Peşin olarak evrendeki hiç bir canlının ne insanın ne hayvanın ne ağacın ölümünü kutsamamalıyız.

Her ölüm ölene ve çevresine ortak mensubiyetlerine büyük zulümdür.

İnsanlar bir mensubiyet bilinciyle vatan bildikleri sahiplendikleri topraklarda milletler halinde yaşıyorlar hem de binlerce yıldır.

Tabii birlikte yaşamak ortak değerlerimizin olması birlikte paylaşmak sevinci mutluluğu acıları belki ilerleyen çağlarda olabilecek.

Ama bilinen bir gerçek var ki tarih bir milletler mücadelesi manzumesidir böyle yaşanmış uzun bir zaman da böyle yaşanacak gibi görünüyor.

Türkler tarih sahnesine orta Asya da çıkmış bir millet, yaşam şartları Türkleri batıya doğru kitleler halinde göç yapmaya mecbur bırakmış batıya göç 1700’lü yıllara kadar ve Viyana’ya kadar sürmüş.

Avrupa topraklarında şimdi çok az Türk yaşar. Halbuki bir balkan devleti olarak bilinen Osmanlının Avrupa’daki nüfus yoğunluğu doğudan fazla idi.

Giden soydaşlarımızla ne Avrupa nede Balkan etnisitesi bir arada yaşayamadı. Ortak bir kültür üretilemedi. Yunan, Yunan kaldı. Aslı Türk boyu olan Bulgar bile Bulgar kaldı. Türkün Türk kalması zaten bir başat unsur olması sebebi ile değişmeyecekti.

Ne oldu?

Avrupa’daki milyonlarca soydaşımıza bir kısmı asimile oldu. Maalesef büyük bir kısmı Anadolu’ya göç ederken yollarda öldü, bir kısmı hala oralarda yaşıyor. Fakat hep ikinci sınıf standartlarda (Makedonya’da 18 yıldır nüfus sayımı yapılmıyor. Çünkü Türk nüfusu ortaya çıksın istenmiyor) gidip görmek lazım, Türklerin yaşadığı mahallelerle diğer mahalleler arasında çağ farkı var sanki. Bir kısmı Anadolu’ya geldi parasız, pulsuz bu gün burada rahat yaşamaya çalışan insanlarımızın dedeleri nineleri İstanbul’da aylarca camilerde ve cami avlularında yardımlarla yaşamak zorunda kalmışlardı. Balkan göçmenlerinin Türkiye’ye nasıl geldiklerinin birçok roman ve filme konu olduğunu biliyoruz ve göçmen dediğimiz komşularımızdan göç sefalet hikâyelerini de herkes dinlemiştir.

Peki, Türk milletinin yaklaşık 500 yıl Avrupa ve Balkan topraklarında yaptıkları üretim ne oldu, kimlerin elinde şimdi, yollarda kaybettiğimiz canlar ne oldu?

Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Ermeniler, Anadolu’nun bazı kesimlerinde dağınık yaşayan yerli bir halktı. Anadolu’nun hiç bir döneminde başat unsuru karar vericisi olmamış kadim bir millettir.

Türkler ve Ermeniler Anadolu coğrafyasında yaklaşık 900 yıl birlikte yaşadılar. Türklerin kurduğu devlette liyakatlerine göre karar mekanizmalarında bulundular hatta Türkmenlerin kıyıma uğradığı devletin hiç bir alanına sokulmadığı yüzyıllar boyu Ermeniler korundu kollandı pozitif ayrımcılıkla yaşadı.

1800’lü yılların sonlarında İngiltere’nin Osmanlıyı yıkmak ve Türklerin orta Asya’ya sürülmesi planı olan “şark planı” nın bir parçası olmayı kabul eden bazı Ermeni gruplar Osmanlı içinde yoğun bir terör faaliyetlerine giriştiler.

Tıpkı bu gün PKK’nın “BOP”a maşa olması gibi, bu gün Kürtlere vaat edilen “Büyük Kürdistan” gibi geçen yüzyılda da Ermenilere “Büyük Ermenistan” vaat edilmişti.

Türk devleti kendisini korumak zorundaydı tabiî ki. Düşünelim bugün Ermenistan’ın bazı yörelerinde Azeriler yaşar o Azerileri biz örgütleyip Ermenistan’a karşı silahlandırıp terör faaliyetleri yapsak Ermenistan devleti bizi takdirle mi karşılar? Herhalde tedbirini alır.

1915 de alınan Ermeni tehcir kararı vatan toprağının savunulması için alınmıştır ve ileri öngörüsü olan bir karardır ki alınan tehcir kararının ve uygulamasının İstiklal harbimiz için ne kadar faydalı olduğunu en kör insan bile görebilir.

Her büyük organizasyonda lokal hatalar olabilir, lokal olan eksiklikleri tüm davranışa teşmil etmek iyi niyetli bir davranış olarak addedilemez.

Aslolan barış içinde ortak değerlerimizi öne çıkararak birlikte yaşamaktır.

Her 24 Nisanda önümüze getirilen soykırım safsatası emperyalist projenin bir parçasıdır, çünkü içinde fitne ayrışmak barındırmaktadır.

Ermeni milleti düşmanımız değil vatanımızda birlikte yaşadığımız yaşamak istediğimiz dost bildiğimiz bir millettir.

Tarihte kötülüğün fitneliğin emperyalizm maşalığının kimseye bir fayda getirmediği bir gerçektir.