Seçim kazanmak bir başarıdır ama asıl başarı uyguladığınız politikaların sonuçlarıdır. On defa seçim kazansanız da, eğer ülke sorunlarını çözememiş, toplumu daha güvenli hale getirememişseniz başarılı sayılmazsınız.

Bu klasik ölçüye rağmen seçim kazanmayı yegane başarı ölçüsü olarak gören, siyasetçinin kalibresini de -hitabet gücüyle- daha doğru bir ifadeyle demagoji yapma yeteneği ile ölçen küçümsenemeyecek bir toplum kesimi var. Siyasetçiler de bunu bildikleri için ateşli nutuklarla sorunların üzerini örterek, siyasi ömürlerini uzatmaya çalışıyorlar.

Son yılların siyaset tarzına bakıldığında ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Türkiye 20 yıl önce hangi sorunlarla boğuşuyorsa bugün de aynı problemlerle boğuşuyor. Yirmi yıldır aynı söz ve nutuklarla teselli ediliyoruz. Söz gelimi Kıbrıs Sorunu olduğu yerde duruyor. Kimse düne göre daha iyi bir noktada olduğumuzu söyleyemez. Terör sorunu -devletleşme- aşamasına gelecek kadar derinleşti. Yolsuzluk, rüşvet artık vaka-ı adiyeden oldu. Bazıları rahat çalsın diye Sayıştay raporları artık bilgisayarlara yüklenmiyor. Sayıştay denetçileri tespitlerini ajandalara yazıp, yazılı olarak arşivlere sunuyor. Bilgisayarlara yüklenen bilgilerin sonradan geri getirildiği son darbe davalarında ortaya çıktığı için muhtemel bir iktidar değişiminde kolay imha edilsinler diye bu yönteme geçildi. Onun için yıllardır kimsenin aleyhine tek bir yolsuzluk veya rüşvet davası açılamadı.

Kimse Türkiye’nin bugün 18 yıl önceden daha iyi durumda olduğunu söyleyemez. Çözülen tek sorun 28 Şubatçıların ahmaklıklarının sonucu olan  başörtüsü yasağıdır.Ancak bu demokratikleşme yönünde ileri gittiğimiz anlamına gelmiyor. CB sistemine geçişle birlikte halkın ve seçtiklerinin yönetimdeki ağırlıkları sıfırlanmış, yargı bağımsızlığı yok edilmiş, hiçbir denge ve fren sistemi olmayan yeni ve dünyada benzeri olmayan -kişiye özel- bir yönetim modeli oluşturulmuştur. Bu model, siyasi veya sosyal bir ihtiyacın sonucu değil, tamamen bir kişinin beklentilerini karşılama ve siyasi ömrünü uzatmak için getirilmiştir. Bugün görüyoruz ki, bir Kıbrıs sorunu kadar ağır ve derin bir de CB sistemi sorunu vardır. Başta Suriye olmak üzere yaşanan tüm olumsuzlukların  arkasında yeni sistemin bir kişiye sağladığı güç ve sınırsız imkanlar vardır. Zamanında Suriye meselesi meclise getirilse etraflı bir şekilde konuşulabilseydi bugün çok farklı bir durumla karşı karşıya olabilirdik. Ancak bu politikada, -Türkiye merkezli- düşünmeyen AKP ve onun yöneticilerinin zihinsel kodlarının da büyük etkisi vardır. Türkiye merkezli düşünmek etrafımızda meydana gelen her olayda “nasıl hareket edersek Türkiye kazanır” düşüncesiyle hareket etmektir. Suriye olayında dönemin ve bugünün iktidarı Türkiye hangi politika ile kazanır hesabı yapmadı, Suriye halkını, -özelde ihvancıları- bu baskıcı yönetimden nasıl kurtarırız hesabı yaptı ve onları merkez alarak Suriye’ye müdahale etti. Sonuç ortada, 5 milyon sığınmacı içeride, 1 milyon kapıda, PKK devletleşmek için insansızlaştırılmış bir alana kavuştu. Buna başarı denilebilir mi?

Başarı, devraldığınız toplumsal sorunları çözmek veya sosyal hayatı ve kamu düzenini  etkilemeyecek noktaya getirmektir. Son 18 yılda hiçbir sorunumuz küçülmemiş, aksine büyümüştür. Bölücülük mesafe almış, Kıbrıs’ta Türk tezi giderek güç kaybetmiş, demokrasi ve insan haklarında geriye gidilmiş, Yargı siyasetin sopası haline gelmiş, vatandaşın geleceğe dair umutları kaybolmuştur. Buna mukabil, birkaç cami yapılmış, gözümüze sokulan görüntülerle büyüklerimizin namaz kıldığı, Kuran okuduğu anlaşılmıştır. Eh bunlar varken Suriye’nin, Kıbrıs’ın önemi var mı!? Türk-İslam medeniyetinin, “devlet işlerinde liyakat imandan önce gelir”  düsturu kimin umurunda?