İstikameti belli olmayan gemiler gibi Türkiye.

Şimdiki eylemi öncekine taban tabana zıt, Kararsız Kasım durumu hani.

Ha bire yuvarlanan,

Yuvarlandığı yer de kar değil su olunca büyümeyen, ıslanan,

Islandıkça üşüyen,

Üşüdükçe büzüşen,

Büzüştükçe küçülen şey;

Bir yerde durmayan,

Durmadığı için de hiçbir yere ait olmayan bir göçmen hali.

Sabitesi olmayan,

Rolden role,

Halden hale geçen,

Her rolün acemisi,

Her halin yabancısı bir aktör mü dersiniz, derviş mı, öyle bir şey işte.

Ama bu öyle iyi öylelerden değil

Doğrusu, kötü mü, o da belli değil.

Bir Araf hali ama

İki cami arasında bi-namaz olmak durumu.

Her şey için böyle bu durum,

Para politikasından iç siyasete,

AB ilişkilerinden Taliban’a hep bir zikzak…

Bir gün devletin kurucu değerleri methedilirken mesela, ertesi gün püsküllü delilere methiyeler dizildiğini görünce şaşırıyorsunuz önce ama bu tenakuzlar çoğaldıkça alışıveriyorsunuz hani.

Kendisini şeyhülislam zannettiğinden olsa gerek hutbeye kılıçla çıkan ve aslında Müslümanların din ve diyanet işlerinden mes’ul zat-ı muhteremin asıl uzmanlık alanının Hristiyanlık olduğunu okuyunca şaşkınlığınızı atıveriyorsunuz,

Fark ediyorsunuz durumun kel başa şimşir tarak durumu olduğunu.

Mesela: “AB'de kim oluyor,

Biz onlara mecbur değiliz

AB bir Hristiyan kulübüdür!” diye kükrenilen günün ertesinde,

Cümbür cemaat “Tek yol AB” sloganlarının atıldığını duymak, artık aklınızı almıyor başınızdan.

Bir gün, öfkeli çocuklar diye sırtları sıvazlanırken,

Akabinde IŞİD veya DAEŞ terör örgütüne karşı amansız bir mücadele verdiğimiz beyanlarını,

Politik mevzu bu, devletin çıkarları gereği diye tam kutsayacakken,

Aslında Talibanla çok da uzak olmadığınız beyanı dumura uğratmıyor sizi,

12 yaşından büyük kızları ganimet diye alıp bu çocuklara tecavüz ettikten sonra bir kısmını da köle pazarlarında sattıklarını bilmenize rağmen.

Türklüğünüzden, Müslümanlığınızdan, İnsanlığınızdan utanmıyorsunuz artık,

Bu vakte eriştiyseniz eğer ( Keşke erişmeseydik.) köseleden bir vicdana sahip yüzünüzün kızarma, kalbinizin utanma duygusu elinizden alınmış oluyor çünkü.

*

Bir de bu Turan meselesi var hani.

Azerbaycanla başlayan,

İki Devlet Tek Millet’ten Altı Devlet Tek Millet’e terfi ettiğimiz;

Ordusunu kuruyoruz diye sağa sola hava attığımız,

Azerbaycan-Ermenistan savaşı sırasında, devletimizin Türk olgusundan yana tavrından ötürü:

“Galiba oluyor bu sefer” diye ümitlendiğimiz

Ve ilk defa haksız çıkacak olmaktan keyif alacağımız günlere heveslendiğimiz bir sırada, Güney Türkistan meselesindeki tavrımız,

Daha doğrusu tavırsızlığımız, bir büyük hayal kırıklığı olarak gelip oturuyor yüreğe.

İçerideki güncele takılıp kalan,

Güncelin bayağılığına bile rahmet okutacak denli ehemmiyetsiz politikalar peşinde koşan, Hedefsizliğinden sebep bu küçüklüğü ülkü zanneden,

Ve ideale

Ve içtimaiyata ait olmaktan ziyade ben'den (egodan) kaynaklanan sebeplerle çok parçalı, güya milliyetçilerin ağızlarında gevilip durmaktan tadı kalmamış ve çürümeye yüz tutmuş sakız kıvamındadır artık Turan Ülküsü.

Haklı çıkmak kaygısıyla söylendiği varsayılan “Atsız, iyi ülkücüyse niye Ocak gecelerine gelmiyor Reis!” serzenişine benzer kıvamdaki bir dava adamlığının bizi getirdiği noktada,

Ak yeleli atlar üstünde,

Saçlarımız savrula savrula rüzgârda,

Bir elimizde kılıç, sırtımızda ok ve yayla çıktığımız bir seferden çocuklar gibi şen döndüğümüz saçma rüyasıdır bu kafalarda Turan.

Ankara’dan Bakü’ye,

Erzurum’dan Taşkent’e,

İstanbul’dan Almatı’ya selam göndermeyi marifet sayma sığlığıdır göğe kalkmış kurt başlı sağ ellerimizle.

Türkleri Oğuz’dan, Türk devletlerini de Selçuklu ve Osmanlı’dan mürekkep sandığı için

Timur’a, Şah İsmail’e, Tomanbay’a ağız dolusu küfreden aymazın zihninde dinlenesi bir masal;

Gökoğuz’u, Tuva’yı, Hakas’ı, Saha’yı, Altay’ı, Çuvaş’ı, Karay’ı, Hazar’ı, Sarı Uygur’u bilmeyen;

Milletinin dinsel demografisinden habersiz,

Bundan sebep “Küffar’a kılıç sallayana Türk denir” tanımını duyunca tüyleri diken diken olan bir cahilin gönlünde hevestir Turan.

Naslar sabit kalmak kaydıyla, aynı dinin farklı kültürler tarafından değişik yorumları olduğunu bilmediği ve skolastik bir anlayışla yaklaştığı dini de statik (durağan) bir olgu zannettiği,

Bazı hususlarda farklı mezheplere mensup fakihlerin farklı yorumlar yaptığını bile bilmediği için misal,

Bin yıl önceki Bedevi yorumunu reddedene kâfir;

Ve bu yorumu şeriat, şeriatı da tek bir yorum zannedecek kadar ahmak bir kafanın Taliban işgalindeki Mezar-ı Şerif’e gözlerini kapatmasıdır artık Turan!

Herat’ta, Müslüman estetiğinden habersiz, orman kaçkını adamların, salyalarını akıta akıta tecavüz edecekleri Türk kızlarının çığlıklarına kulağını tıkamaktır.

Gazze’yi harim-i ismet sayıp, Urumçi’deki Türk soykırımına, Çin ile olan ticari ilişkilerimiz bahanesiyle kayıtsız kalmaktır.

Ülkesini bırakıp kaçan milli haysiyetten yoksun bir öküzün sosyal medya üzerinden Türk’e ettiği küfürleri, öküzün tren seyrettiği gibi seyretmek,

Suriyeliler yerine Türkler gitsin diyene bizim partimizden ya da ittifakımızdan olduğu için sessiz kalmaktır.

Partimizin oy oranlarından daha değersiz,

Mitinglerimizin ya da tertip ettiğimiz eğlencelerin konu başlıklarından bir alt başlıktır artık Turan,

Söylemeyi unutsak bile kimsenin eksikliğini fark etmediği.

Bir tatlı rüya, bir olmayacak hayaldir.

*

Oysa biz, “bir kere olan bir daha olabilir” inancıyla sarılmıştık Turan’a.

Mete’den Kanuni’ye nasıl şekillendirmişsek dünyayı,

Nasıl gerçekleştirmişsek eski dünyada Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresini,

Nasıl nizam vermişsek âleme,

Yine yapabilirizin adıydı Turan.

Üç yanı denizlerle, dört yanı düşmanlarla çevrili

Müslüman Arap’ın, bütün ihtilaf hallerinde bizden yüz çevirip gavur’dan taraf olduğu şu kahpe dünyada

Kimsemizin olduğunu bilmek,

Zamanında, biz dara düşünce, “Uzakta ağır azap çeken kardeşim” diye bize ağıt yakan kardeşlerimize ağıt yakabilmekti Turan.

Mezar-ı Şerif’te Özbek,

Kerkük’te Türkmen,

Tebriz’de Oğuz,

Urumçi’de Uygur bacımızın namusuna uzanan eli kırmaktı.

Özbek’ten pamuk,

Türkmenistan’dan doğalgaz,

Azerbaycan’dan petrol alıp

Onlara biber ve domates vermek değildi ki sadece,

Bütün coğrafyalardaki bütün mazlumlar için

Ama evvela esir Türkler için

Bir içli dua, iki damla gözyaşı

Zalimin zulmünü tel’in için çıktığımız meydanda polis copuyla kırılmış kafamızdan akacak birkaç damla kandı Turan.

Elbette Ankara’ydı Turan.

Elbette Bakü’ydü, Astana’ydı, Bişkek’ti Turan.

Turan deyince Taşkent gelirdi aklınıza, Aşkabat gelirdi elbet, Lefkoşa gelirdi ya,

Bunca küçük, bunca ufuksuz ve amaçsız değildi Turan.

Kazan olmazsa olamazdı Turan,

Kırım’sız düşünülemez,

Hoten ve Herat incisi kabul edilirdi.

Bir hoyrat söylemese Kerküklü Türkmen, o ülkeye Turan denilebilir miydi?

Kızıl Kurtlar bir futbol maçında salladığında Tebriz’i, yorgunluğunu Altay’da atmadıktan sonra,

O yere yer, o ülkeye Turan denilebilir miydi?

Ama öldü hayallerimiz.

İran’da Fars faşizmine,

Çin’de sarı çıyanın gücüne kurban ettiğimiz Turan’ın taziye çadırını kurduk Mezar-ı Şerif’te.

Ermeni’ye kalkan SİHA, Taliban’a kalkmadı.

İki F-16’mız bekletilmedi nedense orada.

Top tüfek değil abisi, iki çakı, bir sapan gönderilemedi.

Taliban Müslüman’dı ya

Türklük Taliban’a kurban edildi.

Oradaki kardeşlerimiz İsmail’di ya İbrahim kimdi, onu da bilemedik.

Demografisi piç edilmiş bir ülkede,

Sadece dört yanı değil içi de düşmanla çevrilmiş bir ülkede,

Ölüm kalım mücadelesi verdiğiniz gün

-Olmaz inşallah ama görünen köy de kılavuz istemiyor işte.-

İşte o gün,

Anlayacaksınız bu yazının bir süslü nesir örneği olmadığını.

O güne dek

Kalır ise eğer

İttifaklarınız kutlu,

Koltuklarınız mübarek olsun!

*Aylar önce yazılmış ama aksiliklerden sebep yayınlanamamiştı. Bu güne kısmetmiş

Editör: TE Bilişim