Osmanlı Sultanları içinde en fazla ilgimi çeken padişah, Sultan 2.Mahmud olmuştur. Diğerlerine nazaran, halkla daha iç içe bir yaşam sürmüş ve bana göre Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye'nin en reformist Sultanı olmuştur.

Yine bir gün, tebdil-i kıyafet İstanbul’u teftiş etmeye çıkan Sultan II. Mahmud’un yolu bir kahvehaneye düşer. Müşteriler bu kahvehanenin sahibine ‘Tıkandı Baba’ diye seslenmektedirler. Padişah bunu garipser ve merak edip sorar: Bu Tıkandı Baba namı nereden gelmektedir?

Bunun üzerine uzun hikayesini anlatmaya başlar Tıkandı Baba. Bundan birkaç sene önce rüyamda bir havuzun etrafını çevrelemiş bir kalabalığa rastladım. Bir baktım burada herkesin gürül gürül akan bir çeşmesi var. Benimkini sordum, ince bir suyun nazlanarak aktığı küçük bir çeşme gösterdiler. Üzüldüm tabi! Sonra “Benimki de onlarınki gibi aksa' diye biraz sitemle bir ağaç dalı aldım ve oluğu açmaya uğraştım. Ben böyle uğraşırken elimdeki dal kırılarak çeşmeyi tıkadı ve biraz evvel incecik de olsa akan su, artık sadece damlıyordu. Bu kez 'Hiç olmazsa eskisi kadar aksın' diye zorladım, çeşme tamamen tıkandı. Ben yine açmak için uğraşırken birden Hızır göründü ve bana 'Tıkandı baba tıkandı, artık uğraşma' diye seslendi. "O gün bu gün adım 'Tıkandı Baba' kaldı. Hangi dala elimi attıysam o dal kurudu yani" der.

Tıkandı Baba'nın anlattıkları merhametli Sultan Mahmud'u üzer. Saraya dönerken adamlarına bir hindinin içine altın doldurup kahveye götürmelerini emreder. Akşamüzeri hindiyi alan Tıkandı Baba çok mutlu olur. Ancak "Viran olası hanede evlad u iyal var. Çoluk çocuk evde aç biilaç bekleşirler. En iyisi ben bu hindiyi satayım da evimin ihtiyaçlarını göreyim" der ve hindiyi satar. Ertesi gün adam göndererek Tıkandı Baba'nın durumunu soran padişah, bir değişiklik olmadığını öğrenince adamlarına: Bir ay boyunca bu adama her gün bir tepsi baklava göndereceksiniz ve her baklava diliminin altında da bir altın olacak diye emir verir. Adamlar söylenileni yerine getirir ve bir tepsi baklavayı götürüp Tıkandı Baba'ya verirler. Ancak Tıkandı Baba, tıpkı daha önceden gönderilen hindi gibi bu baklavayı da satar. Tabi Tıkandı Baba’nın aklına nereden gelsin baklavadan hindiden altın çıkacağı…

Sultan Mahmud bir ay sonra, bu sefer üzerinde padişah kıyafetleri ile Tıkandı Baba'nın kahvehanesine gider.

Padişah, Tıkandı Baba'ya sorar:

- Tıkandı Baba sana hiç baklava gelmedi mi?
- Geldi Sultanım, hem de her akşam.
- Peki sen ne yaptın o baklavaları?
- Sattım, evimin ihtiyaçlarını giderdim Sultanım.
Bunun üzerine padişah, Tıkandı Baba'nın bu haline dayanamaz ve onu alıp saraya götürür

Hazine odasının kapısını açtırarak "Şuradan küreği al, daldır, ne gelirse hepsi senindir" der. Tıkandı Baba heyecandan küreği ters tutarak altın yığınına daldırır. Küreği kaldırıp bakar ki küreğin ucunda düşmek üzere olan bir altın var. Bunun üzerine padişah, "Baba senin burada nasibin yok" der.Sonra da adamlarına "Alın bu adamı Mahmutpaşa'ya götürün. Bir taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafedeki malı mülkü ona verin" diye emreder. Çok sevinen Tıkandı Baba, büyük bir taş parçasını alır, büyük gayretler sonucu kaldırır ancak tam atacağı sırada heyecandan elindeki taş başına düşer ve Tıkandı Baba oracıkta ölür. Adamlarından bu durumu öğrenen Sultan Mahmud artık ne yapsın? "Vermeyince Mabud, neylesin Mahmud" der.

Bizim hikayemiz de böyle işte; her 10 senede bir millet önümüze bu devleti yönetme imkanı verir ama önce devlet yönetimini ele alacağımıza, adam satar, malı mülkü satar ve en önemlisi, en yakınımızda, dostumuza caka satarız. Bir çuval inciri berbat ederiz anlayacağınız; sonra da tıkadığımız musluk için "keşke parmak kadar aksaydı" deriz...

Tıkandı Baba, tıkandı! Ne musluk kaldı, ne de imkân!