Sayın Cumhurbaşkanı Ramazan’ın son iftarını 1 Mayıs İşçi Bayramına denk geldiği için kalifiye işçilerle yaptı.

İftarda yaptığı konuşmada “Ülkemizde son zamanlarda varlıklarımıza şükredilmediğini” söyledi.

1990’lı yılların sonlarıydı. Anavatan Partisi’nde siyaset yapıyorduk. Sonra rahmetli olan bakan Mustafa Taşar Kadıköy ilçesine geldi. Dar kapsamlı bir toplantıda “Biz aslında çok iş yapıyoruz fakat duyuramıyoruz” dedi.

Söz aldım “Sayın bakanım bize aptal mı demek istiyorsun. Toplum için faydalı işler yapıyorsunuz da biz mi görmüyoruz?”

Tabii odada soğuk bir hava esmişti.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu tavrı siyaset tarihinde yeni değil.

Tayyip beyin tavrının en uç noktası 1789 Fransız ihtilalinde kraliçe Mary Antoinnete’in , sokakta ekmek bulamadığı için gösteri yapan fakirlere pasta yemelerini öğütlemesi olarak addedilebilir.

Neye şükredelim bilemedik, arıyor ama bulamıyoruz.

20 yıl önce FETÖ+Liberaller+Ak Parti koalisyonu olarak iktidara getirilen Tayyip bey (Getirilen diyoruz çünkü nasıl getirildiğini Erol Mütercimler, Abdurrahman Dilipak ve Ali Bulaç yazdı açık kaynaklarda bulunabilir)

ABD’nin Dünya ölçeğinde geniş para politikası sonucu gelişmekte olan ülkelerde dolar bolluğuna sebep olmuş, dolayısı ile dolar bazında tüm rakamlar dolar aleyhine geliştiği için suni bir stabilizasyon yaşandı.

2000 ile 2011

Yılları arasında Brezilya, Endonezya gibi ülkelerde ABD doları yüzde 400 değer kaybetti. Doğal olarak da bu ülkelerin gayrisafi kişi başı gelirleri yıllık bazda 4 kat yükseldi.

ABD merkez bankasının dünyadaki geniş dolar politikası Türkiye’de de yaklaşık 10 yıl doların sabit kalmasına sebep oldu.

Tabii iktidar partisi kükreyerek bas bas bağırarak gelişmekte olan ülkelerin tümünde yaşanan bu ekonomik olumlu havayı kendisinin başardığını topluma enjekte ediyordu.

Fakat söylevlerde toplumun dikkatinden kaçan bir husus vardı, o da Başbakan Tayyip Bey sürekli ihracatın ne kadar büyüdüğünü, nerelere geldiğini söylerken ithalatın geldiği noktayı hiç ağzına almıyordu.

Yani aslında bir yalan ekonomisi yaşıyorduk.

Cicim ayları 2008 mortgage krizi ile bitti.

ABD bankaları konut kredi faizlerini ödeyemedi. Ekonomik kriz başladı ve ABD Merkez Bankası dünyaya dağıttığı doları ABD ye toplamaya karar verdi.

Tabii yazın yediğimiz hurmaların tadı ekşimeye başlamıştı.

Dolar değerlenmeye başladı.

Türkiye’nin ekonomisini yöneten zevat ekonomi politikası olarak “Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var” laf cambazlığını üretebildi.

Halbuki 10 yılda yaklaşık 6 trilyon dolar kullanılmıştı. Bu parayla üretim hamleleri yapılabilir, tarım desteklenebilir, kalkınma planları yapılıp kamunun da ekonomiye katkısı sağlanabilir, Anadolu’da kadın kooperatifleri desteklenebilir, çiftçiye alım garantili üretim yaptırılabilirdi.

Ağustos böceği ile karınca hikayesi gibi.

Para çuvallarla gelirken hep gelecek zannettiler.

Halbuki gelen para millete borç olarak geliyordu.

2002 yılında 130 milyar dolar borç yüzde 29 enflasyon, Merkez Bankası verileri 48 milyar dolar artıda aldıkları devleti 2022 yılında 480 milyar dolar borç, yüzde 129 enflasyon, Merkez Bankası eksi 53 milyar dolara getirdiler.

Birde şükretmemizi istiyorlar.

Geçen hafta patates 15 TL, domates 29 TL, 1 litre süt 12 TL, 1 litre benzin 22 TL, minibüs indibindi ücreti 4 TL.

Ama asgari ücret 4253 TL, Emekli maaşları 2bin ile 2 bin 500 TL arasında.

Tabii kendileri şükredebilirler, 1100 odalı sarayda yaşıyorlar, kaç hizmetçisi, kaç koruması, kaç liralık örtülü ödeneği olduğu belli değil.

Bunlar ekonomik sorunlar.

Birde emperyalizmin planlarının uygulayıcılığı var.

Büyük Ortadoğu Eş başkanlığı, Çözüm Süreci (Çözülme Süreci), Türkiye’nin önümüzdeki zamanlarda görebileceği en önemli sorun olacak olan ve bir emperyalist proje olan sığınmacı istilacı süreci (halen yaşıyoruz).

Hangi birine şükredelim.

Gidişine şükredeceğimiz kesin gibi görünüyor.

Yağmurdan kaçarken doluya yakalanmama derdindeyiz…