Milli meselelere -parti gözlüğü- ile bakılmaz, ülke ve millet menfaatleri açısından bakılır. Ne yazık ki, bizde başarı ancak -bizden olanlara- layık gördüğümüz bir meziyet. Barış Pınarı hareketinde de bu gelenek değişmedi, olaya çok az insan ortadan bakabildi.

Harekâtı zafer olarak nitelemek de, hezimet olarak nitelemek de yanlış. Bu tip operasyonların sonuçları bir kaç gün içinde ortaya çıkmaz. Başarı veya başarısızlığı belirleyen sonuçlardır. Bilinen hikâyedir, Çin Başbakanı Zhou Enlai 1953 yılında, kendisine sorulan, 1789 Fransız Devrimi için ne düşünüyorsunuz sorusuna ," Konuşmak için hala çok erken " diye cevap vermişti. Başlarda başarı gibi görünen hamleler zaman içinde çok farklı sonuçlar doğurabilir. Bu bakımdan hüküm vermek için çok acele etmemek gerekir. Fakat bu hiç bir değerlendirme yapılmaması, aylarca yıllarca beklenmesi anlamına gelmiyor.

Operasyon, gösterilen tepkiler ve ortaya çıkan kimi sonuçlar, bize bazı bakımlardan değerlendirme imkanı veriyor. Daha operasyon başlar başlamaz başta ABD olmak üzere, AB ve Avrupa Parlamentosunun gösterdiği tepki Batı'nın PKK'nın bitmesini istemediğini göstermiştir. Buna alelacele YPG ile rejim güçlerini anlaştıran Rusya'yı da eklemek gerekir. Bu PKK'nın defalarca ezilmesine rağmen hala niçin ayakta olduğunu, niçin eylem kapasitesini koruduğunu gösteriyor. Dış destek olmadan hiç bir örgüt uzun süre varlığını koruyamaz. Türkiye aralıksız 35 yıldır büyük bir terör saldırısı ile karşı karşıyaysa bunda Batı'nın büyük vebali vardır.

Barış Pınarı harekatının bir başka sonucu, Türkiye'nin kararlılığının örgüt üzerinde bıraktığı/bırakacağı etkidir. Örgütleri yaşatan unsurlardan biri moral motivasyondur. ABD, Rusya ve AB'ye rağmen Türkiye'nin bölgeye girmesi M.Akif Okur'un isabetle belirttiği gibi örgütü demoralize edeceği, ABD ve ötekilerin desteğine olan güveni sarsacağı muhakkaktır. Bu az şey değildir, umudunu kaybeden hareketler uzun süre hayatiyetlerini sürdüremezler. Kuzey Irak'taki Barzani yapılanması ve Kanton devletçiklerin örgüt üzerinde yarattığı moral motivasyon neyse, Türkiye'nin tepkilere rağmen Suriye'ye girmesinin yarattığı moral yıkımı da tersinden odur. Bölgeden çekilen ABD araçlarına atılan taşlar yaşanan hayal kırıklığının ifadesiydi.

Bir başka sonuç da, şimdilik Suriye-Türkiye sınırında oluşturulmak istenen koridorun Fırat'ın batısından sonra Fırat'ın doğusunda da Türk Ordusu tarafından kesilmesidir. Türkiye burada kaldıkça Kanton siyaseti bıçak sırtında kalacak, Türkiye'nin nefesini her an ensesinde hissederek kurumlaşma yönünde adım atmakta zorlanacaktır. Bütün bunlar az şey değildir. Ancak uluslararası güçler tarafından PKK Türkiye'nin elinden alınmış, daha büyük bir darbe alarak eylem kapasitesini yitirmesi engellenmiştir.

Bu artılarına rağmen Suriye'nin bu noktaya gelmesinin en büyük sorumlularından biri AKP hükümetidir. Ayrılıkçı hareketler en büyük ivmeyi merkezi yönetimler zayıfladığı zaman yakalamaktadır. Öcalan yakalandıktan sonra devletin gözü önünde örgütü hapishaneden Avukatları vasıtasıyla yönetmiş, 2000-2005 yılları arasında yaşanan dağılmayı bu şekilde önlemiştir. Bu süreçte Öcalan'ın Demokratik Konfederalizm safsatalarına kapılıp ayrı devlet kurmaktan vazgeçtiğini düşünenler bile olmuştur. Oysa Öcalan hiç bir hedefinden vaz geçmemiş, sadece farklı yol ve yöntemler deneyerek hedefine ulaşmaya çalışmaktadır. Gerçek başarı, PKK'nın eylem kapasitesi sıfırlandığı, Suriye'nin üniter yapısı garantiye alındığı zaman gelecektir. Çok şükür ki ordumuz siyasetimize benzemiyor ve görevini en iyi şekilde yapıyor. Bu da askerimiz üzerinde ne kadar çok titrememiz gerektiğini gösteriyor.