Sayın Cumhurbaşkanım,

Memleketin bu kadar derdi varken 250 insanın yerinin değişmesini şikâyet etmek, ehemmiyetsiz gibi görünebilir. Fakat târihçi Prof. Dr. Zekeriya Kurşun’un da dediği gibi şu anda yapılan kıyım, hâfızanın hâfızasını kaybetmesidir.

Devlet Arşivleri’nden sürülmek istenen personel içinde “Şu belgeyi nerede bulurum?” deseniz eliyle koymuşçasına yerini gösterecek, katalog bilgilerini verecek insanlar var.

Bizim, yöneticilerden hesap soracak gücümüz de haddimiz de yoktur. Sizin Osmanlı sevdânızdan da Osmanlıca sevdânızdan da emin olduğumuzdan, derdimizi size bildirmek istedik. Sizden adâlet beklemek, en tabiî hakkımız. Sizin adınıza racon kesenlere râzı olmadığınızı da biliriz.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Şu anda yeni sistemde birçok memûrun yeri değişiyor. Fakat Devlet Arşivleri, herhangi bir yer, sıradan bir devlet dâiresi değildir. Osmanlı Arşivi, sâdece Türk milletinin değil; Osmanlı’dan ayrılan birçok milletin de hâfızasıdır.

Sahasında uzman, Osmanlıcaya vâkıf bu insanları, fikirleri bile alınmadan oradan oraya savurmaya kalkanlara, lütfen ve ihsânen şunları sorunuz:

Devlet Arşivleri’nin kapısına kilit mi vuruluyor ki 250’den fazla insan gönderiliyor?

Belgelerin tasnifi bitmediğine göre niçin bu memûrlar istihdam fazlası oluyorlar?

Bu personel gidince henüz tasnif edilmemiş milyonlarca belge ne olacak?

Eğer bu personelin yerine, kurumla alâkası olmayan başka personel gelecekse -ki getirildiği yolunda rivâyet var- nasıl istihdam fazlası oluyorlar?

Başka kurumlara gönderilenleri seçmedeki kıstas nedir? Okul mu, yaş mı, hemşehricilik mi, güzellik mi, yakışıklılık mı? Hangi kıstası ele alsanız bir başka örnek, onu çürütüyor. Bu nasıl bir seçim? Bu nasıl bir muhâkeme? Balkan târihi uzmanının Devlet Tiyatroları’nda ne işi var?

Sayın Cumhurbaşkanım,

Bir rivâyete göre Devlet Arşivleri Başkanı Uğur Ünal, bu insanların Cumhurbaşkanlığı personeli olmaya lâyık olmadığını söylemiş. Dememişse özür diliyorum. Ama demişse vallâhi ve billâhi, kendisi sizin personeliniz olmaya ne kadar lâyıksa, kurumdan göndermeye kalktığı insanlar, en az o kadar lâyıktır.

Sizin personeliniz olmaya lâyık görülmeyen insanlar içinde sessiz sedâsız yüzlerce talebe okutanlar var. Durumu iyi olan, tek başına; olmayanlar, bir araya gelerek yaparlar. Türkiye’ye sığınan zor durumda bir mülteciyi mi duydular, hemen organize olur yardım toplarlar. Birinin ölüsü mü var, toprağa konmadan hatimler hazırdır. Bu insanlar mı size lâyık değiller?

Bugün sene-i devriyyesini yaşadığımız depremde evindeki zeytini peyniri, deprem bölgesine gönderen personele şâhidim. Hemen organize olup yardım kampanyası düzenlediler. Deprem bölgesine gidip elleriyle dağıttılar. Bu memûrlar mı size lâyık değiller?

Eğer sunulan hizmetten dolayı araştırıcılar ikramda bulunursa eve götürmeyip kurumda dağıtanları bilirim. Yurdum insanı, elinde babadan veya dededen kalma belgeyle ürkek ürkek arşiv kapısına mı geldi? Bilâ-bedel belgesini okuyup, çay kahve ikram edip gönderenleri bilirim. Yurdum insanına, gözleri dolu dolu, “Böyle memûrlar da varmış.” dedirten memûrlar mı size lâyık değiller?

Yine bir rivâyete göre devlete hâin olanlar temizleniyormuş. Bunu diyenler, müsterih olsunlar. Çanakkale zamanı gelince Conkbayırı’na çıkıp geceyi oradaki siperlerde geçiren insanlar, aralarında vatan hâini barındırmazlar.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Memûriyet yıllarımda sınıf atlayan çok bürokrat gördüm. Evinin perdesini maaşıyla değil, devletin verdiği harcırahla değiştirmek için yurt dışı görevine giden genel müdürler gördüm. Başka kurumlardaki makam odaları daha büyük diye, personelin ihtiyacı için verilen bütçeyle kocaman odaları daha kocaman yapanları gördüm. Fakat her nedense bu bürokatlar, altlarında çalışan memûrları devlete yük gördüler. Perdeleri kadar değerli olamadık.

Yoğurt, boğaza dizilir mi? Depolarda çalışırken zehirlenmeyelim diye devletin verdiği yoğurtları bile boğazımıza dizdiler. Meslek hastalıklarıyla ilgili yapılan tedkiklerin sonuçlarını, bizden gizlediler.

Lütfen, muhâkeme ve mukâyeseden mahrûm bürokratların, en az kendileri kadar kıymetli Anadolu çocuklarına lüzûmsuz muâmelesi yapmasına izin vermeyin.

Lütfen, sizin adınıza racon kesen bu hadsizlere, hadlerini bildirin.

15 Temmuz gecesi milletin başında dik durduğunuz gibi, ecdâd yâdigârı “Hazîne-i Evrâk”a yapılan bu ihânete karşı da dik durun.

Çünkü milletin hâfızasına yapılan ihânet, 15 Temmuz ihânetinden ağırdır.

“Milletlerin birikmiş kudretleri, nesillerin hatâsının üzerinden atlar geçer.” diyor, Tanpınar.

Hâfıza kaybolursa hatâların üzerinden nasıl atlayıp geçeceğimizi nereden bileceğiz?

Saygılarımla..

....

T.C. Başkan Yardımcısı Fuat Oktay’a

Sayın Başkan Yardımcım,

Bilmem hatırlar mısınız, 15 Temmuz’dan sonraki gecelerin birinde Çankaya Köşkü’nün 6. numaralı kapısından çıkarak yanımıza gelmiştiniz. “Her gece tek başına bekleyen bu kadın kim?” diye merak etmişsiniz. Sabaha kadar nöbet bekleyenlerin içinde tek hanım bendim. Evim oraya çok yakın olduğu için 15 Temmuz gecesi de oradaydım.

Yanıma geldiğinizde ismimle hitap edince şaşırmıştım. “Bir isteğiniz var mı Kerime Hanım?” diye sormuştunuz. Çok utanmış, sâdece, ”Estağfirullah, siz dik durun, biz de dururuz.” demiştim.

Şimdi sizden birşey istiyorum.

Öncelikle sizi te’mîn ederim ki bu yazıdan şahsî bir beklentim yoktur. Yıllar evvel kurumdan emekli oldum.

15 Temmuz gecesi görevinizin başında dik durduğunuz gibi, ecdâd yâdigârı “Hazîne-i Evrâk”a yapılan bu ihânete karşı da dik durun.

Saygılarımla...