1977 seçimleriydi, kamplaşmanın derinleşmeye, rekabetin şiddete kaymaya başladığı dönem. Manisa Spor Akademisinde okuyoruz, yüzme eğitimi için Çeşme’deki Gençlik Spor bakanlığının eğitim merkezindeyiz.

Öğrencilerin yüzde doksanı solcu, bir avuç ülkücüyüz.

Eğitim merkezi jandarmaya 15-20 km uzakta, bir olay olsa asker müdahale edinceye kadar kan gövdeyi götürür. Her saniye,her dakika birbirimizi kolluyoruz.

O zaman TRT, Sol’un elinde olmasına rağmen bu kadar siyasallaşmış değildi, kanun vardı, yasa vardı. Partilere yeterince zaman ayırılır, kendilerini ifade etme, topluma ulaşma imkanı verilirdi.

Hiç unutmam, MHP o seçimlerde kendine ayrılan zamanda, TRT Televizyonuna (zaten başka Tv yoktu) Doğu Beyazıt’tan yaşlı,nur yüzlü,beyaz sakallı birini de çıkarmıştı. Hepimiz eğitim merkezinin üstü hasırlarla kapatılmış kantinine doluşmuş bu yaşlı adamın ne konuşacağını bekliyorduk. Çıktı ve insanın içine işleyen bir üslupla Marksistler tarafından şehit edilen oğlunu anlattı. Oğlu şahadet şerbetini içtikten tam bir buçuk yıl sonra mezarını yapmak için kabri açılmış, cesedi hiç çürümediği gibi, etrafa cennet kokuları saçılmıştı. Bu yaşlı nur yüzlü acılı baba ülkücü oğlunun şehitliğini haykırıyor, çürümeyen cesedini şahit göstererek ülkücülerin gittiği yolun doğru olduğunu söylüyordu.

Nasıl etkilenmiştik. O gün, o an, haydi ölüme deselerdi istisnasız hepimiz koşa koşa giderdik. Rahmetli Türkeş, o acılı babayı televizyona çıkararak hem ülkücü tabana bir mesaj vermiş, hem de dindar,muhafazakar ama MHP’ye mesafeli kitleye bir mesaj vermişti.

Şehit babasının o anlatımı dalga dalga Türkiye’ye yayıldı. Herkesin duygularına dokunarak derin izler bıraktı. MHP’ye yeni kapılar açtı. Bu bir iletişim başarısıydı.

Bugün siyaset yapanlar maalesef Türkeş’in yarısı kadar bile toplumsal hassasiyetleri okuyamıyorlar. Konuşmalar, verilen politik mesajların çoğunun toplumun gündemi ile alakası yok. Mesele bağırıp çağırmak değil, toplumu anlamak.Çok bağırınca insanlar daha fazla etkilenir diye bir ölçü yok. Tam aksine kuru gürültü gittikçe toplumu daha fazla rahatsız ediyor.

Bugün ekonomik krize bağlı ciddi bir sefalet sorunu var. Yargının siyasallaşmasına bağlı olarak adalet sorunu var, tek adam yönetimine bağlı olarak demokrasi sorunu var. Bunları konuşmayan, toplumun yüreğindekileri siyasete tercüme etmeyenlerin başarı şansı yoktur.

Geçen hafta meclis komisyonlarının birinde FETÖ’den atılan doktorların özel kurumlarda da çalışmaması için bir kanun teklifi büyük gürültülere neden oldu. Yasa teklifine en büyük tepkiyi CHP ve HDP’li vekiller gösterdiler. Gönül isterdi ki esas tepki diğer partilerden gelsin. Bu kanun tasarısı cezasını çektikten sonra bir insanı ikinci defa cezalandırmak anlamına geliyor. Bunun anlamı aç kalın ve ölün demektir. Bunun hukukla da, ahlakla da alakası yoktur. Bir iki vicdanlı sesin dışında bu iç kanatıcı yasaya itiraz eden de olmadı. Çünkü iktidarın arzularına ters düşenler şu veya bu suçlamanın muhatabı edilerek tasfiye ediliyor. Birçok kişi inançlarını korkularına feda etti.

Suça karışanlar elbette cezalandırılmalıdır. Kimse darbe yapmaya, paralel yapılar kurmaya tevessül etmemelidir. Ama hakkında hiç soruşturma olmayan veya cezasını çekmiş bulunan insanları açlığa mahkum etmek de doğru değildir. Üstelik bu o kişilerin bakmakla mükellef olduğu ailelerini,çocuklarını da cezalandırmaktır. FETÖ’cü değiliz ama vicdansız da,zalim de değiliz. Bu tip düzenlemeler daha büyük problemlere yataklık eder. Devlete ve onun varlık sebebi olan adalete güveni sarsar. Muhalefet, keşke bu ve benzer bağlamlarda toplumdaki adalet ihtiyacını okuyabilse ona göre politik bir dil oluşturabilseydi. Milliyetçi muhalefet rahmetli Türkeş’in en az elli yıl gerisinde.