Ticari protestolar günümüzde tüketim toplumunun yaygınlaşması ile birlikte trend oluverdi.

Bunu alma bu Alman malı, işte şu İtalyan , o İsrail vesaire…

1980’li yılların başına kadar Türkiye’ye yaz tatiline gelen Almanya’daki Türk işçilerinin çocukları bizlere hava basar; kalitesiz sigara içiyorsunuz, kalitesiz spor ayakkabısı giyiyorsunuz, kalitesiz kahve içiyorsunuz, kalitesiz tenekeden arabalara biniyorsunuz, bak elin Alman Hans’ı nasıl kaliteli mal yapmış, nasıl sağlam yapmış, nasıl dürüstler tarzı konuşurlardı !?

İşin garibi bunların çoğunun alt orta gelirli ve muhafazakar ailelerin çocukları oluşuydu.

Yıllar geçti, 1980’lerin ortası ve 1990’ların başına gelindiğin de ithalat serbestleşmişti; yabancı model araçların arkasına “huzur islamda” yazan tipler giderek çoğaldı…

Özellikle Almanya islamcı önderlerin beşiği oluvermiş, Alman yönetimi Türkiye ve Atatürk aleyhine taraftarlara karşı oldukça sıcak bakıyordu.

Şimdilerin muktedir tipleri, o dönem mağduru oynuyor, Türkiye’de adalet ve özgürlük olmadığını savunup, yabancılara ülkemizi şikayet ediyorlardı.

Tabii ki para işlerine de el attılar.

Yurtdışında serbestlik bulup açılan yeşil sermaye kurumlarına paralar aktarılıyordu.

Amaç Türkiye’ye gelen işçi dövizlerinin gelmesini engellemek ve Türkiye'deki yastıkaltı paraların yeşil sermaye adlandırılan yurtdışı bağlantılı taşeron şirketlere akmasını sağlamaktı.

Türkiye'nin kıt sermayeli oluşunu fırsat bilip, bu şekilde vurulması hedefleniyordu.

Bu şirketlerin çoğu hayal oldu, sözler yalan oldu, bazıları battı kayboldu gitti.

Parasını kaybedenlere teselli olarak, olsun “Allah verdi Allah aldı” , “merak etmeyin hayır işlerinde kullanıldı”, “ne yapalım Atatürkçü batıl faizci düzen el koydu” gibi laflarla durumu geçiştirdiler…

Çünkü dürüst ticareti şiar edinmiş değillerdi.

Yerli sermaye tabii ki önemlidir, ama bu sermayenin doğru ellerde ticaret yapması daha da önemlidir.

Şimdi çeşitli ithal markaların lüks otomobillerine kurum kurum kurulan muhafazakar aileler; Alman, Fransız, İtalyan arabasının arkasına bayrak asınca, arabayı da biz ürettik sanıyor !

Sanki Arap ülkeleri de farksız mı ?

Ham madde ticareti yapmayı, yabancının ürettiğini ithal edip, üzerinden vergi almayı marifet sandığımızdan, kaliteli ürünlerin alayı yabancı olup protesto etmeye kalkınca, geriye tüketecek ürün bile bulamıyoruz !

Ekonomi sadece ticaret değildir, nihai ürün üretmek, icat etmek, markalaşmak da lazım…

Üretimden kastım lafta iş olsun bir şeyler üretmiş olmak değil, dünyaya satacağımız kendi icadımız yeni nesil ürünler ve var olan yerli ürünlerin kalitesini arttırıp, kendi dünya markalarımızı yaratmayı hedeflemek…

Ham madde olan ülkelere komşu oluşumuz, bizim kolay enerjiye ulaşmamızı sağlıyor.

Oysa ki; tek derdimiz ülkemizde çok petrol olsaydı da, şöyle de, böyle de, heyytt(!) görürlerdi be !

Ülkemizde petrol bol bile olsa, bu kafayla yine hiçbir şey olmazdı.

Yani kolay yoldan beleş yaşayalım, aklımızı kullanmayalım, yerin altına bir delik açıp çıkanı satalım, böylece zengin oluruz mantığı geçerli akçe değil.

Dünya ticareti bu şekilde işlemiyor, ham maddeyi mamül maddeye çevirecek bilgin yoksa ve bunun teknolojisini üretip satamıyorsan, yerinde saymaktan dolayı oldukça yorulursun ama bir adım bile ileriye gidemezsin.

Geleceğin olmaz, bu günü yaşar, tüketirsin…

Adamlar yıllar evvelinden yol, köprü, metro, banliyö bunları zaten yapmış, bırakın bunları yapmayı bunları yapacak makineleri de yapmış, yani neyimizi kıskanacaklar !

Ticari protestoları yaparken kalıcı ve isabetli olması için, sözkonusu yabancı ürün yerine kendi ürettiğin kaliteli muadil ürünle karşılarına çıkamıyorsan, dediğin her şey lafta kalır.

Laf ile protesto, bol gazlı frekanstan “beleştepe radyosu”nun her zaman ki yurttan sesler korosuyla birlikte söylediği “anasına kızına, duvardaki sazına, sandıktaki bezine, yandım ela gözüne” türküsünü patlatmasından başka bir şey değil.