İşin hukuksal ve siyasi boyutlarını bir kenara koyup, yani kim haklı kim haksızdan öte,bu olayın ekonomiye olan etkisini ölçüt kabul edelim ve genel olarak ve de tarafsız gözle geçmiş dönemlerden bugüne kadar olan, siyasi  belirsizliklerin ekonomiye etkilerini hep birlikte etüd edelim.

Türkiye çok partili siyasi  hayata başladığı 1946 seçimlerinden bu yana 3 hatta 4(28 şubat 1997) kez kesintiye uğratılmış ve bir çok parti kapatılmıştır.Fakat ilginçtir ki; partilerin sadece bazı isimlerine yasak koyulup, tabeladaki adı kapatıldığından aynı fikirde olmasına rağmen değişik isimlerle başka  partiler kurulup,aynı fikirler ve kişiler gene siyaset sahnesine dönebilmiştir.Her kapatılan partiden sonra, kapatıldığı için partiden koparılan isimlerin, başka parti ismi altında görev aldıklarını biliyorsunuz.

Şimdi parti kapatma ve darbelerin,Türk siyasi hayatına ve ekonomisine ne kattığını tarihsel örnekleme methoduyla açıklayalım.

1950 yılında tek başına iktidara gelen Demokrat  Parti hükümetiyle, 1950 ve 1960 yılları arası ekonomik büyüme ve kalkınma anlamında Türk ekonomisi oldukça iyi bir performans göstermiştir.(O dönem Türkiye için “Küçük Amerika” gibi olacak tabiri kullanılıyordu.Bu gelişmede ikinci dünya savaşından sonra güçlenenen ekonomilerden ABD’nin yardımlarının payı oldukça fazladır.Bu amaçla natoya üye olmak için 1952’de Kore’ye asker gönderdip bunun bedelini de ödediğimizi hatırlatayım.Dünya ekonomilerinin de en rahat yılları,ikinci dünya savaşı sonrası 1950-1960 donemidir.ABD şimdi olduğu gibi o dönemin de en gözde gelişmiş ülkeleri arasında yer alıyordu)

1960 ihtilalinden sonra cumhuriyet tarihinin ilk istikrarsız ve çok partili koalisyonlu dönemi de başlamıştır. İhtilalden sonra yeni ve demokratik bir anayasa yapılmış olmasına rağmen,siyasi ve ekonomik anlamda tam tersi sonuçlar ortaya çıkmıştır.İktidar partisi Demokrat Parti kapatılmış,liderleri idam edilmiş ve yerine Adalet Partisi kurulmuş, hükümet hayatları uzun sürmeyen iktidar dönemleri başlamış ve bu yıllardan itibaren istikrarsız koalisyon hükümetleri ile yönetilen Türk ekonomisi de aynı şekilde istikrarsız bir çizgide performans göstermiştir.Bu dönemlerde, kısa sürede yapılan seçimler ve geçimsiz koalisyon hükümetleriyle,çok partili siyasi hayata alışkın olmayan Türk ekonomisinin de oldukça etkilenmiş olduğunu görmekteyiz.(Dünyada ise 1960-1970 yılları soğuk savaş yıllarıdır ve önemli miktarlarda Sovyetler Birliği ve Abd’nin silah yarışına girdiği dönemlerdir)

1971 muhtırası sonrası anayasa değişmiş, geçici askeri hükümet kurulmuş, fakat siyasi partiler yaşamlarına bir süre kesintiden sonra devam etmiştir.1970 ile 1980 arası siyasi belirsizlik daha da artmış,siyasi parçalanmaları da peşinden sürüklemiştir..Ayrıca petrol arz şokları ve dış piyasalardaki ekonomik gelişmeler de buna tuz biber olmuş,ekonomimiz daha da kötü bir grafik sergilemiştir.(Dünyada 1970 li yıllar resesyon ve enflasyonun birlikte yaşandığı kriz yıllarıdır.STAGFLASYON)

1980 sonrası bütün partiler kapatılmış ve bütün liderlere yasaklar getirlmiş ve de yepyeni bir anayasa yapılmıştır.İlginçtir ki; darbe yapanların oy vermelerini istediği MDP(Asker partisi ya da Horoz Partisi adıyla biliniyordu) partisi ilk seçimlerde hüsrana uğrayıp, siyaset hayatından silinmiştir yani kısacası darbe yapıp demokrasiyi sekteye uğratanları, halk bir nevi oy vermeyerek cezalandırmıştır..Bununla birlikte daha önce kapatılmış eski partilerle aynı fikirde olan kişiler, gene eski partilerle aynı fikirde olan yeni isimlerle partilerini kurmuşlar(ANAP) ve ilk seçimde tek başına iktidar olmuşlardır...

24 ocak 1980 ‘de dibe vuran ekonomimiz ,12 eylül 1980 darbesiyle iyice sarsıldıktan sonra,1983-1991 yılları arasında tek parti iktidarı olan ANAVATAN Parti’si hükümeti döneminde, oldukça yüksek büyüme ve kalkınma performansı sergilemiştir.(Dünyada ise 1980-1990 dönemi soguk savaş döneminin bittiği,duvarların yıkıldığı,ekonomik canlamaların arttığı yıllardır)

1987 yılında eski parti liderlerine konulan siyasi yasaklar kalkınca, gene eski parti liderleri siyasi arenaya dönmüş ve  koalisyon hükümetleri dönemi 1991 yılı seçimlerinden sonra yeniden başlamıştır.

1991-2002 yılları arasında gene siyasi istikrarsızlık ve sürekli seçimle değişen çoklu koalisyon hükümetleriyle,ekonomimiz 3 kez(1994-1998-2001) derin  krizler yaşamıştır.(Dünyada ise 1990-2000 yılları arası özellikle güney amerika ülkelerindeki ve asya ülkelerindeki krizlerle hatırlanacak olan düşük büyüme yıllardır)

1997-28 Şubat’ında iktidar ortağı olan Refah Partisi’ne askeri bir muhtıra(MGK bildirisi) verilmiş ve iktidardan istifaya zorlanarak uzaklaştırılmıştır.Aynı partiye kapatma davası da açılmış ve daha sonraki yıl kapatılmış ayrıca liderine ve bazı partili isimlere siyasi yasak getirilmiştir…

Kapatılan Refah partisinin yerine kurulan FAZİLET Partisi ismiyle,siyasi yasağı olmayanlar siyaset hayatına bu yeni isimli partide devam etmişlerdir.Daha sonra bu parti de 2001 yılında  kapatılıp,bazı isimlere siyasi yasaklar getirilmiştir.Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra kendiliğinden bölünüp,AKP ve SAADET isimleriyle iki ayrı grup halinde 2002 seçimlerine girmişlerdir..

Türk halkı oyunu verip iktidar yaptığı partiyi değil, tam tersi o partiyi kapatanları cezalandırmış,hep mağdur olan parti ve liderlerden yana olmuştur.Bir bakıma AKP bu anlamda halka şirin gösterilip manipüle edilmiştir.Kapatılan Refah Partisi’nden bölünen bir grubun kurduğu AKP ‘nin,Refah Partisi kapatıldıktan  5 yıl sonra girdiği seçime tek başına iktidar olarak gelmesi dünya siyasi tarihi literatürüne geçmiştir.

Ne ilginçtir ki; 2002 seçimlerden sonra iktidara tek başına gelen, kapatılan partilerin devamı AKP hükümetiyle ekonomi tekrar rayına oturmuş ve bugüne istikrarlı bir şekilde büyüyen bir ekonomiyle gelinmiştir.(Dünyada ise 2003-2007 dönemi bütün ekonomilerin canlandığı dünya ticaret hacminin rekor düzeyde arttığı yıllarıdır)

Bu da kesin bir göstergedir ki;partilerin halkın oyuyla iktidara gelip ve halkı ikna ederek,halk nezdinde kazandığı güvenin, partileri kapatarak zorlamayla işbaşına gelen halka rağmen iktidar olanlara duyulan güvenden daha kalıcı olduğunu kanıtlıyor.

Görüldüğü üzere;Türkiye’de siyasetteki istikrar, ekonomide de aynı şekilde istikrarı getirmiştir.Hangi hükümet olursa olsun koalisyon dönemlerinde yalpalayan ekonomimize karşın, tek partili hükümet dönemlerinde oldukça iyi performans göstermesi bunun kanıtıdır.Fakat dünyadaki ekonomik trenddeki itikleyici gücün,tek partili hükümet dönemlerine rastgelmesi de gözden kaçırılmamalı.

Bu bağlamda Türk halkı da özellikle son seçimde istikrara oy vermiştir.Çünki siyasi istikrarsızlığın her anlamda Türkiye’yi başarısızlığa götüren bir unsur olduğunu Türk halkı yaşayarak öğrenmiştir.Bazı kesimlere göre kötü,fakat büyük bir kesime göre iyi görülüp oy verilen tek parti hükümetleri ,aralarında anlaşamayan ve sürekli didişen koalisyon hükümetlerine tercih edilmiştir.

Siyasetin ekonomiyle birlikte hareket etmesi, Türkiye'de bazı taşların yerine oturmadığını da gösteriyor.Özellikle ekonomi bürokrasimiz siyasi baskılara kolayca boyun eğiyor ve doğru bilinen ekonomik gerçekleri uygulayamıyor.Siyasi tercihler bilimsel ekonomik gerçeklerin üstünü bir tül gibi örtüyor.

Her koalisyon döneminde değişen ve kısa süreli günü kurtarma peşinde bir mantıkla yapılan  ekonomik planlamalar kötü sonlarla neticelenmiştir.Örneğin; aslında 1991 yılında başlayan banka krizinin,ötelene ötelene 2001 yılında tamamen patlaması buna örnektir.Her gelen iktidar bu sorunun siyasi sonuçlarından korkarak,benden sonra tufan misali soruna köklü çözümler üretmek istememiştir.

Siyasi kaygılar,ekonomik gerçeklerin önüne geçebilmiştir.Ben daha çok vergi koyacağım daha fazla zam yapacağım dendiğinde iktidar olunamayacağı için,benden öncekilerden enkaz aldığımız için biz mecbur zam yapmak zorunda kaldık denmiş ve sorunların üzerine gene günü kurtaracak çözümlerle gidilmiştir.Her gelen hükümetler enkazı bir sonrakine daha da büyüterek teslim etmiştir.Siyasi istikrarsızlığın Türkiye’ye oldukça önemli yıllarını kaybettirmiş olduğu ekonomik bir gerçektir.

 Ekonomik gerçekler,siyasi çıkarlarla çoğu zaman uyuşmaz...

Bu nedenle eğer bir ülkede ne kadar çok siyasi krizler konuşuluyorsa,o ülke ekonomisi o kadar çok ihmal ediliyor demektir.Bir ülkede eğer hükümet olmak ya da hükümette kalmak için her yol mübah kabul ediliyorsa,gene ekonomi ihmal ediliyor ve bazı kesimlere çıkar sağlanıyor demektir.

Ekonomi; siyaset gibi değildir,bir sefer ihmal edilsin bunu telafi etmenin maliyeti oldukça büyük olacaktır.Siyasi sorununu düzeltmek için seçim yaparsınız sorun biter, hukuk sorununu düzeltmek  için yasama organı yasa değiştirir sorun biter .

Ya birikmiş ekonomik sorunlar için ne yapacaksınız ?

Büyük ihtimalle hemen IMF’i(Uluslararası Para Fonu) çağıracaksınız, gene stand by, gene bir ekonomik program,gene kemer sıkma vesaire vesaire…

Çünkü bol miktarda yabancı para sizin ekonominizin içinde ve özellikle özel sektörünüzün yabancıya yüklü miktarda borcu olduğunu için ,ayrıca kamu cari açığınız büyük olduğu için, bu yabancı paraya ihtiyacınız ve de Avrupa birligidir şu'dur bu'dur falan derken yabancıya göbek bağınız var.

1991 ve 2002 yılları arasında siyasi belirsizlikler o kadar fazlaydı ki,örneğin 1995 yılında bir IMF bürokratının konuşmasındaki bir cümlenin konsodilasyon (borçların ödenemediğinden ertelenmesi) anlaşılması üzerine bir günde borsada rekor düşüş olmuştu.

O yıllarda her konuşma ve her söz bahane edilip,borsada sert hareketlere neden oluyordu.Çünki çok da iyi anlaşamayan bir koalisyon hükümeti (DYP-SHP)vardı ve ekonomimiz çok kırılganlaşmıştı.Sağlam ekonomisi olan ülkelerde siyasi belirsizlikler çok kırılganlık yaratmasa da ,bizim ülkemizde oldukça sert yansımaları olduğunu geçmiş dönemdeki tecrübelere bakarak net bir şekilde söyleyebiliriz.

1999 Nisan ayında hükümete gelen Anap-Dsp-Mhp koalisyonunun başbakanı sayın rahmetli ECEVİT’in sağlığını bahane edip öldüğüne dair çıkarılan söylentilerle, borsanın günü birlik rekor düşüşler yaşadığını hepimiz biliyoruz.Bu basit bahane ve söylentilerle düşen borsada,asıl sorun ise yıllarca el sürülmemiş olan ekonomik sorunların kartopu gibi büyüyüp  kırılganlığın had safhaya  ulaşmış olmasından kaynaklanıyordu.Yoksa ecevit o dönem vefat etse, Türkiye’nin başbakansız kalmayacağı biliniyordu.

Bu gibi siyasetteki bazı ilginç olayların ekonomiye etkilerini, özellikle borsaya etkilerini çoğaltabiliriz.Eğer borsa düşüş trendinse ise ve ekonomide sorunlar büyümüş ise bu siyasi bahaneler düşüş anlamında kullanılacaktır.Ekonomiye eğer güven devam ediyorsa bu düşüşler geçiçi olacaktır. Fakat bu siyasi durumlar güven bunalımına yol açacak kadar büyürse, bu düşüşler ilerleyen gunlerde çok daha sert de olabilir.

Şimdi buraya kadar olan kısımı özetlersek yukarıdaki olanları neden yaşadığımızı da anlamış olacağız.Özeti şu:İkinci dünya savaşı sebebiyle tek partili cumhuriyet tarihimizin İNÖNÜ’lü dönemindeki sıkı ekonomik tasarruf politikalarıyla bunalan halkın isyanı, savaş bitince birileri tarafından  kaşınmaya başladı.Halka darı yedirtti, askere ve memura beyaz ekmek yedirtti diye eleştirilen İnönü’nün cumhuriyet tarihindeki görülmemiş tasarrufu yaptığı ve kasamızda oldukça yüklü ALTIN bıraktığı unutularak,büyük bir inönü karşıtı propaganda başlatıldı.İnönü’ün kendi kurduttuğu,bari bir muhalafet partisi olsun mecliste dediği Demokrat Parti ile yarıştığı 1946 seçiminden sonra,seçimin dürüstçe yapılmadığı konusunda oldukça büyük eleştiriler almıştı.Halkın İnönü’ye olan saygısının azaldığını gören ve halkın bu isyanını körükleyen Demokrat Partililer, 1950 yılındaki seçimde tek başlarına iktidara geldiler.Ne olduysa 1950 yılından sonra olmuş, artık rahata kavuşmuş beyaz ekmeği bolca yiyen,radyoyla tanışan,asfalt yollarda yürüyen,amerikan otomobillere binip rahata kavuşan halkımız bunun bedelini, hazinenin kasasında İnönü’nün biriktirdiği bütün altınları tüketerek ödeyecek ve ülke bugün bile başımıza bela olan şu ünlü "Cari Açık" sorunuyla ilk defa tanışmış olacaktı.1950’den sonra ekonomik ve siyasi kısacası tam bağımsızlığımızı kısmi de olsa kaybettiğimiz için,ilerleyen yıllarda dünyadaki "ekonomik trend"den daha çok etkilendik.1950'den sonra iktidara gelen tek parti hükümetlerinin başarısında dünyadaki ekonomik trendin de etkili olduğunu parantez içinde önemle vurgulamak gerekir.Dünyadan kopuk olarak bir tek 1929 krizinden etkilenmemiştik,çünkü o donemlerde  ekonomimiz henüz yabancı sermayeyle tanışmamış,ekonomik ve siyasi bağımsızlığımızı henüz yitirmemiş ve kendi yağımızla kavrulabildiğimiz tam bağımsız bir ülkeydik.1930’lu yıllar Türkiye için,diğer ülkeler kriz yaşarken fırsat yıllarıdır ve cumhuriyet tarihinin en hızlı büyüme ve kalkınmasını yaşadığımız,en hızlı sanayişleştiğimiz yılların ATATÜRK yılları olduğunu da hatırlatıp altını kalınca çizmek isterim.Fakat ne yazık ki 1950 den sonra,önce NATO'ya girerek askerimiz, sonra AB üyelik macerası ile hukuk sistemimiz ve de 1980 den sonrada IMF politikalarıyla tüm ekonomik sistemimiz tam bağımsızlığını yitirmiştir.Asıl meselenin özü burda gizlidir,gerisi tarihsel gelişim olarak değerlendirilmelidir.

Yabancı Sermaye ülkelerin hükümetleri laik-antilaik diye farka bakarak ya da kaşına gözüne hayranı olduğu için gelmez ,çünkü yabancı para sadece GÜVEN’e gelir.Güveni veren o ülkedeki hükümetin istikrarı ve asıl önemlisi o devletin yabancı sermayenin kolayca girişini ve çıkışını garanti altına almasıdır.

Biz IMF ile neden STAND BY anlaşması yapıyorduk sanıyorsunuz, bu anlaşmaların asıl nedeni Türkiye’ye giren yabancı sermayeye güvence vermekten başka bir şey değildi.Yabancı benim param o ülkede batmasın da, o ülkeyi kim nasıl yönetirse yönetsin mantığında hareket eder.Yabancının gittiği ülkenin hazine bonolarının dolar bazlı faiz getirisi yüksek olsun,o ülke ödeme güçlüğü çekmesin de kolayca paramızı elimize alıp sömürelim,başka bir dertleri yok.

Şirketlerimiz batmış ,zarar etmiş yabancıların umurlarında bile değil, biz nasıl olsa tekrar gelir daha ucuza alırız diyorlar.Örneğin 2000 kasım likidite  krizinden sonra batan bankalarımızdan birini(Demirbank) çok uygun fiyata satın almışlardır.Halbuki o donem banka satın almak oldukça riskli görülüyordu.Yabancının amacı ülkelerin üretim kaynaklarını sermaye hareketleriyle ele geçirmektir ve özelleştirme denilen de, global sermayenin dünyaya hakim olma projesinden başka bir şey değildir.

Yabancının ne düşündüğünden çok,biz içeride ne yapıyoruz,o daha da vahim.Ekonomiyi dolaylı yada dolaysız etkileyen her sorunun neticesinde ortaya çıkacak olan, faizlerin yükselmesi ya da dövizin yükselmesi yabancı sermayeye yarayacaktır ve bu ülkede yerleşik yaşayan bizler gene bunun bedelini vergilerle zamlara geri ödeyeceğiz ,acı ama gerçek olan tek sonuç budur.

Dünyadaki siyasi ve ekonomik konjönktürün Türkiye üzerindeki etkisinin ne kadar NET olduğunu da, ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştım.