Devletler sadece yasalarla yönetilmezler, geleneklerin, teamüllerin, tarihin de, yasalar kadar önemi vardır.

Bir devletin tarihi, uzun bir geçmişi varsa, teamül ve gelenekleri de var demektir. Geleneklerle tarihi derinlik arasında doğru bir ilişki vardır. Bir devlet ne kadar tarihi derinliğe sahipse o kadar güçlü gelenek ve teamüllere sahip olur.

Bu ülkede sık sık 5 bin yıllık devlet geleneğinden bahsedilir. Türklerin devlet kurmada ne kadar mahir olduğu anlatılır.Geleneklerden, teamüllerden, tarihi tecrübelerden söz edilir. Bunların hepsi doğrudur. Ancak bunun bir anlam ifade etmesi, o gelenek ve teamüllerin ne kadar tatbik edildiğine, devlet aygıtına yön verdiğine, yönetim pratiğine aktarıldığına bağlıdır.

AKP ile birlikte o tarihi tecrübe, o gelenekler manzumesi yok edildi. İktidar, eşya ve olaylara tarihin ve geleneklerin menşurundan bakmıyor. Siyaset yaparken teamülleri dikkate almıyor. Dün kurulmuş bir devlet gibi hareket ediyor. Onun için de bir politikası ötekini nakzediyor, dün söylediğini bugün değiştiriyor, birbirine zıt politikaları aynı amaç kapsamında kullanabiliyor.

Çok uzağa gitmeye gerek yok, cemaatler siyasete karıştırıldı, bunun maliyeti 2016 darbesi oldu. Ama iktidar uslanmadı, yoluna başka cemaatleri siyasetine bulaştırarak devam etti. PKK ile masa kurdu, uyarılara kulak tıkadı, maliyetini yüzlerce şehitle millet ödedi. Şimdi aynı masa etrafında Türkiye'yi çözme planları yaptığı HDP'yi yargılıyor. İktidar tarihin ve devlet geleneklerimizin kılavuzluğunda hareket etse bunların hiç biri olmayacaktı.

Tarikatların, cemaatlerin siyasetten uzak tutulması sanıldığı gibi Cumhuriyetin kurucuların bir tercihi değil, onlardan çok önce Türk devlet geleneğinin-Osmanlı'nın tercihidir. Hacı Bayram Veli'nin etrafına on binlerce mürit topladığı, isyan edeceği haberleri yayılınca, Fatih Sultan Mehmet'in babası 2.Murat, Hacı Bayram Veli'yi çağırıp yoklamak,ağzını aramak zorunda kalmıştır. Böyle bir şey olmadığını, Hacı Bayram Veli'nin gerçek bir mürşit olduğunu görünce de onu ödüllendirmek istemiştir.Onun Solfasol Köyünde müritlerini imtihan ettiği hikaye meşhurdur. Bunun başka örnekleri de vardır.

İktidarın durup durup Türkiye'nin tapusu olan bazı antlaşmaları -tartışmaya açması da- aynı tarih ve gelenek yoksunluğundan kaynaklanıyor. Önce Lozan tartışmaya açıldı, bir süre konuşulduktan, toplumda tepkiler alındıktan sonra soğumaya bırakıldı. Şimdi Montrö tartışılıyor. Meclis başkanı Şentop'un, CB'nin yetkilerinin sınırsızlığını belirtmek için CB isterse bir kararname ile Montrö'den çekilir sözü tam bir talihsizlik ve tarihsizlik örneğidir. Montrö, Lozan'ın ve dolayısıyla milli mücadelenin devamı ve son noktasıdır. Montrö ile Türkiye boğazlara hakim olabilmiştir. Karadeniz'in bir savaş denizi haline gelmemesinin sebebi de Montrö'dür. Montrö'nün değişmesini, Karadeniz'e daha rahat girebilmek ve daha uzun süre kalabilmek için ABD istiyor, Peki iktidar kim için istiyor?

Saray İktidarı, uzun zamandır, kendinden önce hiç devlet olmamış, bu millet ilk defa kendileri ile bir devlete kavuşmuş gibi hareket ediyor. Böyle olunca da geleneklerin, tarihi tecrübenin hiç bir ehemmiyeti kalmıyor. Zaten bu birikimin bir etkisi olsa, iktidar Rusya'ya ne kadar yaklaşacağını, Araplarla hangi çerçeve içinde ilişki kuracağını bilir, bugün dünyayı karşısına almış yalnız bir ülke haline gelmezdik. İktidar olmak kurallardan, geleneklerden azade olmak, devleti yaz boz tahtasına çevirmek değildir. İktidarlar, kanunları, yönetmelikleri değiştirebilir, ama tarihi ve gelenekleri değiştiremez, teamülleri yok edemez. Özellikle dış politikada son yıllarda yaşanan zikzakların arkasında bu tarihsiz ve geleneksiz siyaset anlayışı yatıyor. Böyle devam ettikçe de, her an her türlü sürprize hazır olmak gerekir.Tarihsiz, geleneksiz bir siyaset, kör ve topal bir siyasettir.Bu siyaset tarzı ve bu zihniyetle Türkiye yolunu bulamaz, her gün biraz daha batağa saplanır.