ı gibi muhalefet partilerini de siygaya çeken yazılar yazdım.

Ak Parti devleti yöneten siyasi oluşum olduğu için eleştirilerimizin daha çok onun üzerinde odaklanmasından normal ne olabilir? Çünkü sorumluluk ondadır. Hele CHP, İYİ Parti ya da Millet İttifakı iktidara gelsin de eleştirilerimizden kurtulabilecekler mi görelim!

13 şehit meselesine dönecek olursak…

Şahsen onların evveliyatları, kaçırılışları hakkında bilgim yoktu. 5 – 6 yıl önceleri haber olduktan sonra takip etmediğim için de doğrusu suçluluk duyuyorum. Ancak devletimizden beklenen bu tür olayları adım adım takip etmektir. Üç beş gün ya da üç beş ay değil; evveliyatı altı yıl öncesine dayanıyor. Belki yine bazı arkadaşlar sitem edecekler ama Ak Parti’nin Çözüm Süreci, Habur Rezaleti, terörist başının mektuplarının meydanlarda ve TRT’de okutulması, terörist başının kardeşinin TRT’ye çıkarılması, AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ın, “Karayılan PKK terör örgütüdür derse o da TRT’ye çıkabilir” demesi gibi pek çok defoyu görmezden gelip HDP ile olan siyasi ilişkilerinden dolayı CHP’ye yüklenmek, kenarda durmasına rağmen İYİ Parti’yi karalamak ne kadar doğrudur? Kaldı ki bir CHP milletvekili bu konuyu ısrarla gündemde tutmuş. İzmir Milletvekili Murat Bakan, PKK tarafından kaçırılan bu devlet görevlileri için defalarca soru önergesi vermiş ki dökümü şöyle:

Aralık 2016’da dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’a, Temmuz 2017’de yine dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’a, Eylül 2017’de dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli’ye soru önergeleri vererek, “Kaçırılan asker ve polislerimizin terör örgütlerinin elinden kurtarılması için ne yapıyorsunuz ve ailelerinin yardım çağrılarına neden sessizsiniz” diye sormuş ama hiçbirine de cevap alamamış.

Kaçırılan bu asker ve polislerin aileleri Ekim 2017’de TBMM’ne gelmişler. Bu önergeleri verip cevap alamayan CHP Milletvekili Murat Bakan, CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba ile birlikte basın toplantısı düzenleyip durumu gündeme getirerek millet önünde bir defa daha sormuşlar, yine ses çıkmamış.

Murat Bey bu işin ucunu bırakmamış ve Şubat 2018’de son Başbakan Binali Yıldırım’a, Ekim 2018’de de Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a tekraren sormuş ama o cevap bir türlü gelmemiş. Ta ki Haziran 2019’a kadar!. O tarihte Hulusi Akar, suya sabuna dokunmayan yuvarlak ifadelerle şu cevabı vermiş: “Terör örgütleri ile mücadeleye yönelik keşif, gözetleme ve operasyonel faaliyetler azim ve kararlılıkla devam etmektedir!”

Fikri takip peşinde olan Murat Bakan, oldu olacak bir de Cumhurbaşkanlığı’na sorayım diye operasyondan önceki hafta aynı soruyu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a da sormuş. Sayın Oktay cevap verecek mi idi, verecekse ne diyecekti bilinmez ama atalarımızın dediği gibi su uyusa da düşman uyumamış ve operasyon sırasında ya da hemen öncesinde on üç vatan evladı kafalarına kurşun sıkılarak şehit edildiler.

Yazık ve günah değil mi? Bu insanlar sınırlarımız içinden nasıl kaçırılabilmişler ve 6 seneden beri nasıl oluyor da izleri sürülememiştir? Sınırımızdan çok da uzakta değillermiş. 35 km şuradan şurası. Arazi engebelidir, dağlar geçit vermez olabilir ama operasyon yapılacaksa ona göre planlanır ya da başka yollar aranır. Hem, yapılacak olan operasyon ne diye sızdırılarak gazetelere haber konusu ediliyor?

Bunları yazmak ve tarihe not düşürerek gelecek nesillere aktarmak boynumuzun borcudur. Siyasi düşünmek, gönül bağımız olan siyasi oluşumları kayırıp kollamak bir yere kadardır. Siyasiler de artık kısır çekişmeleri, kin ve nefret dilini bırakarak, hayali, uçuk kaçık projelerle değil ayakları yere basan, milletimizin dertlerine derman olacak programlarla kendilerini göstermelidirler. HDP – PKK ilişkisi konusunda da iktidarla muhalefet topu birbirine atıp aradan sıyrılma kurnazlığını terk ederek bir ortak noktada birleşmelidirler. Yoksa el âleme gülünç olmaya ve nice canlarımızın yasını tutmaya devam ederiz.