Yani Ne Desem Bilmem Ki!..

TC Anayasası, Madde 103:

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları içinde yaşayan ve Türk Milleti’ne mensup olan en sade vatandaşından en yüksek kademede olan Cumhurbaşkanı’na kadar herkesin uyması gereken bir yasamız var ve adına da “Anayasa” deniyor. Türk Milleti tarih boyunca yasalara uymuş ve bu manada dünyaya örnek olmuştur.

Gelin görün ki özellikle adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen ama dünyada eşine pek rastlanmayan bir nevi “Başkanlık Sistemi”ne geçildikten sonra sanki kanunlar da otomatikman rafa kalkmış durumda. Getirilen sisteme göre “Partili Cumhurbaşkanı” olabiliyor ve nitekim oldu da bitti bile: 24 Haziran 2018’de yapılan seçim sonunda, Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de desteği ile aynı zamanda Cumhurbaşkanı oluverdi.

Sayın Cumhurbaşkanı, 09 Temmuz 2018 günü yukarıya metnini aldığım TC Anayasası’nın 103. Maddesine göre yemin ederek görevine başladı. İyi güzel de, partili ve üstelik bir siyasi partinin Genel Başkanı olan bir şahıs, mesela yemin ettiği metinde var olan, “Üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma” düsturuna uyabilir mi? Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır. Hem siyasi parti Genel Başkanı olarak partiniz için çalışacak hem de “tarafsız” olarak devleti yöneteceksiniz! Seçimlerden önce bu konuda yapılan uyarılar hiç dikkate alınmadı ve olanlar oldu. Sayın Cumhurbaşkanı’nın gerek AKP Genel Başkanı olarak parti faaliyetlerinde, gerekse Cumhurbaşkanı sıfatı ile açılış, kutlama, iftar programları da dâhil bazı yemekli toplantılarda yaptığı konuşmalarda adeta Cumhurbaşkanı olduğunu unutarak diğer parti liderlerini ve hatta “Kadıköyde oturanlar” diye başlayan cümlesinde olduğu gibi toplumun bir kesimini dışlayıcı ifadeler kullanabiliyor. Neticede, parti faaliyetlerinde yaptığı konuşmalar bile Cumhurbaşkanlığı sıfatından dolayı “dokunulmaz” kabul ediliyor ve diğer siyasi parti yetkilileri ile haksız mı haksız bir rekabet oluşuyor.

Haksız rekabet yalnız bununla da sınırlı değil. İşte yeni bir seçim arifesindeyiz. Muhalefet partileri belli kurallara tabi olacak, her zaman her yerde konuşamayacak, açılışlara, temel atma törenlerine katılamayacaklar ama AKP Genel Başkanı aynı zamanda Cumhurbaşkanı da olduğu için uçak, araba, koruma ordusu, ziyafetler vb. gibi devletin bütün imkânlarını kullanabilecek. Bu konuda yapılan itirazların Yüksek Seçim Kurulu tarafından reddedilmesi de yeni sistemin ayrı garabetlerinden biridir. Tabir yerinde ise eli kolu bağlı olan muhalefet sağdan, soldan, mideden, ciğerden, kafadan, beyinden yumruk yiyecek ama karşılık veremeyecektir. Zaten verdikleri karşılıkları kamuoyuna duyuracak gazete ve televizyon kanallarının çoğu da bir bir yok edildi.

Hal böyle iken, TBMM Başkanı Binali Yıldırım’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday gösterilmesi ve hâlihazırdaki görevinden istifa etmeyeceğinin söylenmesiyle tıpkı partili Cumhurbaşkanlığı gibi yeni bir durumla daha karşılaştık. Bu da, Anayasamızın 94. Maddesi’ne aykırı.

TC Anayasası Madde 94:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekillerinin, Kâtip Üyelerinin ve İdare Amirlerinin adedi, seçim nisabı, oylama sayısı ve usulleri, Meclis İçtüzüğünde belirlenir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasî partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar.”

Amiyane tabiri ile hadi gelin de buradan yakın bakalım… Bu satırlar yazılırken Sayın Binali Yıldırım’la ilgili bir istifa haberi gelmediği gibi belediye başkanı adaylığının açıklanmasından bir gün sonra İstanbul İl Başkanlığı kongresinde konuşma bile yaptı. İstifa etmeyip 31 Mart seçimlerine bu sıfatı ile katılacaksa tıpkı Cumhurbaşkanı gibi devletin bütün imkânlarından faydalanacak, koruma ordusu ile gezecek, bol vaatlerde bulunabilecek, hatta yetki sahibi olduğu için anında emirler vererek seçmenin isteklerini yerine getirebilecektir. Tabii, İstanbul seçmeni baştan aşağı protokol olan böyle bir işi hoş görür mü onu da bilmiyorum!

Uzun lafın kısası, bu olup bitenler doğru, dürüst, adil, hakkaniyetli uygulamalar değildir. Ortada bir yarış varsa eşit şartlarda yapılmalıdır. Göz göre göre sporculardan birinin doping almasına müsaade ediliyorsa yapılan işe müsabaka denilemez. Çünkü yarışlar eşit şartlarda yapılırsa ancak o zaman adına yarış denebilir. Ya da seçimleri bir maraton/uzun koşuya benzetecek olursak, katılan atletlerin önüne engeller koyup birinin önünü açar ve hatta zaman zaman da güvenlik güçlerinin araçlarına bindirip taşırsak yarışma sonunda aldığı “madalya” hak edilmiş bir madalya olmaz, olamaz.

Tabii, söylentilere bakılırsa daha garip işlere de hazır olmalıyız… Bu söylentilerin doğru olduğuna inanmak istemiyorum da, Binali Yıldırım’ın İstanbul’a Belediye Başkanı seçilmesi halinde Vali, Bakan gibi kişilerle Belediye Başkan Yardımcılarının muhatap olacağı ya da Binali Bey’in aynı zamanda Cumhurbaşkanı Yardımcılığına getirilip protokol kademesi atlatılacağı gibi garabetlerden söz ediliyor. İnşaallah o yola gidilip de elaleme rezil olmayız. Böyle bir durumda onlar utanmazlarsa da Türk Milleti’nin bir ferdi olarak şahsen ben utanırım.

Bu konular hassas konulardır ve özellikle de dini hassasiyetleri ile öne çıkanların dikkat etmesi gerekir. Çünkü Allah adildir ve adil olanları sever. (Maide 42, Hucurat 9)

Allah’ın adaletini hatırlatmak ve doğru şahitlik yapmak da her insanın görevidir:

“Ey iman edenler! Son derece adaletli olun. Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”

Yazıya, “Ne Desem Bilmem ki” diye bir başlık atmıştım. Ben diyeceğimi dedim de en doğrusunu sözlerin asıl sahibi Allah söyledi: “ADALET!..”