MİLLİ DEMOKRASİ HAREKETİ (MDH)

Yeni kurulacak partinin muhtemel ismi kesin olmadığı belirtilerek Koray AYDIN tarafından ilan edildi. Bu ilanla bir nabız yoklandığı kolayca anlaşılıyor. Ortaya çıkmak üzere olan siyasi parti öncelikle Türk Milletinin Ülkücü Hareket üzerinden talep ettiği bir partidir. Biz siyasi partinin isminin de o siyasi partiyi ortaya çıkaran toplumsal talep ve ortam ile ilişkili olması gerektiğini düşünüyoruz.

 

Evet, Milliyetçiyiz! Ülkemizi, milletimizi, devletimizi, halkımızı, dinimizi seviyoruz. Ömrümüzü, geleceğimizi, sevincimizi, üzüntümüzü, mutluluğumuzu, canımızı ve kanımızı bile milliyetçiliğimize feda ettik. Varımızla yoğumuzla kendimizi milletimize adadık.

Evet! Biz de adanmışlardanız. Ama bir bireye veya bir oligarka değil, kendimizi yüce Türk milletine, o milletin istikbaline adadık.

Adanmışlığımıza isim koyduk, kendimize “ülkücü” dedik, ülkücülük bir bakıma Türk milleti adına konulan hedefleri ülkü edinmekti. Biz, kendimizi Türk milletinin ülküsüne adamıştık.

Heyhat! Birileri bu adanmışlığımızı yanlış anladı.

Birileri bizim adanmışlığımızı kendi makamlarına, mevkilerine ve kendilerinin vazgeçilmezliğine adanmışlık olarak kabul etti.

Mademki, kendimizi adamıştık. Birileri bizden bu adanmışlık uğruna “mal”da istedi, “kan”da istedi,“can”da istedi. Biz de verdik.

Verdik; ama bir de baktık ki, bizim fedakarlıklarımız sayesinde makamlara kendimizi adadığımız Türk milletine hakkıyla hizmet etmeyenler veya yeteneksizliklerinden dolayı hizmet edemeyenler yerleşti.

Bizlerin çektikleri çileler ve yaptığımız karşılıksız fedakarlıklar da yanımıza kar olarak kaldı.

Uyardık! Yanlış yapıyorsunuz, sürekli hata yapıyorsunuz, sizin hatalarınız Türk düşmanı “sahte ümmetçi” ve “etnik bölücü”lerin önünü açıyor, ülkemiz ve milletimiz sizin hatalarınız sayesinde uçurumun kenarına geldi, dayandı. Ya kendinizi düzeltin, ya da hakkını veremediğiniz koltukları bize sandalye olarak da olsa devredin.

Biz, “Beceremeyen gitsin, beceren gelsin, Türk milleti kazansın!” dedik.

Birilerine koltuklar skolastik ortaçağdan kalmış olacak ki, kendilerini vazgeçilmez Hint kumaşı zannediverdiler.

Biz, “Allah hariç hiçbir varlık vazgeçilmez ve eleştirilmez değildir.” dedikçe, onlar “lider-teşkilat-doktrin” üçlemesine sarıldılar. Liderin eleştirilemeyeceğini, bilgeliğini, her aldığı kararın hikmetini dillerine doladılar.

Oysa askerlikte dahi eleştiri vardı. Karar alma safhasında beyin fırtınası yapılır, herkes zihnini boşaltır, ama sadece bir karar alınabilirdi. …ve “Lider-teşkilat-doktrin”de işte bu safhadan sonra, yani karar alındıktan sonra eleştirilmezdi.

Onlar, zaten kararlarını istişare ile almadılar ki, kendileri düşündüler, kendileri uyguladılar. Kendi alıp uyguladıkları kararlar hep ellerinde patladı. Türk milleti onlara güvenmedi.

Biz, “Bırakın! Daha iyisini yapan gelsin.” demekle yetinmedik. Hareketin, istişareye ihtiyacı olduğunu, ahde vefaya ihtiyacı olduğunu, günümüzün moda deyimiyle “demokrasi”ye ihtiyacı olduğunu söyledik.

Ama fitneci, hain, paralel ne uydurulduysa o çamurlar bizlere fırlatıldı. Tutmasa bile izi kalsın diye… Tutmadı, tutmayacak, izi de kalmayacak. Marx’ın söylemini ülkücüler üzerinde kullanan Babıali pravdalarının çamurları ülkücülerin üzerinde nasıl iz bırakmadıysa bunların çamurları da üzerimizde iz bırakmayacak.

Ülkemizin demokrasiye, gerçek katılımcı demokrasiye ihtiyacı var. Antidemokratik yönetimlerinde, uygulamalarında verimli olmadığı ülkemizin hali ile meydandadır.

Öncelikle kendi hareketimiz içerisinde “demokrasi” talep ediyoruz.

Milliyetçi hareket içinde demokrasi talep ediyoruz, bu talebimizi de sonuç alana kadar sürdüreceğiz.

Demokrasi uygulanmadan millet hakimiyetinin tesis edilemeyeceğini, millet hakimiyeti tesis edilemeyince, seçkinlerin idaresinin de millet çıkarına olamayacağını düşünüyoruz.

Hareketimiz devam edecek… Milliyetçi hareketin içinde başlayan demokrasi talebimiz ülke genelinde artık daha yüksek sesle dile getirdiği isteğini seslendirmeye devam edecek… Milliyetçi harekete demokrasi getirecek olan değişim artık sosyolojik anlamda sadece değişim hareketi değildir. Değişimden kasıt, neyin öncelikle değişeceği olacağına göre değişimden murad edilen demokrasi olduğuna göre toplumsal talepten doğan hareketin ismi de “MİLLİYETÇİ DEMOKRASİ HAREKETİ”, “MİLLİ DEMOKRASİ HAREKETİ” veya “MİLLİ DEMOKRAT HAREKET” olsa gerektir.

Biz; sosyal bilimci olarak, bu hareketin sosyolojik anlam ifade eden ismini dile getiriyoruz. Türkiye’yi demokrasiye “MİLLİYETÇİ DEMOKRASİ HAREKETİ” kavuşturacaktır.

Bu hareket demokrasiyle ivme kazanarak zihniyet değişimini sağlayacaktır. Böylece Türk milletinin bütün katmanlarını kuşatan program iddialarıyla milliyetçi Türkiye yürüyüşüne geçilecek dinamiği içinde taşımaktadır. Evet, “MİLLİ DEMOKRASİ HAREKETİ” kazanınca “MİLLİYETÇİ HAREKET” ve “TÜRK MİLLETİ” gerçek anlamda kazanmış olacak.

Başarı için diğerleri ile arada ki farkın üstüne basarak belirtilmesi açısından parti ismi oldukça önemlidir. Bu çerçevede farklılığımızı direk partinin isminde ortaya serebiliriz. Partinin söylenen isminde ve kısaltmasında “Parti” sözcüğü kullanılmak zorunda değildir. Resmi olarak parti olsa bile bir partiyi kuran irade o partinin söylenişini belirleme hakkına da sahiptir. Bu sebeple “PARTİ” yerine “HAREKET” sözcüğünün kullanılmasının diğerlerine göre farklılığımızın algısını kuvvetlendireceğini düşünüyoruz.

Türk milletinin kazanmasını kim veya kimler istemiyorsa, onlar rakibimiz olmaya devam edecek. Geçici taht sahipleriyle işimiz yok. Günleri dolduğunda zaten gidecekler.

***

Okuyucularımızın ve Türk Milletinin Zafer bayramları ile Kurban Bayramlarını kutluyoruz.