Bugün size bir filmin konusundan ziyâde, çekiliş ve batış hikâyesini anlatacağım. Bu hikâye, aynı zamanda, Türkiye’de çevrilen bir oyunun da hikâyesi.

Geçen sene 6 Ekim’de İsmâil Güneş’in “Kervan 1915” filminin Ankara galası yapıldı. Filmi seyrederken, ”Bu ne ya? Ben Ermeni kadınların acılarına ağlamaya gelmedim!” diye sinirlendiğime, sol tarafımda oturan Alper Aksoy şâhittir. Eve dönünce hemen sıcağı sıcağına filmin eleştirisini yazdım ve “Benden bu kervana geçit yok!” dedim. Çok sert bulanlar oldu. Bulsunlar.

Yazım şöyle bitiyordu:

“Değil İsmâil Güneş, kendi evlâdım bu filmi çekmiş olsa bile methiyeler düzmem. Hediyelerin, Ayşe bacıların, şehidlerimin ruhlarını incitmem.

İsteyen bana ırkçı desin, isteyen faşist desin, hiç umûrumda değil!

Bir şey daha eklemek istiyorum. İttihatçı cepheden de bu filme eleştiri gelecektir. Benim i’tirâzımın onlarla hiçbir alâkası yok. Ermenilere direnen Sultan’ı indirip Taşnak teröristleri Meclis’e sokan; Hâriciye Nezâreti’nin başına bir Ermeni’yi getirip Balkan fâciâsının fitilini ateşleyen; sonra da Turan hayâlleriyle memleketi savaşa sokan ve en sonunda da arâzi olan ittihatçıları doğru analiz edemeyenlerle işim olmaz.”

Film, bir hafta sonra gösterimden kalktı. Dağıtım, salon, falan filan dendi. Hepsi hikâye. Elbette benden geçit olmadığı için gösterimden kalkmadı. Beni kim takar?

“Gişe yapmadı, battı.” dendiği zaman hiç tereddüt etmeden şu tahminde bulundum: ”Hayır efendim! Devlet, filmi geri çekti. İyi de yaptı.”

Düşünsenize, devletin destek olduğu bir film, dağıtım ve salon sorunu yaşar mı? Ayrıca devlet, çekilmesine destek olduğu, önem verdiği bu filmin galasını niçin Külliye’de yapmadı?

Cevâbı, çok basitti.

Filmin batışından 15 gün sonra ilginç bir şey oldu. Cumhurbaşkanımız, Azerbaycan’a gitti. Yanında giden gazetecilereden Hilâl Kaplan ve Halime Kökçe, seyahatle ilgili kaleme aldıkları yazılarında, Azerbaycan’daki Ermeni zulmünü yazdılar. İşte burası, filmin batışıyla yakından alâkalı.

AK Parti ile Gülen cemaati cicim aylarını yaşadığı zamanlarda, bu hanımların birisi, Rotahaber’in; diğeri, Taraf gazetesinin yazarıydılar. Bunlar, fetönün yayın organlarıydı. Hanım kızlarımızdan birisi, “Hepimiz Ermeniyiz” korosunun hânendesiydi. Her sene 19 Ocak’ta “Hrant abi!” diye ağlar; 24 Nisan’da soykırım yazıları döşerdi. Ne hikmetse 2017’de Ermenilerin zulmünden bahsetmeye başladı.

Bu soykırım şakşakçısı yazarların iplerini ellerinde tutanlar, hükûmetin Ermeni açılımı yapmasını isteyenlerdi. Maalesef hükûmet de böyle tehlikeli bir yola girmişti. Tehcîrle bir alâkası olmayan 24 Nisan’da soykırım yazıları yazılmasının özel bir anlamı vardı. Çanakkale Kara savaşları öncesi bastırılan Ermeni isyanının intikamı alınıyordu.

Çok şükür, devlet aklı gâlip geldi ve hatâdan dönüldü. Erdoğan, Çanakkale Zaferi’nin 100. yılını, 24 Nisan’da kutladı ve konuşmasında soykırımı reddetti. Bizim soykırım şakşakçıları da rotalarını ve taraflarını değiştirdiler. Hem Ermeni zulmünü yazdılar hem ağızlarına almadıkları Çanakkale şehidlerini anmaya başladılar.

Gelelim Kervan 1915’e. İsmâil Güneş’e film ısmarlandığı zaman Ermeni açılımı gündemdeydi. Film bittiğinde açılım bitmişti. Maalesef İsmâil Güneş, devletin azizliğine uğradı. Yanlış anlaşılmasın, çok iyi oldu.

Hâlâ şüpheniz varsa şöyle sorayım: Film, gösterime girdiğinde -durumdan habersiz birkaçı hâriç- hükûmete yakın köşe yazarlarının, özellikle de mezkûr soykırımcı yazarların, ağız birliği etmişçesine filmi seyretmemeleri tesâdüf mü? Hem de bayılacakları bir film olmuşken.

Film, sinemasal olarak güzeldi ama savunduğu tez kötüydü.

İsmâil Güneş, kusuruma bakmasın, filmde bizim acılarımızı, hele de kadınlarımızın acılarını göremedim.

Ermenilerin geldiğini duyan bir gelinin savaşa giden kocasının ayaklarına kapanıp “Önce beni öldür!” feryâdını göremedim.

Giresun’da Ermeni komşularını üzülerek uğurlayan rahatı yerinde Müslüman kadınları gördüm ama eşleri veya nişanlıları Çanakkale’den dönmeyince mahvolan Hediyeleri göremedim.

1315’liler cepheye giderken geride kalan Ermenilerin vahşetini göremedim. Kervandaki bâzı kadınların “Bizimkiler gelip bizi kurtaracak.” sözleri, iihâneti anlatmaya yetmedi.

Ermeni eşkıyâsının, yazmaya elimin varmadığı, insan zihninin reddettiği işkencelerini göremedim.

Bunları göremedim ama, “Şimdi bu Ermeni kadınların tehcîrine ne gerek vardı?” mesajını aldım.

Evet, tehcîr oldu. Evet, tehcîr esnâsında yanlışlar da oldu. Bunları konuşalım ama önce Ermenilerin ihânetini, Taşnak ve Hınçakların vahşetini konuştuktan sonra….

Sebepleri bilmeden, anlamadan sonuçlara bakarak çözüme ulaşılmaz. Üstelik barış adına karşı tarafın tezini savunmaya fazla hevesli olursanız bir süre sonra, yaptığınız empati yeterli görülmez. Daha fazlası istenir. Nitekim bu film hakkında, “yetmez!” diyenler olduğunu duymuştum.

Cumhur İttifakı da Millet İttifakı da projelerini açıkladı. Bu kadar proje arasında Çanakkale’yi, Ermeni meselesini anlatan dev bir sinema projesinin olmasını ne kadar isterdim.