Tarihi süreç içerisinde toplumların belirli değer yargıları vardır. Bu değer yargıları, zaman içerisinde insanların kendilerince belirledikleri ama farkında olmadıkları bir sistemin doğmasını sağlar. Bahsedilen sistem, toplumların değer yargıları içerisinde insanlığın kazandığı bir kimlik gibi karşımıza çıkar. İşte bu kimliğin adı kültürdür. Kültür, zaman içerisinde sürekli yenilenen, insanlığın durmadan üzerine bir şeyler eklediği ve insanlığın son bulmasına kadar ilerlemesine devam edecek olan bir kimliktir. Bu kimlik sayesinde milletler, geçmiş ve gelecek arasında bağ kurarak gelişen ve değişen dünyada nesiller arasında iletişimi daha kolay kurabilmektedir. Bu kimliği oluşturan temel yapının en önemli unsurlarından biri de mezar taşlarıdır.

Türk boyları arasında en eski ve köklü inançlardan biri ‘atalar kültü’dür. Eski Türklerde, atanın öldükten sonra ruhunun birtakım üstün güçlerle donanacağı ve bu sayede ailesine yardım edebileceği inancı vardır. Korku ve saygı ile karışık bir duyguyla ataların ruhlarına kurbanlar sunulur, mezarları kutsal kabul edilirdi.[1] Türk kimlik ve varlığının birer yansıması olan mezar taşları mitolojik sembollerin adeta ilmik ilmik işlendiği tarihin taştan sayfalarıdır ve en kalıcı belgelerdir. Çünkü taşlar biçimlendirilerek oluşturulan eserler ve insan eli ile üzerine işlenen izler, tarihe ışık tutan geçmişten geleceğe uzanan sağlam köprülerdir.

Taşlarla ilgili inanışlar, tarihin ilk dönemlerinden başlayarak günümüze kadar ulaşmıştır. Max Müller’in, dinin ilk kaynağının tabiat kuvvetlerine inanmak şeklinde ortaya çıktığı görüşü bu fikri destekler niteliktedir. İnsanlar tabiat kuvvetlerini canlı ve güçlü varlıklar olarak düşünmüşler, güneş, gökyüzü, dağlar, taşlar, ağaçlar vb. gibi tabiat kuvvetlerini kutsallaştırmışlar. Taşları, kendilerini veya ölülerini korumak için gerekli olan enerjinin merkezi olarak gören insanlar, onları ruhsal fiillerinin bir elemanı olarak kullanmışlar, duygu ve düşüncelerini adeta ilmik ilmik işlemişlerdir.

Taşların tıpkı kendisini doğuran toprak gibi insana yaşam verdiği fikri birçok mitolojide görüldüğü gibi Türk mitolojisinde de kendini gösterir. Birçok mitte insanların taşlardan türedikleri, taşın mutlak gerçekliğinin hem yaşamı hem de kutsallığı açıklayan arketipik bir imge olduğuna dair kanıtlar sunulur. Delikli taşlar bunun en güzel örneğini oluşturmaktadır. Zira mitolojide delikli taşlar, yeniden doğuşu sembolize eder. Böylece ölümden sonra yaşamın varlığına inanan Atalarımız mezarlarında baş taşı olarak delikli taşları kullanmayı tercih etmişlerdir. Araştırma yaptığımız mezarlıklarda Türk mitolojisinin izlerini görmek ise heyecanımızı her geçen gün arttırmaktadır.

*********************

[1] A. Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983, s.84-89.