“Kırk üç yıldır bu hareketin içindeyim.

İlk 15 yaşındayken girdim Ocak’tan içeri.

Hanımımdan çok sevdim ben bu davayı.

Oğlumdan, kızımdan önce geldi hep.

Gün oldu ailemin rızkını götürüp verdim partiye, gün oldu evladımın süt parasını koydum Ocağa.

Onlar bana abi diyorlardı ama ne parti Başbuğ’un partisiydi ne ocak o Ülkücülerin Ocağı. İman ettiğim değerleri yaşatacaklar ve yeniden yüceltecekler; bizi elin günün ayak takımı yapmaya kalkanlara inat, milliyetçi değerleri yeniden siyasi hayata hâkim kılacaklar diye düştüm peşlerine.

Ama bu kır saçlının ettiği laf mı Allah aşkına?

Ki biz ötekiler gibi değiliz.

Babamızın evini bırakıp gelmişiz.

Hani biz başat unsuru olacaktık bu hareketin?

Bu partide bizden ne var?

Böyle isim mi olur?

Ben senin gibi alengirli laf etmeyi bilmem.

Sosyal medyanın sağında solunda yazmamak için kendimi zor tutuyorum.

Yazsam söveceğim çünkü.

Gözünü seveyim iki satır yaz.” demeseydi ömrünün dününü, bu gününü ve dahi yarınını bu harekete bağışlamış bu davanın çilekeşi ağabeyim, tek satır yazmayacaktım.

Gerçi iki ay önce de oğlum tehdit etmişti: “  O adam orada oturdukça gitmem oraya ama ilk ışığı görmezsem buraya da gelmem” diye.

Sanki ben kuruyormuşum gibi partiyi.

“Bana ne?” dediydim. “Ne halin varsa gör. Git onlara anlat derdini”.

Saçları ak abinin bir televizyon kanalındaki röportajını banttan da olsa başından sonun izledim.

Haksızlık etmeyeyim diye.

Bütün eleştirilerimden önce söylemem gerekir ki anlamadığım ilk şey, üç gün öncesine kadar bu hareketin içinde olmayan, olmayacağını beyan eden bu abi ne oldu da üç gün içinde bu yeni hareketin sözcüsü oldu.

Nereye baksanız bu abi.

İlk günden bu yana tarafını belli etmiş Musavat Bey değil;

Hareketin gerçek efsanesi, saçı ak olanı değil ak saçlısı Yılma DURAK değil de niye bu abi.

Hatta telaffuz edilmemiş olsa bile partileşeceği ikinci gününden belli bu yeni hareketin genel başkanı olacağı herkesçe bilinen sayın hanımefendi ( yalakalarının ablası veya demir lady’si)  değil de niçin bu abi?

“ Bizde tek adam yok. Bak herkes konuşuyor.” reklamı ise bu, bilinmelidir ki bunu kimse yemez.

Doğrusu 97’den sonra mesafeli durduğum siyasetten daha çok mesafe koydum bu abiyle ve bu abinin söylemleri ile arama.

İlk genel başkanlık yarışında da sonuncusunda da mesafeliydim ve hâlâ aynı kanaatteyim.

Mevzumuz bu değil ama.

Geçelim.

“Ülkücülük şu anda nerede temsil ediliyor?” sorusuna;

“Biz Türk milletinin ve Türk devletinin değerlerine sahip çıkan, bu değerleri yaşamak, yaşatmak ve yüceltmek hedefinde olan; Türk milletini mutlu ve müreffeh, Türk devletini sadece coğrafyasında değil tüm cihanda büyük, sözü dinlenilen ve sözüne güvenilen bir devlet kılmaya; Türk’ün büyük ülküsü uğrunda yürümeye gayret eden bir hareket olacağımız için Ülkücü hareketin temsil makamında tabii ki biz olacağız!” demiyor abi, diyemiyor.

Topu taca atıyor.

Yuvarlıyor, yuvarlıyor.

Biz milli bir hareket bekliyoruz amma abim bir sayıyor Deli Bekir’in yamalı donu gibi.

Aşure misali ne varsa katıyor hareketin içine.  

Allah’tan Kürtçüleri saymıyor.

Liberaller olacak” diyor mesela.

“Milliyetçi- mukaddesatçı ile liberal quel ala-ka?” diyesim var da duyulur diye ar ediyorum söylemeye.

Allah’tan sunucu sormuyor: “Cumhuriyet değerleri ile örtüşecek siyasal İslamcılık nasıl olacak?” diye.

Bir de parti ismi telaffuz ediyor ki, tüy ancak böyle dikilir.

Hani 80’den önce yolu kesilen adamların, yol kesenlerin hangi taraftan olduğunu kestiremeyince, fikirlerini beyan etmek yerine korkudan: “Ne sağcıyım ne solcu, yolda giden bir yolcu.” diye sürekli tekrar ettiklerinden tekerleme haline gelmiş orta yolcu anlayışı var ya tam da öyle bir şey.

Bu isimden memnun olacak tek grup Doğru Yolcu.

Demirel’in yattığı yerden tebessüm eder gibi olduğunu hissediyorum, Menderes’in pek bi mesut ve müftehir.

Bu isimde bizden ne var diye bakıyorum.

Hiçbir şey.

Kimse kalkıp: “Demokratlık milliyetçinin temel vasıflarındandır. Biz ne sağda ne soldayız milletin merkezindeyiz” gibi alışılmış yaveler mırıldanmasın boşuna.

Kışı geçirdiysek de yediğimiz ayaz hâlâ kemiklerimizi sızlatmakta.

Sonunda ortasında ne olduğuna bakmayacaktık da başına “Milliyetçi” diyemeyecekseniz de “Milli” kelimesini koyaydınız partinin iyiydi hani.

Onca ümit bağlamış, baba ocağım dediği yerleri terk etmiş adamları ilk günden hayal kırıklığına uğratmak hoş olmadı.

Getirisi de hoş olmaz gibime geliyor.

Telefonda sesi titreyen dava büyüğümün hatırına benden hatırlatması…

Yoksa bana ne?

Unutmadan bir de:

 “İsmiyle müsemma olmak” diye bir deyim var güzel Türkçemizde.

Bir de “Yiğit namıyla anılır.” diye bir atasözü.

İsme takılmayalım demeyin boşuna.