Yakın gözlüğümü ve kalemimi buldum.

Anlamını öğrendiğimiz sözcükler anlamını yitirmeden, mahşerin dördüncü atlısı dörtnala koşarken (salgın hastalık ve ölümü sembolize ettiği söyleniyor) sevgili sağlık bakanımız ve saygıdeğer Cumhurbaşkanımızın dününe ve bu gününe bakalım istedim.

Sağlık bakanımız Fahrettin Koca’yı pandemi nedeniyle TV’lerden tanıdık. Hemen her gün görüyoruz. İlk günlerde özüyle sözüyle bakışı duruşuyla mütevazı tavrıyla “muhteşem bi adam” demiştim. Maşallah bana göre çokta yakışıklı bi adam.

Durun bi beni başkalarıyla karıştırmayın. Babam gardaşım olsun. Aklıma birden cumhurbaşkanımıza Emine hanımın neler hissedeceğini hiç düşünmeden “İstesin imam nikâhlı eşi olamaya hazırım” diyen ünsüz ünlüler geldi. Uğrunda kapanıp hacca gidenler namaza başlayanlar hala işaret bekliyor olmalı. Bu durum bi mahallede yaşanıyor olsa resmi nikâhlı eş, cariye olmak isteyeni çeres peres ederdi... Herhalde birinin acısı (acıyorsa tabi)ötekine çarliston...

Cumhurbaşkanımızın ilk başbakanlık döneminde mahallenin bıçkın delikanlısı yiğit tavrı hepimizi etkilemişti. O yiğit ki hakir görüleni kardeş sayacak, üstü başı yırtık bir yoksul gördüğünde derinden yaralanacak, toplumun ve yaşadığı dönemin derdiyle dertlenecek kadar merhametli, mahallenin namusunu korumak için yanardağ sönse bile alevi eksilmeyecek kadar ateşli, fırtına dinse bile köpüklerinin coşkunluğuyla arsıza hırsıza zavallı sürüsü diyecek kadar yürekli tek sözüyle başka mahalle kabadayılarını tek sözüyle dize getirecek kadar cesurdu.

Belki bir Robin Hud ,belki Ebu-zer havası beklerken bizi “bu havalar mahvetti” şairin dediği gibi. “Kırk haramileri özledim. Ah bree sol yanımızla bulduğumuzu sağ elimizle yitirmesek iyiydi.”

Sustuk...

Köşe başında balıkçı, otuz senelik mahalle bakkalı imanımızı sorgular oldu sustuk. Selam vermekten kaçınana güya Müslüman ağabeylerin, dedelerin tuhaf bakışları arasından bir gölge gibi kaçarken sustuk.

Zamanla artan öfkeyi nefreti, doğuştan hak ettiğimiz her şeye düşmanlıklarına kafamızda bahaneler üretip sustuk.

Son yüz yılımızın anlımızın ortasına yüz karası diye süren akademisyenlerin dava adamlarının büyük sözlerine sustuk.

Bu coğrafyanın notalarını gavur yazdı sustuk.

Açılıma sustuk, ilkokul mezunu bürokrat oldu sustuk, hırsızlığa yolsuzluğa gemiciklere sustuk.

En acısı da “bi kereden bişey olmaz” diyen bir kadına inanıp o çocukların acı çığlıklarına sağır olduk sustuk.

Aklımdasın diyen balıklar ömrümsün diyen kelebekler işte ilanı aşk...

Asıl konu güme gitmesin.

Ben bakanımız kocanın bir senede nasılda kocadığından bahsedip gerek iktidar gerek muhalefetin psikolojik şiddetine “hayır” diyorumm.

O yakışıklı duruşu gülüşü sevap adam gitti, yerine bıyıkları bile diken diken bir adam geldi.

Korkarım Arşimet’in “Buldummm” diye sokaklara fırladığı gibi bakanımızda “bulamadım” diye sokaklara fırlayacak maazallah.

Ama hikâyesini anlatabilse çırağa yüz vermeyen zengin kızın merhametinden bahseder sanırım.

Söz uçar yazı naçar. En iyisi Arap Şükrü’den “Bu şehir beni boğuyor”u dinleyip, sabah iade etseler de efkar dağıtmak.

Mümkünse muhabbete değilse sevgiyle GÜLÜMSE..